يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | أَوْفُوا | yerine getirin |
|
5 | بِالْعُقُودِ | akitleri(zi) |
|
6 | أُحِلَّتْ | helal kılındı |
|
7 | لَكُمْ | sizin için |
|
8 | بَهِيمَةُ | dört ayaklı |
|
9 | الْأَنْعَامِ | hayvanlar |
|
10 | إِلَّا | dışındaki |
|
11 | مَا |
|
|
12 | يُتْلَىٰ | oku(nup açıkla)nacak olanların |
|
13 | عَلَيْكُمْ | size |
|
14 | غَيْرَ |
|
|
15 | مُحِلِّي | helal saymamak şartiyle |
|
16 | الصَّيْدِ | avlanmayı |
|
17 | وَأَنْتُمْ | siz |
|
18 | حُرُمٌ | ihramda iken |
|
19 | إِنَّ | şüphesiz |
|
20 | اللَّهَ | Allah |
|
21 | يَحْكُمُ | hükmünü verir |
|
22 | مَا | ne |
|
23 | يُرِيدُ | istediği |
|
tefsiri için;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ’dir. اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْعُقُودِ car mecruru اَوْفُوا fiiline müteallıktır.
اَوْفُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
Arap dilinde verilen sözü yerine getirme anlamında وَفَى بالْعَهدِ، اَوْفَى بِهِ’de denir. Nitekim وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ [Verdikleri sözlere riayet edenler.] (Bakara Suresi, 177) ayetindeki kullanım da bu şekildedir. Kök anlamı “düğüm” demek olan el-akd pekiştirilmiş olarak verilen söz, vaat ve ahit demektir. Verilen söz; ip vb. şeylere atılan düğüme benzetilmiştir.
Burada “ahitler”den maksat, Allah Teâlâ’nın kulları üzerine yüklediği ve gereği ile onları sorumlu tuttuğu yükümlülüklerdir. Bu ahitlerden maksadın, insanların kendi aralarında yapmış oldukları güven esasına dayalı karşılıklı teminatlar içeren sözleşmeler olduğu da söylenmiştir. Açıktır ki burada sözü edilen ahitlerden maksat, Allah’ın dini ile ilgili helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını da haram bilmek şeklinde onların omuzlarına binen yükümlülüklerdir. Ve ayet, genel bir ifade ile başlamış ardından da “size helal kılındı” diye ayrıntıya geçmiştir. (Keşşâf)
اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ
Fiil cümlesidir. اُحِلَّتْ meçhul mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. لَكُمْ car mecruru اُحِلَّتْ fiiline müteallıktır.
بَه۪يمَةُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. الْاَنْعَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. مَا müşterek ism-i mevsûlu, istisna-i muttasıl olup mansubtur. Yani إلّا ما حرّم عليكم بحكم الآيات المتلوّة (Okunan ayetlerin hükmüyle size haram kılınmış şeyler hariç) demektir.
İsm-i mevsûlun sılası يُتْلٰى عَلَيْكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يُتْلٰى elif üzere mukadder damme ile meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru يُتْلٰى fiiline müteallıktır. غَيْرَ kelimesi لَكُمْ ’deki hitap zamirinin hali olup lafzen mansubtur. مُحِلِّي muzâfun ileyh olup sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir. الصَّيْدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. حُرُمٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُحِلِّي sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekit harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. يَحْكُمُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. يَحْكُمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يُر۪يدُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
يُر۪يدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olarak gelen ...اَوْفُوا بِالْعُقُودِ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Kur’an-ı Kerim’in bütün surelerinde olduğu gibi, bu surenin girişi de surenin konusuyla alakalı en uygun şekilde olmuştur.Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedii İlmi. Âşûr)
الْعُقُودِ; düğüm demektir. Bir şeyi bir şeye çok sıkıca ve sağlamca bağlamak demektir. (Fahrettin Râzî) Ahit ve akit, benzer anlam ve benzer harfler taşıyan kelimelerdir. Aralarında cinas vardır.
Nisa Suresi “ey insanlar” diye başlamıştı, bu sure ise “ey iman edenler” diye başlıyor.
الْعُقُودِ kelimesinin başındaki tarif istiğrak içindir. (Âşûr)
Akd, güvene dayalı olarak alınan söz demektir. Bu, ip veya benzeri şeylerin düğümünü bağlamaya benzetilen bir ifadedir. Burada bundan anlaşılan mana ise Allah’ın kullarından aldığı kesin söz ve teminat demek olup Allah’ın, kendilerine yüklediği sorumlulukların gereğini yapmak zorunda bıraktığı görevler manasınadır. Bu ise ya Allah’ın bizzat sizden aldığı teminat gereği sizinle yaptığı kesin sözleşme olduğu gibi aynı zamanda insanların kendi aralarında birbirleriyle yaptıkları sözleşmeler de bu kapsam içinde değerlendirilmektedir.
Esasen burada asıl olan gerçek şu ki: Bu, Allah'ın insanlardan aldığı kesin söz ve teminat olup bunlar da Allah’ın diniyle alakalı olan helali helal kabul edip ona inanmak, gereğini yapmak ve haramı da haram kabul edip ondan uzak durmaktır. Aslında bu ifade önce biraz üstü kapalı ve pek açık olmayan bir şekilde sunulmuş ve sonra da bunun detaylarına geçilerek açıklama yapılmıştır. Açıklamayı içeren ifadeler ise “Dört ayaklı hayvanlar size helal kılınmıştır.” sözüdür. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakaiku’t Tevil)
العُقُودُ kelimesi, ayn harfinin fethasıyla yazılan عَقْدٍ kelimesinin çoğuludur. Herhangi bir fiilde iki taraf arasındaki bağlayıcılığı ifade eder. العَقْدَ hakikatte, ipin ilmek ve benzeri bir şeyle birbirine bağlanmasıdır. İpin kendi kendine bağlanmasına da العَقْدَ denir. Sonradan mecaz olarak iltizam (bağlayıcılık) manasında kullanılmıştır. Bu kullanılış da yaygınlaşmış ve örf haline gelmiştir. (Âşûr)
اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ
Fasılla gelmiş müstenefe olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur önemine binaen müsnedün ileyhe takdim edilmiştir. Müşterek ism-i mevsul مَا, müstesna olarak mahallen mansubtur.
مُحِلِّي الصَّيْدِ için hal olan وَاَنْتُمْ حُرُمٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
بَه۪يمَةُ dört ayaklı deniz ve kara hayvanları, الْاَنْعَامِ sığır, koyun, keçi gibi hayvanlar (Evcil hayvanlar) demektir. İkisi de hayvanları ifade eder. بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ; pençeli ve yırtıcı hayvanlar; at, eşek, katır gibi tek tırnaklı hayvanlar hariç, deve, sığır, koyun, keçi gibi evcil hayvanlar başta olmak üzere ceylan, geyik vb hayvanları ifade eden değişik bir tamlama türüdür, beyan için olan izafettir (izafetü’l beyan), yüzüğün cinsini açıklayan “gümüş yüzük” tamlamasına benzer.
Vahidî; الْاَنْعَامِ sözüne, tırnaklı hayvanlar girmez. Çünkü bu kelime, “yumuşak basma” manasına gelen, (نعومة) tabirinden alınmıştır demiştir.
Bunu iyice kavradığında biz deriz ki: Hakkında şu sorular sorulmuştur:
1. بَه۪يمَةُ , bir cins; الْاَنْعَامِ ise türdür. Buna göre, bu tabir tıpkı “Hayvanü’l-insan” (insan olan canlı) denilmesi gibidir ki, bu sonra getirilmesi gerekenin, önce getirilmesi demektir?
2. Eğer Allah Teâlâ, “Sizin için en'âm helal kılındı.” demiş olsaydı, bu da aynı manayı ifade ederdi. Bunun delili ise Cenab-ı Hakk’ın, bir başka ayetteki “Karşınızda okunan (hayvanlar) müstesna enam size helal kılındı.” (Hac Suresi, 30) buyruğudur. Binaenaleyh bu ayette, “behîme” kelimesinin ilaveten getirilmesinde ne fayda vardır?
3. Allah Teâlâ بَه۪يمَةُ lafzını müfred, الْاَنْعَامِ lafzını ise cemi olarak getirmiştir. Öyle ise bunun faydası nedir?
Birinci soruya şu iki şekilde cevap veririz:
1. Bu ifadede gerek بَه۪يمَةُ gerek الْاَنْعَامِ kelimeleri ile aynı şey murad edilmiştir. Binaenaleyh بَه۪يمَةُ’nin, الْاَنْعَامِ’a izafesi beyan içindir. Bu tür izafet (den, dan) manasındadır. Mesela (gümüş’ten olan yüzük, gümüş yüzük) gibi. Binaenaleyh ayetteki bu izafet, “Enam’dan olan behîme” demektir. Veyahut da bu izafet, tekid içindir. Tıpkı bizim “o şeyin kendisi, bizzat aynısı” dememiz gibi.
2. بَه۪يمَةُ ile bir şey, الْاَنْعَامِ ile de başka birşey murad edilmiştir. Bu takdirde şu iki izah yapılabilir:
a. بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ tabirinden maksat, ceylan, vahşi sığır ve benzeri hayvanlardır. Sanki Araplar, geviş getirme ve köpek dişleri olmama bakımından “enam”a benzeyen behâim cinsi hayvanları kastetmişlerdir. Böylece بَه۪يمَةُ kelimesi, aradaki bu benzerlikten ötürü الْاَنْعَامِ’a muzâf kılınmıştır.
b. Buradaki بَه۪يمَةُ’den maksat, “enam”ın karnındaki yavrularıdır. Nitekim rivayet olunduğuna göre İbni Abbas, bir sığır kesilip karnından bir cenin çıkınca onun kuyruğundan tutarak, “Bu, enam’ın behîmesidir.” demiştir. İbni Ömer’in de “Bu, enam’ın ceninleridir. Enam’ın kesilmesi bunun da kesilmesi yerine geçer.” dediği rivayet edilmiştir. Bil ki bu izah, İmam Şafiî’nin, “Cenin, annesinin kesilmesi ile kesilmiş sayılır.” şeklindeki görüşünün doğruluğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
بَه۪يمَةُ, dört ayaklı bütün hayvanlar için kullanılır.
الْاَنْعَامِ da, aynı manaya geldiği halde بَه۪يمَةُ kelimesinin ona izafe edilmesi, manayı kuvvetlendirmek içindir.
Bu hayvanlar, Enam Suresi’nde sayılan dört çifttir. Bunlara ceylan, geyik, karaca ve yabani sığır gibi hayvanlar da ilave edilir.
Diğer bir görüşe göre buradaki بَه۪يمَةُ’den murad, sözü geçen yabani dört ayaklı hayvanlardır. Çünkü الْاَنْعَامِ (dört ayaklı evcil hayvan) etlerinin helal olduğu daha önce beyan edildi.
Bu görüşe göre بَه۪يمَةُ kelimesinin, الْاَنْعَامِ kelimesine izafe edilmesi, geviş getirmek ve kesici dişleri olmamak hususunda aralarında benzerlik bulunmasından dolayıdır. Bu izafenin faydası da, iki muzâf (بَه۪يمَةُ ile الْاَنْعَامِ) arasındaki müşterek hükmün illetini bildirmektir. Sanki şöyle denmektedir:
Daha önce helal olduğu size bildirilen الْاَنْعَامِ (evcil hayvanlar)’a benzeyen ve onlardaki hükmün temel sebebini (illetini) taşıyan بَهَائِم (yabani hayvanlar) de sizin için helal kılınmıştır. (Ebüssuûd, Âşûr)
اُحِلَّتْ - مُحِلِّي arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اُحِلَّتْ - حُرُمٌ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
بَه۪يمَةُ - الْاَنْعَامِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette helal kelimesi değişik formlarda çok sık geçmiştir.
Nisa ve Maide Sureleri asıllardan çok teferruatları açıklamaktadır.
اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ
Fasılla gelmiş müstenefedir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkarî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle marife olması, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
اِنَّ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
Müşterek ism-i mevsûlün sılası da müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin zahir olan “Haram ve helal konusunda Allah hüküm verir.” anlamının altında, verilen hükme uymak gerekliliği manası yatar. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.