19 Temmuz 2024
Nisâ Sûresi 176-176 / Mâide Sûresi 1-2 (105. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 176. Ayet

يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُـهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ  ...


Senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, size “kelâle” (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızlı iseler, o zaman (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır. Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْتَفْتُونَكَ senden fetva istiyorlar ف ت ي
2 قُلِ de ki ق و ل
3 اللَّهُ Allah
4 يُفْتِيكُمْ size şöyle açıklıyor ف ت ي
5 فِي hakkında
6 الْكَلَالَةِ kelale ك ل ل
7 إِنِ eğer
8 امْرُؤٌ kişinin م ر ا
9 هَلَكَ ölen ه ل ك
10 لَيْسَ yoksa ل ي س
11 لَهُ onun
12 وَلَدٌ çocuğu و ل د
13 أُخْتٌ bir kızkardeşi ا خ و
14 فَلَهَا o(kızkardeşi)nindir
15 نِصْفُ yarısı ن ص ف
16 مَا ne ki
17 تَرَكَ miras bıraktı ت ر ك
18 وَهُوَ fakat kendisi
19 يَرِثُهَا onun mirasını alır و ر ث
20 إِنْ eğer
21 لَمْ
22 يَكُنْ yoksa (kızkardeşinin) ك و ن
23 لَهَا kendi
24 وَلَدٌ çocuğu و ل د
25 فَإِنْ eğer
26 كَانَتَا varsa ك و ن
27 اثْنَتَيْنِ iki kızkardeşi ث ن ي
28 فَلَهُمَا onlarındır
29 الثُّلُثَانِ üçte ikisi ث ل ث
30 مِمَّا
31 تَرَكَ bıraktığı mirasın ت ر ك
32 وَإِنْ ve eğer
33 كَانُوا olursa (birçok) ك و ن
34 إِخْوَةً kardeşler ا خ و
35 رِجَالًا erkek ر ج ل
36 وَنِسَاءً ve kadın ن س و
37 فَلِلذَّكَرِ erkeğe ذ ك ر
38 مِثْلُ kadar (verilir) م ث ل
39 حَظِّ payı ح ظ ظ
40 الْأُنْثَيَيْنِ iki kadının ا ن ث
41 يُبَيِّنُ açıklıyor ب ي ن
42 اللَّهُ Allah
43 لَكُمْ size
44 أَنْ diye
45 تَضِلُّوا şaşırırsınız ض ل ل
46 وَاللَّهُ Allah
47 بِكُلِّ he ك ل ل
48 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
49 عَلِيمٌ bilir ع ل م

يَسْتَفْتُونَكَۜ 


Fiil cümlesidir.  يَسْتَفْتُونَكَ  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

يَسْتَفْتُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  فتي ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.


قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ 


Fiil cümlesidir.  قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Mekulü’l-kavli  اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  يُفْت۪يكُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  فِي الْكَلَالَةِ  car mecruru  يُفْت۪يكُمْ  fiiline müteallıktır.

يُفْت۪يكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  فتي’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ 


اِنِ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  امْرُؤٌا  mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Takdiri, إن هلك امرؤ (Bir adam ölürse) şeklindedir.

هَلَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ  cümlesi  امْرُؤٌا ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.  لَيْسَ  camid nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

لَهُ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ  kelimesi لَيْسَ’nin muahhar ismidir.

وَ  atıf harfidir.  لَهُٓ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اُخْتٌ  muahhar mübtedadır.

لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ  sıfattır ya da  هَلَكَ  fiilindeki gizli zamirden haldir.

وَلَهُٓ ’daki  وَ ’ın hale atıf için de olması ihtimali vardır. Kız kardeşten maksat ana baba bir yahut baba bir olandır; zira kardeşi asabe (muayyen bir payı olmayan) sayılmıştır. (Beyzâvi)

لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ  (çocuğu olmayan) cümlesi hal olmak üzere mahallen mansub değil,  امْرُؤٌا ’nun sıfatı olmak üzere mahallen merfû‘dur, إن هلك امرؤٌا غير ذى ولدٍ…(Çocuğu olmayan biri ölürse) anlamındadır.  Veled (çocuk) erkek ve kız için kullanılan müşterek bir isim olmakla birlikte, burada oğul kastedilmektedir. Çünkü oğul, kız kardeşi mirastan mahrum eder. Fakat -İbn AbbAs (ra)’ın görüşü hariç- kız çocuğu kız kardeşin miras hakkını düşürmez. “Kız kardeşi varsa…” ifadesinde kız kardeşten kasıt, sadece ana-bir değil, ana-baba bir kız kardeştir. Çünkü Allah Teâlâ ona mirasın yarısını vermiş, erkek kardeşini ise asabe yapmış ve [“Erkeğe iki kız hissesi düşer.”] (4/110) buyurmuştur. Sadece ana-bir kız kardeş ise miras ayetinde belirtildiği gibi erkek kardeşiyle eşit olarak mirasın 1/6’ini alır. “Erkek de kız kardeşine mirasçı olur” yani durum tersine gerçekleşip kız kardeş ölür, erkek kardeş ona mirasçı olursa “eğer o kız kardeşin çocuğu” yani oğlu “yoksa…” Çünkü erkek çocuk erkek kardeşin mirastan pay almasını engeller, kız evlat engellemez. (Keşşâf)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  نِصْفُ  muahhar mübtedadır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Yani zamir helak olanlara aittir. 

وَلَدٌ  (çocuk) erkek ve kız için kullanılan müşterek bir isim olmakla birlikte burada oğul kastedilmektedir. Çünkü oğul, kız kardeşi mirastan mahrum eder. (Keşşâf)


 وَهُوَ يَرِثُـهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ 


وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَرِثُهَٓا  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَرِثُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.  لَهَا  car mecruru  يَكُنْ’un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ  kelimesi  يَكُنْ ’un muahhar ismidir.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  فهو يرثها  şeklindedir.

 

 فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ 


فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَتَا ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Muttasıl zamir elif,  كَانَتَا ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. اثْنَتَيْنِ  kelimesi  كَانَتَا ’nin haberi olup müsenna olduğu için  ى  ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَهُمَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الثُّلُثَانِ  muahhar mübtedadır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  الثُّلُثَانِ ’nin mahzuf haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.


وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ


وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانُٓوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.  اِخْوَةً  kelimesi  كَانُٓوا ’nun haberi olup lafzen mansubtur.

رِجَالًا  kelimesi  اِخْوَةً ‘in bedeli olup fetha ile mansubtur.  نِسَٓاءً  atıf harfi  وَ ’la  رِجَالًا ’e matuftur. 

 فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لِلذَّكَرِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مِثْلُ  muahhar mübtedadır. Aynı zamanda muzâftır.

Aslolan mahzuf mübtedanın sıfatıdır. Takdiri,  حظّ مثل حظّ الأنثيين (İki kadının payı kadar bir pay) şeklindedir.

حَظِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاُنْثَيَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ى  ile mecrurdur.


 يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ


Fiil cümlesidir.  يُبَيِّنُ  merfû muzari fiildir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  یُبَیِّنُ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olarak mahallen mansubtur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, خشية أن تضلّوا (Dalalete düşmenizden korkarak) şeklindedir.

تَضِلُّوا  fiili  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


 وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  بِكُلِّ  car mecruru  عَل۪يمٌ ’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَل۪يمٌ  ise haberdir.

عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fasılla gelen قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ  cümlesi beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلِ  fiilinin mekulü’l-kavli  اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ  şeklinde sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve tazim içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır. 

الْكَلَالَةِ; birinci dereceden yakını olmayan ve ölen kişi demektir.

Fetva istedikleri konunun açık olarak zikredilmemesi, ondan sonraki anlatım yeterli sayıldığı içindir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ, surenin sonu başına uygun düşsün diye, bu surenin evvelinde mallarla ilgili hükümlerden bahsetmiş ve sonunu aynı mevzu ile bitirmiştir. Surenin ortası ise, hak dine ters düşmüş olan fırkalarla tartışmayı ihtiva etmektedir.(Fahreddin er-Râzî)

اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ  sözü, farzların şanını yüceltmek içindir. Müsnedün ileyhin takdim edilmesi kasr değil ihtimam içindir. (Âşûr)


اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُـهَٓا 


Fasılla gelen  bu cümle beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Şart  üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  امْرُؤٌا, takdiri  هلك  olan fiilin failidir. Cümledeki ikinci  هَلَكَ  fiili tefsiriyedir. 

امْرُؤٌا ’un sıfatı olan  لَيْسَ  cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

لَيْسَ ,لَهُ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ, muahhar ismidir. Aynı formdaki  وَلَهُٓ اُخْتٌ  isim cümlesi  لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ  cümlesine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

Cevap cümlesi  فَ  karinesiyle gelen, isim cümlesidir. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede de îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muahhar mübteda olan  نِصْفُ ’nun muzâfun ileyhi konumundadır. 

وَهُوَ يَرِثُهَٓا  cümlesi  اِنِ امْرُؤٌا  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. İstînâfiyye olması caizdir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.


اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ

 

Fasılla gelmiş istînaf cümlesidir. Şart üslubunda haberî isnaddır.

Takdiri,  فهو يرثها  [Ona varis olur.] olan cevap mahzuftur. Cevabın, öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede   îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  كَانَ , لَهَا ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَهُٓ, muahhar ismidir.


 فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ


Önceki şart cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

كَانَتَا اثْنَتَيْنِ  şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap  cümlesi  فَ  karinesiyle gelen isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, cer mahallinde mahzuf hale müteallıktır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.


وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالاً وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ

 

Makabline matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  اِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً,  faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap  cümlesi  فَ  karinesiyle gelen isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لِلذَّكَرِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  مِثْلُ  kelimesi, حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ’ye muzaftır.

 

 يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ 


Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle mef’ûlün lieclihtir.

Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, خشية أن تضلّوا (Dalalete düşmenizden korkarak) şeklindedir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve irşad içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır. 


 وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkâr î kelamdır.

Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  ٱللَّه  ismiyle gelmiştir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun âmile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeyin bilgisine sahiptir. Bilgisi dahilinde olmayan hiçbir şey yoktur. بِكُلِّ شَيْءٍ  ifadesi maksûrun aleyh,  عَل۪يمٌ  ise maksûrdur.

شَيْءٍ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

عَل۪يمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

يُفْت۪يكُمْ - يَسْتَفْتُونَكَ  ve  كَانُٓوا - كَانَتَا - يَكُنْ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

رِجَالًا  - لِلذَّكَرِ - امْرُؤٌا ,نِسَٓاءً - الْاُنْثَيَيْنِۜ ,نِصْفُ - اثْنَتَيْنِ - الثُّلُثَانِ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رِجَالًا - نِسَٓاءً  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

تَرَكَ - وَلَدٌ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Nisa Suresi’nin başında da yetim mallarını yememek, rüşvet vermemek, ikişer-üçer-dörder evlenme gibi konularda hükümler vardı. Sure şimdi yine bir hüküm ile sona ermektedir. Başı ile sonu arasındaki uyum dolayısıyla hüsn-i intihâ (güzel sona erme) ve teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.

Surenin başı, Cenab-ı Hakk’ın kudretinin mükemmelliğini anlatmaktadır. Çünkü Allah bu sureye, [Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan Rabbinize saygılı olun.] diye başlamıştır. İşte bu ifade, O’nun kudretinin sonsuzluğuna delalet eder. Surenin sonu ise Allah’ın ilminin mükemmelliğini anlatmaktadır. Bu da O’nun, [Allah her şeyi hakkıyla bilendir.] ayetidir. Rubûbiyet, ulûhiyet, celâl ve izzet işte bu iki sıfat ile kaimdir. Bu iki sıfattan dolayı insanların, Allah’ın emir ve yasaklarını tutup bütün mükellefiyetleri kabul etmeleri gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

Surenin genelinde olduğu gibi son sayfadaki ayetlerin fasılaları da dikkate şayandır. Fasılalar  surenin okunuşuna apayrı bir musiki katmaktadır. Bu özellik Kur’an’ı dinleyen kişide derin bir tesir bırakır. Ayet sonlarındaki bu mükemmel uyum, seci sanatının en güzel örneklerindendir.


Mâide Sûresi

Bu surenin üçüncü ayetinin Peygamber Efendimiz s.a.v.’e nazil olan son ayet olduğu rivayet edilir. 

Kurallar ve sınırlar sûresidir.

Bu surede 19 tane farz tesbit edilmiş.

Ukûd (akitler) ve Munkize (kurtarıcı) isimleri var. 

Maide: Üzerinde yemek olan sofra demektir.

Elmalı: Nisa suresinden sonra gelmesi manidardır. Bu sofra, İslam nimetinin maidesidir. İçinde helal haram gıdalar vs vardır.

Kadınlarla ilgili olan Nisa suresinden sonra gelmesi ve sofra ile, yiyeceklerle ilgili olması da manidardır.

Bakara ve Âl-i İmran’a nazire olarak Nisa ve Maide sureleri gelmiş.

Bakara ve Âl-i İmran: Zehreveyn (iki tepe, zirve) Vahdaniyet ve nübüvvetin kökünü, temellerini takrir ve tesbit ediyor.

Nisa ve Maide sureleri de furu’ ve hükümleri takrir ediyor.

Hicri beşinci yılda nazil olmaya başlamış. Beş yıl sürmüş.

Ey iman edenler diye başlamış, üst üste beş tane böyle başlayan ayet geliyor. (1-2-6-7-11. ayetler)
Muhteva bakımından Nisâ sûresinin devamı mahiyetindedir. Zira Nisâ sûresinin son bölümünde değinilen yahudi ve hıristiyanların bâtıl inançları, tutum ve davranışları bu sûrede de ağırlıklı olarak ele alınmış ve bunlarla ilgili önemli açıklamalar yapılmıştır. Bunun dışında akidlere bağlılık, yardımlaşmada ölçü, helâl ve haram olan yiyecekler, av ve avlanma hükümleri, hayvanlarla ilgili bazı Câhiliye âdetlerinin yersizliği, Ehl-i kitabın kestiklerini yemenin ve kadınlarıyla evlenmenin câiz olması; abdest, gusül, teyemmüm, temizlik ve hac farîzasıyla ilgili hükümler; hırsızlık, yol kesicilik ve ülkede fesat çıkarmanın cezası, cihadın lüzumu, insanların birbirlerine iyilikle muamele etmeleri, fiil ve niyette doğruluk ve adalet üzere bulunmaları, yemin kefâreti, vasiyet, dinden dönmenin kötülüğü, içtimaî ve ahlâkî münasebetler, içki ve kumar yasağı gibi dinî ve hukukî konular ele alınmaktadır. Bunlara ek olarak sûrede öğüt ve ibret alınacak kıssalar yer almıştır. Bunlar, Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssası ile Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ’nın hayat hikâyelerinden kesitler şeklindedir. Ayrıca sûrede âhiret hallerinden de bahsedilmektedir.

Abdullah b. Amr b. Âs’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Hz. Peygamber bineği üzerinde iken ona Mâide sûresi indi. (O sıradaki ruh halinden dolayı) binek onu taşıyamadı, bunun üzerine Hz. Peygamber bineğinden indi” (Müsned, II, 176).

Sûrenin bir defada indiği görüşünde olanları destekleyen bir rivayete göre Esmâ binti Yezîd şöyle demiştir: “Ben Hz. Peygamber’in devesi Adbâ’nın yularını tutuyordum, o anda Hz. Peygamber’e Mâide sûresinin tamamı nâzil oldu. Sûrenin ağırlığından neredeyse devenin bacakları kırılacaktı” (Müsned, VI, 455).

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mâide Sûresi 1. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ  ...


Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helâl saymamanız kaydıyla, okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar, size helâl kılındı. Şüphesiz Allah istediği hükmü verir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 أَوْفُوا yerine getirin و ف ي
5 بِالْعُقُودِ akitleri(zi) ع ق د
6 أُحِلَّتْ helal kılındı ح ل ل
7 لَكُمْ sizin için
8 بَهِيمَةُ dört ayaklı ب ه م
9 الْأَنْعَامِ hayvanlar ن ع م
10 إِلَّا dışındaki
11 مَا
12 يُتْلَىٰ oku(nup açıkla)nacak olanların ت ل و
13 عَلَيْكُمْ size
14 غَيْرَ غ ي ر
15 مُحِلِّي helal saymamak şartiyle ح ل ل
16 الصَّيْدِ avlanmayı ص ي د
17 وَأَنْتُمْ siz
18 حُرُمٌ ihramda iken ح ر م
19 إِنَّ şüphesiz
20 اللَّهَ Allah
21 يَحْكُمُ hükmünü verir ح ك م
22 مَا ne
23 يُرِيدُ istediği ر و د

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ’dir.  اَوْفُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْعُقُودِ  car mecruru  اَوْفُوا  fiiline müteallıktır.

اَوْفُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  وفي dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

Arap dilinde verilen sözü yerine getirme anlamında  وَفَى بالْعَهدِ، اَوْفَى بِهِ’de denir. Nitekim  وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ [Verdikleri sözlere riayet edenler.] (Bakara Suresi, 177) ayetindeki kullanım da bu şekildedir. Kök anlamı “düğüm” demek olan el-akd pekiştirilmiş olarak verilen söz, vaat ve ahit demektir. Verilen söz; ip vb. şeylere atılan düğüme benzetilmiştir.

Burada “ahitler”den maksat, Allah Teâlâ’nın kulları üzerine yüklediği ve gereği ile onları sorumlu tuttuğu yükümlülüklerdir. Bu ahitlerden maksadın, insanların kendi aralarında yapmış oldukları güven esasına dayalı karşılıklı teminatlar içeren sözleşmeler olduğu da söylenmiştir. Açıktır ki burada sözü edilen ahitlerden maksat, Allah’ın dini ile ilgili helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını da haram bilmek şeklinde onların omuzlarına binen yükümlülüklerdir. Ve ayet, genel bir ifade ile başlamış ardından da “size helal kılındı” diye ayrıntıya geçmiştir. (Keşşâf) 


 اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ 


Fiil cümlesidir.  اُحِلَّتْ  meçhul mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  لَكُمْ car mecruru  اُحِلَّتْ  fiiline müteallıktır.

بَه۪يمَةُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  الْاَنْعَامِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَّا  istisna harfidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu, istisna-i muttasıl olup mansubtur. Yani  إلّا ما حرّم عليكم بحكم الآيات المتلوّة (Okunan ayetlerin hükmüyle size haram kılınmış şeyler hariç) demektir.

İsm-i mevsûlun sılası  يُتْلٰى عَلَيْكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يُتْلٰى  elif üzere mukadder damme ile meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  يُتْلٰى  fiiline müteallıktır.  غَيْرَ  kelimesi  لَكُمْ ’deki hitap zamirinin hali olup lafzen mansubtur.  مُحِلِّي  muzâfun ileyh olup sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.  الصَّيْدِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  حُرُمٌ  haber olup lafzen merfûdur.

مُحِلِّي  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekit harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  يَحْكُمُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.  يَحْكُمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يُر۪يدُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

يُر۪يدُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındandır. Sülâsîsi  رود dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ 

 

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olarak gelen ...اَوْفُوا بِالْعُقُودِ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Münada olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan  ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi,  لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Kur’an-ı Kerim’in bütün surelerinde olduğu gibi, bu surenin girişi de surenin konusuyla alakalı en uygun şekilde olmuştur.Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedii İlmi. Âşûr)

الْعُقُودِ; düğüm demektir. Bir şeyi bir şeye çok sıkıca ve sağlamca bağlamak demektir. (Fahrettin Râzî) Ahit ve akit, benzer anlam ve benzer harfler taşıyan kelimelerdir. Aralarında cinas vardır.

Nisa Suresi “ey insanlar” diye başlamıştı, bu sure ise “ey iman edenler” diye başlıyor.

الْعُقُودِ  kelimesinin başındaki tarif istiğrak içindir. (Âşûr)

Akd, güvene dayalı olarak alınan söz demektir. Bu, ip veya benzeri şeylerin düğümünü bağlamaya benzetilen bir ifadedir. Burada bundan anlaşılan mana ise Allah’ın kullarından aldığı kesin söz ve teminat demek olup Allah’ın, kendilerine yüklediği sorumlulukların gereğini yapmak zorunda bıraktığı görevler manasınadır. Bu ise ya Allah’ın bizzat sizden aldığı teminat gereği sizinle yaptığı kesin sözleşme olduğu gibi aynı zamanda insanların kendi aralarında birbirleriyle yaptıkları sözleşmeler de bu kapsam içinde değerlendirilmektedir.

Esasen burada asıl olan gerçek şu ki: Bu, Allah'ın insanlardan aldığı kesin söz ve teminat olup bunlar da Allah’ın diniyle alakalı olan helali helal kabul edip ona inanmak, gereğini yapmak ve haramı da haram kabul edip ondan uzak durmaktır. Aslında bu ifade önce biraz üstü kapalı ve pek açık olmayan bir şekilde sunulmuş ve sonra da bunun detaylarına geçilerek açıklama yapılmıştır. Açıklamayı içeren ifadeler ise “Dört ayaklı hayvanlar size helal kılınmıştır.” sözüdür. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakaiku’t Tevil)

العُقُودُ kelimesi, ayn harfinin fethasıyla yazılan  عَقْدٍ kelimesinin çoğuludur. Herhangi bir fiilde iki taraf arasındaki bağlayıcılığı ifade eder.  العَقْدَ hakikatte, ipin ilmek ve benzeri bir şeyle birbirine bağlanmasıdır. İpin kendi kendine bağlanmasına da  العَقْدَ  denir. Sonradan mecaz olarak iltizam (bağlayıcılık) manasında kullanılmıştır. Bu kullanılış da yaygınlaşmış ve örf haline gelmiştir. (Âşûr) 

 

 اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ

 

Fasılla gelmiş müstenefe olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur önemine binaen müsnedün ileyhe takdim edilmiştir. Müşterek ism-i mevsul  مَا, müstesna olarak mahallen mansubtur. 

مُحِلِّي الصَّيْدِ  için hal olan   وَاَنْتُمْ حُرُمٌ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

بَه۪يمَةُ  dört ayaklı deniz ve kara hayvanları,  الْاَنْعَامِ  sığır, koyun, keçi gibi hayvanlar (Evcil hayvanlar) demektir. İkisi de hayvanları ifade eder.  بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ; pençeli ve yırtıcı hayvanlar; at, eşek, katır gibi tek tırnaklı hayvanlar hariç, deve, sığır, koyun, keçi gibi evcil hayvanlar başta olmak üzere ceylan, geyik vb hayvanları ifade eden değişik bir tamlama türüdür, beyan için olan izafettir (izafetü’l beyan), yüzüğün cinsini açıklayan “gümüş yüzük” tamlamasına benzer.

Vahidî;  الْاَنْعَامِ  sözüne, tırnaklı hayvanlar girmez. Çünkü bu kelime, “yumuşak basma” manasına gelen, (نعومة) tabirinden alınmıştır demiştir.

Bunu iyice kavradığında biz deriz ki: Hakkında şu sorular sorulmuştur:

1.  بَه۪يمَةُ , bir cins;  الْاَنْعَامِ  ise türdür. Buna göre, bu tabir tıpkı “Hayvanü’l-insan” (insan olan canlı) denilmesi gibidir ki, bu sonra getirilmesi gerekenin, önce getirilmesi demektir?

2. Eğer Allah Teâlâ, “Sizin için en'âm helal kılındı.” demiş olsaydı, bu da aynı manayı ifade ederdi. Bunun delili ise Cenab-ı Hakk’ın, bir başka ayetteki “Karşınızda okunan (hayvanlar) müstesna enam size helal kılındı.” (Hac Suresi, 30) buyruğudur. Binaenaleyh bu ayette, “behîme” kelimesinin ilaveten getirilmesinde ne fayda vardır?

3. Allah Teâlâ  بَه۪يمَةُ  lafzını müfred,  الْاَنْعَامِ  lafzını ise cemi olarak getirmiştir. Öyle ise bunun faydası nedir?

Birinci soruya şu iki şekilde cevap veririz:

1. Bu ifadede gerek  بَه۪يمَةُ gerek  الْاَنْعَامِ  kelimeleri ile aynı şey murad edilmiştir. Binaenaleyh  بَه۪يمَةُ’nin,  الْاَنْعَامِ’a izafesi beyan içindir. Bu tür izafet (den, dan) manasındadır. Mesela (gümüş’ten olan yüzük, gümüş yüzük) gibi. Binaenaleyh ayetteki bu izafet, “Enam’dan olan behîme” demektir. Veyahut da bu izafet, tekid içindir. Tıpkı bizim “o şeyin kendisi, bizzat aynısı” dememiz gibi.

2.  بَه۪يمَةُ  ile bir şey,  الْاَنْعَامِ  ile de başka birşey murad edilmiştir. Bu takdirde şu iki izah yapılabilir:

a.  بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ  tabirinden maksat, ceylan, vahşi sığır ve benzeri hayvanlardır. Sanki Araplar, geviş getirme ve köpek dişleri olmama bakımından “enam”a benzeyen behâim cinsi hayvanları kastetmişlerdir. Böylece  بَه۪يمَةُ  kelimesi, aradaki bu benzerlikten ötürü  الْاَنْعَامِ’a muzâf kılınmıştır.

b. Buradaki  بَه۪يمَةُ’den maksat, “enam”ın karnındaki yavrularıdır. Nitekim rivayet olunduğuna göre İbni Abbas, bir sığır kesilip karnından bir cenin çıkınca onun kuyruğundan tutarak, “Bu, enam’ın behîmesidir.” demiştir. İbni Ömer’in de “Bu, enam’ın ceninleridir. Enam’ın kesilmesi bunun da kesilmesi yerine geçer.” dediği rivayet edilmiştir. Bil ki bu izah, İmam Şafiî’nin, “Cenin, annesinin kesilmesi ile kesilmiş sayılır.” şeklindeki görüşünün doğruluğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

بَه۪يمَةُ, dört ayaklı bütün hayvanlar için kullanılır.

الْاَنْعَامِ  da, aynı manaya geldiği halde  بَه۪يمَةُ  kelimesinin ona izafe edilmesi, manayı kuvvetlendirmek içindir.

Bu hayvanlar, Enam Suresi’nde sayılan dört çifttir. Bunlara ceylan, geyik, karaca ve yabani sığır gibi hayvanlar da ilave edilir.

Diğer bir görüşe göre buradaki بَه۪يمَةُ’den murad, sözü geçen yabani dört ayaklı hayvanlardır. Çünkü  الْاَنْعَامِ (dört ayaklı evcil hayvan) etlerinin helal olduğu daha önce beyan edildi.

Bu görüşe göre  بَه۪يمَةُ  kelimesinin,  الْاَنْعَامِ  kelimesine izafe edilmesi, geviş getirmek ve kesici dişleri olmamak hususunda aralarında benzerlik bulunmasından dolayıdır. Bu izafenin faydası da, iki muzâf (بَه۪يمَةُ  ile  الْاَنْعَامِ) arasındaki müşterek hükmün illetini bildirmektir. Sanki şöyle denmektedir:

Daha önce helal olduğu size bildirilen  الْاَنْعَامِ (evcil hayvanlar)’a benzeyen ve onlardaki hükmün temel sebebini (illetini) taşıyan  بَهَائِم (yabani hayvanlar) de sizin için helal kılınmıştır. (Ebüssuûd, Âşûr)

اُحِلَّتْ - مُحِلِّي arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اُحِلَّتْ - حُرُمٌ  arasında tıbâk-ı îcab vardır. 

بَه۪يمَةُ - الْاَنْعَامِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayette helal kelimesi değişik formlarda çok sık geçmiştir. 

Nisa ve Maide Sureleri asıllardan çok teferruatları açıklamaktadır. 

 

 اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ

 

Fasılla gelmiş müstenefedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkarî kelamdır.  اِنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle marife olması, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

اِنَّ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

Müşterek ism-i mevsûlün sılası da müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin zahir olan “Haram ve helal konusunda Allah hüküm verir.” anlamının altında, verilen hükme uymak gerekliliği manası yatar. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.


Mâide Sûresi 2. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَاناًۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ  ...


Ey iman edenler! Allah’ın (koyduğu din) nişanelerine, haram aya, hac kurbanına, (bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rab’lerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâ’be’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تُحِلُّوا saygısızlık etmeyin ح ل ل
6 شَعَائِرَ işaretlerine ش ع ر
7 اللَّهِ Allah’ın
8 وَلَا ve
9 الشَّهْرَ aya ش ه ر
10 الْحَرَامَ haram ح ر م
11 وَلَا ve
12 الْهَدْيَ kurbana ه د ي
13 وَلَا ve
14 الْقَلَائِدَ gerdanlık(lı kurban)lara ق ل د
15 وَلَا ve
16 امِّينَ gelenlere ا م م
17 الْبَيْتَ Beyt-i ب ي ت
18 الْحَرَامَ Haram’a ح ر م
19 يَبْتَغُونَ arzu ederek ب غ ي
20 فَضْلًا lutfunu ف ض ل
21 مِنْ
22 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
23 وَرِضْوَانًا ve rızasını ر ض و
24 وَإِذَا ve zaman
25 حَلَلْتُمْ ihramdan çıktığınız ح ل ل
26 فَاصْطَادُوا avlanabilirsiniz ص ي د
27 وَلَا
28 يَجْرِمَنَّكُمْ sizi itmesin ج ر م
29 شَنَانُ beslediğiniz kin ش ن ا
30 قَوْمٍ bir topluma karşı ق و م
31 أَنْ dolayı
32 صَدُّوكُمْ sizi çevirdiklerinden ص د د
33 عَنِ
34 الْمَسْجِدِ Mescid-i س ج د
35 الْحَرَامِ Haram’dan ح ر م
36 أَنْ
37 تَعْتَدُوا suç işlemeğe ع د و
38 وَتَعَاوَنُوا ve yardımlaşın ع و ن
39 عَلَى üzerinde
40 الْبِرِّ iyilik ب ر ر
41 وَالتَّقْوَىٰ ve takva و ق ي
42 وَلَا
43 تَعَاوَنُوا yardımlaşmayın ع و ن
44 عَلَى üzerinde
45 الْإِثْمِ günah ا ث م
46 وَالْعُدْوَانِ ve düşmanlık ع د و
47 وَاتَّقُوا ve korkun و ق ي
48 اللَّهَ Allah’tan
49 إِنَّ şüphesiz
50 اللَّهَ Allah’ın
51 شَدِيدُ çetindir ش د د
52 الْعِقَابِ azabı ع ق ب

Enes  radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Din kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.”

Bir adam:

- Ya Rasûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Peygamberimiz:

– “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu.  Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 6. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 68

عون Yardım etmek, desteklemek demektir. ألْعَوَانُ Orta yaşlı olmak manasında kullanılır. Ayrıca avniyet köküyle muttasıf olarak gelmesi o kimsenin ya da şeyin kıymet sahibi olduğuna delalet eder. التَّعاوُن yardımlaşmak manasına gelir. ألإسْتِعَانَة ise yardım ve destek istemektir. (Müfredat - Tahkik) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri muâvin, teâvün, iâne, avâne, muin ve Avni'dir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

.ٌبَرّ Deniz kavramının zıddı olan kara parçası demektir. Bu kökte mevcud olan genişleme/bollaşma anlamı düşünülerek  hayır işlemede genişlemek, bol  hayır işlemek demek olan ألْبَرُّ sözcüğü de buradan türemiştir. Kelimemiz Allah-u Teala'ya nisbet edildiğinde mükafat ve sevap vermek; kula nisbet edildiğinde ise itaat etmek ve bağlılık göstermek anlamlarına gelir.

 ألْبَرُّ iki türdür. Bir bölümü inançla bir bölümü de amelerle ilgilidir. Allah Rasûlune 'birr'in ne olduğu sorulunca Bakara 2/177 ayetini okumuştur ki bu ayet anlam olarak hem inancı ve hem de amelleri kapsamaktadır. ألْبِرّ sözcüğü sıdk ve doğru sözlülük manasında da kullanılmıştır. Zira bu da iyiliğin geniş bir alanını kuşatmaktadır. Kur’ân-ı Kerim'de de geçen بَرَرَة kelimesi أبْرَار dan daha beliğ olduğundan yalnızca melekler için kullanılmıştır. Zira ilki devamlılık ifade eden bir kalıp olan  بَرٌّ'ün çoğuludur.

Diğeri ise بَارٌّ 'ün cemisidir. ألْبُرُّ  bildiğimiz buğdaydır. Bu şekilde adlandırılmasının sebebi yiyecekler arasında kendisine en geniş çapta ihtiyaç duyulanı olmasıdır.  (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 32 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Ebrar, mebrur ve Berire'dir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَاناًۜ



يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ’dir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُحِلُّوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

شَعَٓائِرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  شَعَٓائِرَ اللّٰهِ ’ye matuftur.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  الْحَرَامَ  kelimesi  الشَّهْرَ ’nin sıfatıdır.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  شَعَٓائِرَ اللّٰهِ ’ye matuftur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  قتال آمّين (Yönelenlerle savaşmak) şeklindedir.

آٰمّ۪ينَ  kelimesinin nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  الْبَيْتَ  kelimesi ism-i fail olan  آٰمّ۪ينَ ’nin mef’ûlun bihidir.  الْحَرَامَ  kelimesi  الْبَيْتَ ‘nin sıfatıdır.

يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ  cümlesi  آٰمّ۪ينَ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur.  يَبْتَغُونَ fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  fail olup mahallen merfûdur.

فَضْلًا  mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.  مِنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  فَضْلًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.  رِضْوَانًا  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  فَضْلًا ‘e matuftur.

الْقَلَٓائِدَ  kelimesi  قِلاَدَةٌ ‘nin çoğuludur;  قِلاَدَةٌ , Kâbe için kurbanlık oldukları bilinsin ve onlara dokunulmasın diye hayvanların boyunlarına takılan nal veya ağaç kabuğu gibi işaretlerdir.

الْقَلَٓائِدَ  saygısızlık etmemekten maksat, Kâbe’ye hediye edilmek üzere işaretin takıldığı büyükbaş kurbanlıklara dokunma yasağıdır. (Ebüssuûd)


وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  

إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

حَلَلْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  حَلَلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اصْطَادُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ


وَ  atıf harfidir.  لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يَجْرِمَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur.  يَجْرِمَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, 

teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

شَنَاٰنُ  fail olup lafzen merfûdur.  قَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَجْرِمَنَّكُمْ  fiiline müteallıktır.

صَدُّوكُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَنِ الْمَسْجِدِ car mecruru صَدُّوكُمْ  fiiline müteallıktır.  الْحَرَامِ  kelimesi  الْمَسْجِدِ ’nin sıfatıdır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَجْرِمَنَّكُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  تَعْتَدُواۢ  fiili  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


 وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ

 

وَ  atıf harfidir.  تَعَاوَنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى الْبِرِّ  car mecruru  تَعَاوَنُوا  fiiline müteallıktır.  التَّقْوٰى  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الْبِرِّ ’ya matuftur.

تَعَاوَنُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  عون’dir. Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.

  

وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ 


وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَعَاوَنُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir.

عَلَى الْاِثْمِ  car mecruru  تَعَاوَنُوا  fiiline müteallıktır.  الْعُدْوَانِ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  الْاِثْمِ ’ya matuftur.


  وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ


وَ  atıf harfidir. اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. 

شَد۪يدُ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberidir.  الْعِقَابِ۟  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَاناًۜ 


Ayet istînâfiyyedir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olarak gelen  لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan  ءَامَنُوا۟  mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekit unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك  “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)

İlk ayetteki nidanın tekrar edilmiş olması, arkadan gelecek önemli şeyler olduğuna delalet ederek muhatabın ilgisini çeker.

آٰمّ۪ينَ  kelimesinin kökü, yönelmek manasındaki  أمّ  fiilidir. İmam, anne kelimeleri bu köktendir.  آٰمّ۪ينَ , ism-i fail kalıbında olup yönelenler demektir.

شَعَٓائِرَ ,شعَٓر  kelimeleri duygulanmak, duyumsamak manasındaki  شَعر  kökündendir.  شَعر  saç demektir. Şair, şuur kelimeleri de bu köktendir. شَعَٓائِرَ; kıymet verilen şeyler, bizim içimizde o duyguyu hissetmeyi sağlayan şeyler demektir.

شَعَٓائِرَ  burada bazı alimlere göre hac ile ilgili yasaklar, bazı alimlere göre bütün yasaklar ve hükümler, bunların göstergesi olan ihram, şeytan taşlama vs.’dir.

شَعَٓائِرَ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  شَعَٓائِرَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Allah Teâlâ, haccın şiarlarını beyana devam ediyor. Şiarların Allah’a izafe edilmesi, onlara şeref kazandırmak ve ihlallerinin korkunç bir hal olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

فَضْلًا - رِضْوَانًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَبِّهِمْ  izafetinde  هِمْ  zamiri  رَبِّ  ismine muzâfun ileyh olmakla şeref kazanmıştır.

Rabb kelimesinin, hacı adaylarının yerini tutan zamire izafe edilmesi, onlara şeref kazandırmak ve onların isteklerinin hasıl olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ [Allah’ın haram kıldıklarını helal saymayın, koyduğu sınırları geçmeyin.]  cümlesinde istiare vardır. “Alametler” manasına ge­len “şeâir” kelimesi kendilerini uygulamakla kulların Allah’a ibadet ettiği helal ve haram yerinde kullanılmıştır. (Safvetü’t Tefasir)

وَلَا الْقَلَٓائِدَ  [Gerdanlık takılmış hayvanlara saldırmayı helal say­mayın.]  Bu, hususi olan bir şeyin umumi olan bir şey üzerine atfı kabilindendir. Çünkü gerdanlıklı kurban, kurbanların en şereflisidir. Bu atıf  مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ [Kim Allah’a, meleklere, peygamberle­rine, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olursa...] şeklindeki Bakara Suresi 98. ayetinde Cebrail ve Mikail’in melekler üzerine atfına benzer. (Safvetü’t Tefasir)

الشَّهْرَ الْحَرَامَ  kelimesindeki harfi tarif ( الْ ), cins içindir. (Âşûr)


وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ 


وَ  atıftır. Ayet şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart harfi, müstakbel manalı zaman zarfı  اِذَا, şart fiili olan  حَلَلْتُمْ’e muzaftır.

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cevap cümlesi emir üslubuna gelmiş olmasına rağmen gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. İbaha anlamı taşıyan cümle vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.


 وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ


وَ ’la nidanın cevabına  atfedilen cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin sonundaki şeddeli nun, tekid içindir.  

اَنْ  masdar harfi ve akabindeki mazi fiil cümlesi  صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ, masdar tevilinde olup takdir edilen  لِ  harfiyle  لَا يَجْرِمَنَّكُمْ  fiiline müteallıktır.

İkinci masdar harfi ve  تَعْتَدُواۢ  cümlesi, masdar teviliyle,  لَا يَجْرِمَنَّكُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. Muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …وَتَعَاوَنُوا  cümlesi masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi tezayüftür.

Muzari sıygada gelen fiiller, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ  sizi sürüklemesin yahut size yaptırmasın,  شَنَاٰنُ قَوْمٍ  birilerine nefretiniz, şiddetli buğz ve adavetiniz demektir.  شَنَاٰنُ  masdardır, mef’ûlüne yahut failine muzâftır. (Beyzâvî)

الْبِرِّ, fıtrata karşı gerekli olan sorumlu davranıştır. التَّقْوٰىۖ; Allah’a karşı sorumluluk bilincidir. Aynı anlamda olan iki kelime  وَ  ile birbirine atfedilmez. 

 

 وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ

 


Nidanın cevabına  وَ ’la atfedilen cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

الْاِثْمِ - الْعُدْوَانِ’e temâsül nedeniyle atfedilmiştir.

الْبِرِّ - التَّقْوٰى  ve  الْاِثْمِ - الْعُدْوَانِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır

تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰى  cümlesiyle  لَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

تَعَاوَنُوا - لَا تَعَاوَنُوا  arasında  tıbâk-ı selb vardır.

 وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

 

 Makabline matuf  وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Lafza-i celâlin zikri kalplerde haşyet duyguları uyandırmak ve korku salmak amacına matuftur. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

التَّقْوٰى  - اتَّقُوا  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin fasılla gelmiş son cümlesi ta’lîliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemal sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, tazim ve kalplere korku salmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. 

اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.

Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَاتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesi tezyîldir.  شَد۪يدُ الْعِقَابِ  sözü tehdit ile tarizdir. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
Türkçede akid şeklinde kullandığımız kelime Arapçada iki ipin ucunu birbirine bağlamak, düğüm manasındadır. Bu sebeple belgeye bağlanmış anlaşmalara da akid denmiştir. Burada her çeşit anlaşma kastedilmiştir. Başta Allah teala ile olan anlaşma olmak üzere yapılan bütün anlaşmalara bağlı kalmak emredilmiştir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Arkadaşım, derdine sarmalanmış bir halde karşımda oturuyordu. Gözyaşları yanaklarında yol açmış, aynı yerden akıp gidiyordu. Bizim mahallenin delisinin sesini duyunca, elinden tuttum. ‘Derdine çare olmaz ama gönlüne merhem olacaktır, gel benimle.’ dedim. Hava almanın iyi geleceğini düşünerek, bizim deli diye bilinen akıllının yanına varıp, dinledik:

 “Yapılan iyilikleri unutmak, kötülüklerden kalan anıları ise semirtmek kolaydır. İnsanın nefsi için kendisine yapılan bir yanlış, bütün doğruları götürme gücüne sahiptir. Büyük balık, küçük balığı yer derler. Kin ise bütün hoş duyguların halini kendine benzetendir. Kalbi içten içe çürütendir.

Gel, anlat derdini. Arzet Rabbine, hüznünü. Derdine yoldaş olalım. Kin denilen irini akıtalım. Nefretle öfkenin faydasını gören var mı? Gel, soralım çekmiş gitmişlere. İntikamın faydalarını anlatıp da bitiremeyen var mı? Gel, bakalım kitapların hepsine.

Rasûlullah’ı ve ashabını hatırla. Salat ve selam olsun onlara. Düşün ki, memleketinden atılmışsın. Evini ve malını kaybetmişsin. Belki işini, belki aileni ardında bırakmışsın. Belki sahip olduğun itibarı, gittiğin yere taşıyamamışsın. Doya doya seyrettiğin Kabe’yi göremez olmuşsun. Yıllar sonra, Kabe’nin ve evinin özlemiyle Mekke şehrine varmışsın. Her manada ibadete hazırlanmışsın. Lakin, düşman bildiklerin girmene izin vermemiş ve dönmek zorunda kalmışsın. Belki, kiminin aklına intikam fikri düşmüş. Ancak, Allah’tan gelen emir öyle açık ki intikam ateşini süpürüp götürmüş: ‘Bir topluma karşı duyduğunuz kin, sakın aşırı gitmenize sebep olmasın.’

Allahuekber! Ey Rabbim, şüphesiz ki Sen bilip bilmediklerimden daha büyüksün. Dert diye bellediklerimden de. Dünyalık istediklerimden de. Kaybettim dediklerimden de daha büyüksün. Senin büyüklüğünü hatırlayan şu kulunun gözünde ise her şey küçüldükçe küçülür.

Kalbi kinden arınanlardan. Adaletten şaşmayanlardan. Her yaşananın ardında, haklıya hakkını verecek olan Allah’a güvenenlerden. İyilik ve takva yolunda yardımlaşanlardan. Günah ve düşmanlık yolundan ve o yolda yürüyenlerden uzak duranlardan olmak duasıyla.”

Arkadaşıma baktım. Tebessümle aydınlanmış yüzümüze ve şifa bulmasını umduğumuz kalbimize, ellerimizi sürerek ‘amin’ dedik duaya.

***

Öğrencilerini daha iyi anlamak için dönemin popüler dizilerinin ve kitaplarının konularını takip etmeye çalışıyordu. Ne yazık ki ahlaksız veya çarpık fikirlere sahip içeriklere daha çok ilgi gösteriliyordu. Okul müfradatının dışında, onları maddi ve manevi anlamda besleyeceğini umduğu yayınları tavsiye ediyordu.

Son zamanlarda, intikam temasının daha şiddetli işlendiğini farketti. Yıllarını intikam planlarına harcayanlar ile intikam uğruna her türlü ahlaksızlığı yapanlar sayısızdı. Yazılan yorumlara bakıldığı zaman, affetmenin aptallık ya da zayıflık olarak algılandığı görülüyordu.

Bu konuyu tartışmaya açtı ve öğrencilerinin intikam yollarıyla alakalı fikirlerini hayretle dinledi. Yılların verdiği tecrübeyle beraber belli kurallar haricinde duydukları ne olursa olsun, renk vermemeyi öğrenmişti. Aksi takdirde, gençler ürkek bir güvercin gibi savunma mekanizmalarını açıp hemen kaçıyordu.

Herkese söz hakkı tanıdıktan sonra konuşmaya başladı:

İntikam fikri hoş ve yapılan haksızlıklara bir kapanış gibi algılanır. Peki, gerçekten öyle midir? Yapılan bir deneye göre, intikamın hemen ardından insan beyinlerinin ödül almış gibi tepki verdiği görülmüş. Ancak birkaç dakikadan sonra intikam sebebi olan haksızlıktan gelen tatsız duyguların süresini uzadığı anlaşılmış.

İntikama eşlik eden duyguların hepsi nefsanidir ve kine bulanmıştır. Bu duyguları taşıyan ve harekete geçirecek kadar gözünü karartan kişi kolaylıkla aşırıya kaçabilir. Onun ardından yeni intikam kapılarının açılması muhtemeldir. Ne acıdır ki; intikam peşinden koşan kişi, hayatını bir nevi başkaları için yaşar.

Aslında, halkın geneli tarafından küçümsenen affetmek meziyeti, insanın kendisi içindir. Böylece insan, yaşadığı haksızlıktan öğrenir, aynı haksızlığa uğramamanın yollarını arar ve hayatına katarak sindirir. Kimi farklı ilimlerle uğraşanların ortak kullandığı bir ifade vardır: “En güzel intikam, en güzel şekilde hayatına devam etmektir.” Belki bu ifadeyi kullanmak yerine, şu şekilde söylemek daha doğru olur: “Başkaları için değil, Allah rızası için yaşayın.” 

Ey Allahım! Şu geçici ömrümüzde, kıymetli zamanımızı, nefsani duyguların peşinden sürüklenerek ve beslediğimiz kin duygusuna odaklanarak harcamaktan muhafaza buyur. Bizi, nefsimizin taşkınlıklarından ve hoş gösterdiği sapkınlıklarından muhafaza buyur. Ey Allahım, bizi Senin rızan için yaşayanlardan ve iki cihanda da Seni kendisine dost edinen kullarından eyle. Şüphesiz ki dostların en hayırlısı Sensin.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji