Hucurât Sûresi 11. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ  ...

Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 يَسْخَرْ alay etmesin س خ ر
6 قَوْمٌ bir topluluk ق و م
7 مِنْ (başka bir)
8 قَوْمٍ toplulukla ق و م
9 عَسَىٰ belki ع س ي
10 أَنْ
11 يَكُونُوا olurlar ك و ن
12 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
13 مِنْهُمْ kendilerinden
14 وَلَا ve ne de
15 نِسَاءٌ kadınlar ن س و
16 مِنْ (başka)
17 نِسَاءٍ kadınlarla ن س و
18 عَسَىٰ belki ع س ي
19 أَنْ
20 يَكُنَّ olurlar ك و ن
21 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
22 مِنْهُنَّ onlar kendilerinden
23 وَلَا ve
24 تَلْمِزُوا kusur aramayın ل م ز
25 أَنْفُسَكُمْ birbirinizde ن ف س
26 وَلَا ve
27 تَنَابَزُوا birbirinizi çağırmayın ن ب ز
28 بِالْأَلْقَابِ kötü lakaplarla ل ق ب
29 بِئْسَ ne kötü bir şeydir ب ا س
30 الِاسْمُ adı س م و
31 الْفُسُوقُ fısk ف س ق
32 بَعْدَ sonra ب ع د
33 الْإِيمَانِ inandıktan ا م ن
34 وَمَنْ ve kim
35 لَمْ
36 يَتُبْ tevbe etmezse ت و ب
37 فَأُولَٰئِكَ işte
38 هُمُ onlar
39 الظَّالِمُونَ zalimdirler ظ ل م
 

Araştırmadan inanıp hüküm vermek, mâsum insanlar hakkında kötü kanaate sahip olmak ve kötü davranışta bulunmak, haksızlıklar karşısında pasif kalmak, hakkın yerini bulması ve adaletin gerçekleşmesi için çaba harcamamak gibi toplumda barışı, düzeni, birlik ve beraberliği, kardeşçe dayanışmayı olumsuz etkileyen davranışlardan birkaçına yukarıda geçen âyetlerde temas edilmişti. Aynı sonuçları doğuran ve öteden beri topluluklar içinde çokça görülen bazı hatalara da bu ve sonraki iki âyette, bazı uyarılarla birlikte yer verilmiştir.

İnsanları alay etmeye iten psikolojik faktörler içinde büyüklenme, kendini beğenme, karşısındakini küçük ve kusurlu görme gibi hal ve duygular da vardır. Sırf gülüp eğlenmek için bir kimse ile alay edilmiş olsa bile alay konusu olan şahsın buna lâyık görülmesi ve aşağılanması söz konusudur. Bir kimse, toplum içinde yükselen değerlere göre –bu değerleri ölçü olarak alanlar bakımından– ikinci sınıf, “değersiz ve önemsiz” görülebilir, ama evrensel değerler ve konumuzla ilgili olarak da dinî ve mânevî değerler söz konusu olduğunda aynı şahıs önemli ve değerli olabilir; hele Allah nezdinde kimin nasıl değerlendirildiğini tam olarak bilmek mümkün değildir. İnsanları küçümseyenler, alay edenler, aşağılayıcı, küçümseyici lakaplar takanlar işin bir de bu yönünü düşünmelidirler.

Birbirinizi karalamayın” şeklinde tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı, “Kendinizi karalamayın” şeklindedir. Müminlerin kardeş olduğu ilân edildikten sonra birinin diğerini karalaması, kişinin kendini karalaması gibi kabul edilmiştir. Meâldeki “karalama”nın Arapça karşılığı lemzdir. Bu kelimenin mânası ise “el ve dil ile, kaş göz işaretiyle bir kimseyi aşağılamak, küçük düşürmek, şeref ve haysiyetine leke sürmek”tir. Allah’a iman edenler böyle bir haksızlığı, öz kardeşleri gibi olan dindaşları bir yana düşmanlarına bile yapamazlar.

Bir başka kötü alışkanlık da insanları onların hoşlanmadıkları, kendilerini küçük düşüren, üzen nitelik ve lakaplarla anmaktır; “kör, topal, kambur, cüce, sırık, şapşal ...” bu lakaplara bazı örneklerdir. Ancak insanların tanınmasını sağlayan ve onları üzmeyen, alışılmış bazı lakaplar bu yasağın dışındadır; “Topal Osman, Uzun Hasan” gibi. Ashaptan bazılarının, günahkâr iken tövbe etmiş, hıristiyan veya yahudi iken müslüman olmuş kimseleri eski aidiyetleriyle nitelemeleri ve anmaları, bu cümlenin nüzûl sebebi olarak zikredilmiştir. Tövbe sâbıkayı sildiği için bir kimseyi eski haliyle anmanın hem din hem de ahlâk yönünden tutarsızlığı, anlamsızlığı açıktır.

İman ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür!” cümlesi iki şekilde anlaşılmaya müsaittir: 1. Yasaklanan fiil ve davranışları işleyenler fâsık (günahkâr, yoldan çıkmış) olurlar; bu nitelik de bir mümine yakışmaz. 

2. Bir kimse iman ve tövbe ettikten sonra onu yine eski dini ve günahı ile anmak çirkin, yersiz ve yakışıksızdır.


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 94-95
 
Riyazus Salihin, 613 Nolu Hadis
Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.”
Sahâbînin biri:
- İnsan elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder, deyince şunları söyledi:
- “Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir.”
(Müslim, Îmân 147. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 26; Tirmizî, Birr 61)
 

  Leqabe لقب :

  لَقَبٌ insanın birinci ismi dışında adlandırıldığı isimdir. Lakap iki türlüdür: Bir türü teşrif ve saygı manası taşır. Hükümdarların lakapları gibi.. Diğer türü ise kınama ve aşağılama manası taşır. Kur'an-ı Kerim'de geçtiği ayette bu ikinci tür kastedilmiştir. Çoğulu ألْقابٌ şeklindedir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda yalnızca bu ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli lakaptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّۚ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ,  münadadan bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Nidanın cevabı  لَا يَسْخَرْ ‘dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَسْخَرْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. قَوْمٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ قَوْمٍ  car mecruru يَسْخَرْ  fiiline mütealliktir. 

عَسٰٓى  reca fiillerindendir.  عَسٰٓى  tam fiil olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel عَسٰٓى ‘nın faili olarak mahallen merfûdur. 

يَكُونُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla nakıs, mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. 

خَيْراً  kelimesi  يَكُونُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  خَيْراً ‘e mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. نِسَٓاءٌ  onu tefsir eden mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Takdiri, لا يسخر نساء (Kadınlar alay etmesin.) şeklindedir.  مِنْ نِسَٓاءٍ  car mecruru mukadder fiile mütealliktir. 

عَسٰٓى  ikinci tam fiil olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel عَسٰٓى ‘nın faili olarak mahallen merfûdur. 

يَكُنَّ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni nakıs, muzari fiildir.  يَكُنَّ ‘nin ismi nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

خَيْراً  kelimesi  يَكُنَّ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. مِنْهُنَّ  car mecruru  خَيْراً ‘e mütealliktir. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَلْمِزُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْفُسَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا تَنَابَزُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  بِالْاَلْقَابِ  car mecruru  تَنَابَزُوا  fiiline mütealliktir.  

تَنَابَزُوا  fiili tefâ’ul babındandır. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.

Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mefûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mefûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ 

 

İtiraziyye cümlesidir.  بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fildir.  الِاسْمُ  faili olup lafzen merfûdur.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi  2. Failinin  ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi  3. Bu fiillerin  مَا  Harfine Bitişik Olarak Gelmesi  4. Failinin İsmi Mevsul Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْفُسُوقُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو ‘dir.  بَعْدَ  zaman zarfı  الْفُسُوقُ ‘ya mütealliktir.  الْا۪يمَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ يَتُبْ  fiili mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَتُبْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ  fasl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِمُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الظَّالِمُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّهَا  münadadır.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan  لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ  cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Her iki  قَوْمٌ  kelimesindeki nekrelik, nev anlamındadır. Konudaki önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

قَوْمٌ  lafzı erkeklere özgüdür, çünkü ya mastardır, sıfat olmuş ve cemide yaygınlaşmıştır ya da  قائم 'in çoğuludur, زائر ve  زور  gibi. İşleri görmek (onlarla kaim olmak) erkeklerin görevidir. (Beyzâvî)


عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Terecci manalı  عَسٰٓى , bu cümlede tam fiildir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ  cümlesi, masdar tevili ile  عَسٰى ‘nın faili konumundadır. Masdar-ı müevvel,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَسٰٓى  kelimesi kendisinden sonra gelen hususların vukuunun beklenilmesine delalet eder. Bununla birlikte Allah Teâlâ hakkında bir şeyi ummak/olmasını beklemek tasavvur edilemez. Zira O, olmuş ve olacak her şeyi bilmektedir. Dolayısıyla  عَسٰٓى  burada tahkik ifade etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)


وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ 

 

وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ  cümlesi nidanın cevabına matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. نِسَٓاءٌ , takdiri يسخر  (Alay eder) olan fiilin failidir. Bu takdire göre cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.  مِنْ نِسَٓاءٍ  car-mecruru mukadder fiile mütealliktir.

Konudaki önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Her iki  نِسَٓاءٌ  kelimesindeki nekrelik nev içindir. 

 قَوْمٌ  ve  نِسَٓاءٌ  kelimelerinin nekire yapılması ile iki mana murad edilmiş olabilir: Birincisi, “Mümin erkekler de mümin kadınlar da birbirleriyle alay etmesinler!” anlamının murad edilmesidir. İkincisi, bu şekilde kapsayıcı bir ifade kullanımının kastedilmiş olması ve onlardan her bir gruba alay etmenin yasaklanmış bulunmasıdır. عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ [Çünkü onlar kendilerinden daha hayırlı olabilirler.] cümlesi, alay yasağını gerekçelendiren bir cevap niteliğinde gelmiş bir başlangıç cümlesidir. Böyle olmasaydı bunun kendinden önceki cümleye  فُ  ile bağlanması gerekirdi. Mana şöyledir: Herkesin, kendisiyle alay edilen şahsın Allah katında alay edenden daha hayırlı olabilme ihtimalinin bulunduğuna inanması gerekir; çünkü insanlar ancak açık olan durumları bilebilirler; gizli olan hususlar hakkında bilgileri yoktur. (Keşşâf)


عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. عَسٰٓى  fiili ismi ile beraber yeni söz başıdır, yasağın gerekçesidir, onun haberi (hükmün bağlandığı lafız) yoktur, çünkü isim ona gerek bırakmamıştır. (Beyzâvî)

عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّ  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  عَسٰٓى  bu cümlede tam fiildir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّ  cümlesi, masdar tevili ile  عَسٰى ‘nın faili konumundadır. Masdar-ı müevvel,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَيْراً  kelimesi  كان ’nin haberidir.  مِنْهُنَّ  car mecruru  يَكُنَّ ’ye mütealliktir.


وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupta gelen  وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ cümlesine atfedilmiştir.

Ayette geçen  لْاَلْقَابِ  ile kastedilen, وَلَا تَنَابَزُوا  karinesiyle beğenilmeyen (hoşlanılmayan) lakaplardır. (Âşûr)

Kendinizi kötülemeyin yani birbirinizi gıybet etmeyin demektir; çünkü müminler tek bir vücut gibidir. Ya da kınanacak şey yapmayın demektir, çünkü kınanacak şey yapan ancak kendini kötülemiş olur. (Beyzâvî)


بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ 

 

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İtiraz cümlesi ikaz ve kınama gayesiyle gelmiştir.

İtiraz, peş peşe gelen iki söz veya sadece bir sözün içerisinde, îrabda mahalli olmayan bir veya daha fazla ara cümle getirilerek yapılan ıtnâbdır.

Gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil  بِئْس , mahsusu ile birlikte tekid ifade eder.  الِاسْمُ , camid fiil  بِئْسَ ‘nin failidir.  الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır. Haber konumundaki  الْفُسُوقُ ‘nun, takdiri  هو  olan mübtedası mahzuftur. Bu cümle  بِئْسَ  ’nin mahsusudur. Veya  الْفُسُوقُ  muahhar mübteda,  بِئْسَ الِاسْمُ  mukaddem haberdir.

 بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ  zaman zarfı, mahzuf hale mütealliktir.

Bundan murad, ya özellikle müminlere küfrü ve fışkı isnâd etmenin çirkin sayılmasıdır. Nitekim rivayet olunur ki, bu ayet, validelerimizden Safiyye Binti Huyey hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Safiye validemiz, bir gün Resulullah'a gelip: "Kadınlar, bana: "Ey ebeveyni yahudi olan yahudi kadın!.." diyorlar" diye şikayette bulunmuş. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Sen de niçin onlara: "Benim babam. Harun Peygamberdir; amcam Musa Peygamberdir ve kocam da Muhammed Peygamberdir!" demedin!" buyurdu.

Yahut bu kelamdan murad, kötü lakaplarla atışmak, fasıklıktır ve onu iman ile yanyana getirmek çirkindir. (Ebüssuûd)


وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

Nidanın cevabına matuf olan bu cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَنْ  şart ismi mübteda,  لَمْ يَتُبْ  cümlesi mübtedanın haberidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ , mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha etkili ve beliğdir.

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile  tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tahkir ve tevbih ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber  الظَّالِمُونَ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَسٰٓى  - خَيْراً - مِنْ - اَنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمَنُوا  -  الْا۪يمَانِۚ  ve  يَكُونُوا  -  يَكُنَّ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الِاسْمُ  - الْفُسُوقُ  - بِئْسَ  ile  الَّذ۪ينَ  - مَنْ  ve  تَلۡمِزُوۤا۟ - تَنَابَزُوا۟ - یَسۡخَرۡ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نِّسَاۤءٍ - قَوۡمࣱ  ve  ٱلِٱسۡمُ - خَیۡرࣰا  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.