بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | حُرِّمَتْ | haram kılındı |
|
2 | عَلَيْكُمُ | size |
|
3 | الْمَيْتَةُ | leş |
|
4 | وَالدَّمُ | ve kan |
|
5 | وَلَحْمُ | ve eti |
|
6 | الْخِنْزِيرِ | domuz |
|
7 | وَمَا | ve şeyler |
|
8 | أُهِلَّ | boğazlanan |
|
9 | لِغَيْرِ | başkası adına |
|
10 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
11 | بِهِ | O’na |
|
12 | وَالْمُنْخَنِقَةُ | ve boğulmuş |
|
13 | وَالْمَوْقُوذَةُ | ve vurulmuş |
|
14 | وَالْمُتَرَدِّيَةُ | ve yukarıdan düşmüş |
|
15 | وَالنَّطِيحَةُ | ve boynuzlanmış |
|
16 | وَمَا | ve şeyler (havyanlar) |
|
17 | أَكَلَ | yediği |
|
18 | السَّبُعُ | canavarın |
|
19 | إِلَّا | hariç |
|
20 | مَا |
|
|
21 | ذَكَّيْتُمْ | sizin kestikleriniz |
|
22 | وَمَا | ve şeyler |
|
23 | ذُبِحَ | boğazlanan |
|
24 | عَلَى | üzerine |
|
25 | النُّصُبِ | dikili taşlar |
|
26 | وَأَنْ |
|
|
27 | تَسْتَقْسِمُوا | ve kısmet (şans) aramanız |
|
28 | بِالْأَزْلَامِ | fal oklariyle |
|
29 | ذَٰلِكُمْ | bunlar |
|
30 | فِسْقٌ | fısktır |
|
31 | الْيَوْمَ | bugün artık |
|
32 | يَئِسَ | umudu kesmişlerdir |
|
33 | الَّذِينَ | kimseler |
|
34 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
35 | مِنْ |
|
|
36 | دِينِكُمْ | sizin dininizden |
|
37 | فَلَا |
|
|
38 | تَخْشَوْهُمْ | onlardan korkmayın |
|
39 | وَاخْشَوْنِ | benden korkun |
|
40 | الْيَوْمَ | bugün |
|
41 | أَكْمَلْتُ | olgunlaştırdım |
|
42 | لَكُمْ | sizin için |
|
43 | دِينَكُمْ | dininizi |
|
44 | وَأَتْمَمْتُ | ve tamamladım |
|
45 | عَلَيْكُمْ | size |
|
46 | نِعْمَتِي | ni’metimi |
|
47 | وَرَضِيتُ | ve razı oldum |
|
48 | لَكُمُ | sizin için |
|
49 | الْإِسْلَامَ | İslam’a |
|
50 | دِينًا | din olarak |
|
51 | فَمَنِ | kim |
|
52 | اضْطُرَّ | daralırsa |
|
53 | فِي |
|
|
54 | مَخْمَصَةٍ | açlıktan |
|
55 | غَيْرَ |
|
|
56 | مُتَجَانِفٍ | istekle yönelmeden |
|
57 | لِإِثْمٍ | günaha |
|
58 | فَإِنَّ | doğrusu |
|
59 | اللَّهَ | Allah |
|
60 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
61 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
Bu ayet Vedâ haccı arefesinde, Rasûl-i Ekremin vefatından seksen bir gün önce inmiş olan son ahkâm âyetidir. Bir yahudi Hz. Ömer’e (Ra): “Bu ayet Yahudilere inseydi o gün bayram ederdik” deyince Hz. Ömer (ra) bu âyetin Cuma’ya denk gelen arefe gününde Arafat’ta indiğini, dolayısıyla Müslümanların o günü zaten bayram olarak kutladıklarını söylemiştir.
(Buhari, İman 33; Müslim, Tefsir 5).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Riyazus Salihin, 1598 Nolu Hadis
Câbir radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim demiştir:
"Şeytan, Arap yarımadasında müslümanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirlerine düşürmeye, aralarını açmaya çalışacaktır."
Müslim, Münâfıkîn 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 35
Riyazus Salihin, 1824 Nolu Hadis.
الدَّم sözcüğünün aslı دَمَيٌ şeklindedir. Anlamının kan olduğu yaygın olarak bilinmektedir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli demdir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
:ذبح Bu kelimenin asıl anlamı hayvanların boğazını yarmaktır. ذَبَّحَ fiili (tef'il babı) teksir ifade eder. Buna göre 2/49 ayetinin manası da;'' (oğullarınız) boğazları birbiri ardınca yarılıyordu yahut birbiri ardınca boğazlanıyordu.'' (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mezbahadır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ
Fiil cümlesidir. حُرِّمَتْ meçhul mazi mebni fiildir. عَلَيْكُمُ car mecruru حُرِّمَتْ fiiline müteallıktır. الْمَيْتَةُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
الدَّمُ وَلَحْمُ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْمَيْتَةُ ’ye matuftur. الْخِنْز۪يرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, atıf harfi وَ ’la الْمَيْتَةُ ’ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُهِلَّ fiili meçhul mazi mebni fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لِغَيْرِ car mecruru اُهِلَّ fiiline müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِه۪ car mecruru اُهِلَّ fiiline müteallıktır.
الْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْمَيْتَةُ ’ye matuftur.
الْمُنْخَنِقَةُ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir.
الْمُتَرَدِّيَةُ kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
وَ atıf harfidir. مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, atıf harfi وَ ’la الْمَيْتَةُ kelimesine matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَكَلَ السَّبُعُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَكَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. السَّبُعُ fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsulun sılası ذَكَّيْتُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ذَكَّيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, atıf harfi وَ ’la الْمَيْتَةُ kelimesine matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ذُبِحَ fiili meçhul mazi mebni fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَى النُّصُبِ car mecruru ذُبِحَ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, atıf harfi وَ ’la الْمَيْتَةُ kelimesine matuf olup mahallen merfûdur.
تَسْتَقْسِمُوا fiili نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْاَزْلَامِ car mecruru تَسْتَقْسِمُوا fiiline müteallıktır.
تَسْتَقْسِمُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi قسم ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فِسْقٌ haber olup lafzen merfûdur.
اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ
اَلْيَوْمَ zaman zarfı, يَئِسَ fiiline müteallıktır. يَئِسَ merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ د۪ينِكُمْ car mecruru يَئِسَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri; إن يظهروا عليكم فلا تخشوهم (Sizin karşınıza çıkarlarsa onlardan korkmayın.) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخْشَوْهُمْ fiili نَ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اخْشَوْنِ cümlesi makabline matuftur. اخْشَوْنِ fiili ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Hazfedilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Takdiri, اخشوني şeklindedir.
Burada bir ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ
اَلْيَوْمَ zaman zarfı, اَكْمَلْتُ fiiline müteallıktır. اَكْمَلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru اَكْمَلْتُ fiiline müteallıktır. د۪ينَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اَتْمَمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru اَنْعَمْتُ fiiline müteallıktır. نِعْمَت۪ي mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim يَ ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. رَض۪يتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
لَكُمُ car mecruru رَض۪يتُ fiiline müteallıktır. الْاِسْلَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. د۪ينًا kelimesi الْاِسْلَامَ ’nin hali olup fetha ile mansubtur.
فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
فَ istînâfiyyedir. مَنِ iki fiili cezm eden şart harfidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اضْطُرَّ şart fiili olup meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir.
ف۪ي مَخْمَصَةٍ car mecruru failin mahzuf haline müteallıktır. غَيْرَ ikinci hal olup fetha ile mansubtur. مُتَجَانِفٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لِاِثْمٍ car mecruru مُتَجَانِفٍ ’e müteallıktır.
اضْطُرَّ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi ضرر ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
مُتَجَانِفٍ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفاعَلَ babının ism-i failidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. غَفُورٌ kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. رَح۪يمٌ ise ikinci haberdir.
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Cümlede car mecrur, önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Cenab-ı Hak, surenin baş kısmında “... davarların etleri size helal edildi.” buyurmuş, sonra da siz müminlere okunmakta olan bazı şeylerin istisna tutulduğunu zikretmiştir. İşte burada ise Hakk Teâlâ, bu umumi hükümde müstesna tutulan şekilleri zikretmiştir ki bunlar on bir nevidir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada birinci ayette geçen “اُحِلَّتْ لَكُمْ بَهٖيمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ” cümlesiyle işaret edilen haramlar (muharramat) açıklanıyor. Şöyle ki:
1. الْمَيْتَةُ (ölmüş hayvan eti), boğazlanmaksızın canı çıkan hayvandır.
Fahreddin er-Râzî, “Meytenin haramlığı akla da uygundur. Çünkü kan pek latif bir cevherdir. Binaenaleyh hayvan kendi kendine öldüğünde damarlarındaki kan tıkanır kalır ve kokuşup bozulur. Bundan dolayı onu yemek büyük zararlara sebebiyet verir.” der.
2. وَالدَّمُ (kan), bundan murad akıtılmış kan (dem-i mefsuh)’dır. Nitekim başka bir ayette de “...leş veya akan kan.” (Enam Suresi, 145) buyurulur.
Cahiliye insanları kanı bağırsakların içine boşaltıp kebap yapıyorlardı ve: “Aldırılan kan haram değildir.” diyorlardı.
3. وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ (domuz eti), Enam Suresinin 145. ayetinde domuz eti necis (pis) olarak vasıflandırılır. Fahreddin er-Râzî; ehl-i ilim şöyle der: “Gıda, onu yiyen kişinin özünden bir parça haline gelir. Binaenaleyh gıdayı alan kimse için gıdalandığı şeyde bulunan özelliklerden birtakım huy ve sıfatların meydana gelmiş olması gerekir. Domuz, şehevî şeylere karşı son derece istekli ve arzulu olarak yaratılmıştır. Bundan dolayı, aynı özellikleri almasın diye, insana domuz etini yemek haram kılınmıştır. Koyun ise son derece selim bir hayvandır. İşte bundan dolayı sanki koyun bütün kötü huylardan uzak bir varlıktır. Binaenaleyh onun etini yeme sebebi ile insanda, insanî hallere uymayan yabancı bir özellik teşekkül etmez.” der.
4. وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ (Allah’tan başkası adına boğazlanan), cahiliye insanlarının “Lât ve Uzzâ ismiyle!” dedikleri gibi kesim sırasında üzerlerine Allah Teâlâ’dan başkasının adının anıldığı hayvanların eti de haramdır, yenmez.
5. وَالْمُنْخَنِقَةُ (boğulmuş), herhangi bir suretle boğulup ölmüş,
6. وَالْمَوْقُوذَةُ (vurulmuş, bir darbeye maruz kalmış), haşeb (ağaç) cinsinden bir şeyle vurulup öldürülmüş,
7. وَالْمُتَرَدِّيَةُ (tereddi etmiş, yüksekten yuvarlanıp düşmüş), yüksekten aşağıya veya bir kuyuya düşüp ölmüş,
8- وَالنَّط۪يحَةُ (başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış), toslanmış, boynuzlanmış ve bu şekilde öldürülmüş,
9. وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ (canavar yemiş), canavar tarafından yenmiş, yırtıcı hayvanlar tarafından yakalanıp parçalanmış hayvanların etleri yenmez. Bu da av köpeklerinin yakaladıkları avın bir kısmını yedikleri takdirde geri kalanın helal olmadığına delalet eder.
اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ ibaresi “canları daha üzerinde iken yetişip kestikleriniz müstesna” demektir. Bu istisna zikredilenlerin hepsi içindir.
Bir görüşe göre ise yalnız canavarların yediklerine münhasırdır. Yani ancak canları çıkmadan önce yetişip İslamî kesim gerçekleştirdikten sonra tıpkı kesilmiş diğer hayvanlar gibi hareket edenler müstesna olup onların da eti helaldir.
İslamî kesim, boğaz ve yemek borusunu keskin bir aletle kesmektir.
Tezkiye tef’il babından olup, sülâsîsi ذكى ’dir ki zekât yapmak demektir. Burada “zekâtına yetişmek” diye tefsir olunmuştur. “Asâ” vezninde “zekâ” ve “necat” vezninde “zekât”, kesmek yani boğazlamak manasınadır. Bu maddenin aslının, lügatte bir tamamlanmak manasıyla ilgili olduğu açıklanıyor. Nitekim ateşin parlamasına denilir ki tamamı parlama demektir. Aynı şekilde anlayışa “zekâ” denilir ki tamamı anlama demektir. Sonra yaşın kemaline “zekâ” denilir ki gençliğin sonuna gelip tamam olması demektir. İşte hayvanı boğazlamak da kanını akıtarak ve vücudunun normal sıcaklığını teskin ederek hayatına tamamen son vermek demek olduğundan zekâ ve zekât denilmiştir. İşte kelimenin lügat bakımından manası ve esası budur. Ve bundan şer’i manaya nakledilerek zekât bir şer’i isim olmuştur. (zel, peltek, ذكى) harfi ile olan bu maddeyi, (keskin ze harfi) ile olan ve esasen “temizlik ve üreme” manasına gelen (zekâ, زكي), (zekât) tezkiye maddesiyle karıştırılmamalıdır. Böyle bir yanlış ile “temizlediğiniz ve tezkiye ettiğiniz müstesnadır” gibi bir mana vermeye kalkışılmamalıdır. (Elmalılı)
10. وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ (dikili taşlar üzerinde boğazlanmış hayvanlar).
Cahiliye devrinde Kâbe’nin etrafında dikili adak taşları vardı, insanları bu taşlar üzerinde kurban keser ve bunu ibadet sayarlardı. Bu surede boğazlanmış hayvanların etleri de haramdır.
Bir görüşe göre bu taşlardan maksat putlardır.
İbni Cüreyc de şöyle demektedir: أصْنَام (putlar), şekillendirilmiş ve nakışlanmış taşlardır. Ayette bahsedilen النُّصُبِ , cahiliyye çağı Araplarının, Kâbe’nin etrafına dikmiş oldukları taşlardır. (Fahreddin er-Râzî)
أصْنَام , resimli ve nakışlı taşlar, putlardır. النُّصُبِ ise dikili taşlardır ki resimli veya nakışlı olması şart değildir. (Elmalılı)
11. وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ (fal okları ile kısmet aramanız) size haram kılındı.
Fal okları ile kısmet aramak şöyle idi: Cahiliye insanları, yapmak istedikleri bir işe başlamadan önce birinde “Rabbim bana emretti.” diğerinde “Rabbim beni men etti.” ve üçüncüsünde de “غُفْل (belirsiz)” yazılı olan üç oktan birini çekerlerdi. Eğer emir yazılı ok çıkarsa o işe başlarlar, men yazılı ok çıkarsa o işten uzak dururlardı. Eğer ğufl çıkarsa çekmeye devam ederlerdi. “İstiksam/kısmet aramak” bir nevi kendi kısmetine yazılmış olanı öğrenmek isteği idi. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr)
Müşterek ism-i mevsûl naib-i faile matuftur. Sılası meçhul bina edilmiş mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ cümlesidir.
İkinci ism-i mevsûlün sıla cümlesi اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Bu cümledeki mevsûl مَا, müstesnadır. Sılası ذَكَّيْتُمْ ’dür.
ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ cümlesi, üçüncü ism-i mevsûlün sılasıdır. Haramlar sınıfındandır ve naib-i faile atfedilmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve müteakip تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ cümlesi, masdar teviliyle الْمَيْتَةُ’ye matuftur.
Cümlede dört kez geçen ism-i mevsul olan مَا ’larda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Haram olan yiyeceklerin sayılması taksim sanatıdır.
ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ
Ta’lîl cümlesidir. Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Şöyle bir görüş de zikredilmiştir:
ذٰلِكُمْ فِسْقٌ [O fasıklıktır] ifadesi ara cümledir ve bununla haramlık hükmünün pekiştirilmesi amaçlanmaktadır, akabinde gelen kısım da teyit içindir. Çünkü sözü edilen iğrenç şeylerin haram kılınması da kâmil dinin, tamamlanmış nimetin ve Allah’ın hoşnutluğunu hak eden yegâne din İslam’ın bir parçasıdır. Mana şöyledir: “Bununla birlikte” açlıktan bîtap düşüp ölü, kan gibi haram kılınmış olan şeylerden yemeğe “mecbur kalan biri için Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir”, haram olan bu nesneleri yediği için onu sorguya çekip cezalandırmaz. Tıpkı [azıtmamak ve sınırı aşmamak şartıyla (Bakara Suresi, 173)] ifadesindeki gibi. (Keşşâf)
Burada uzak işaretinin (ذٰلِكُمْ /o iş) kullanılması, şerdeki derecesinin pek uzak olduğuna işaret etmek içindir. Bir görüşe göre de ayetin metnindeki “ذٰلِكُمْ” işareti, sayılan haramları işlemektir. Yani bütün bu haramları işlemek fısktır. Zira onların haram kılınması, fiillerinin de haram kılınması demektir.
Fısk, temerrüt, haddi aşmak, bilinmeyen bir âleme girmektir. Burada dalalet demektir. (Ebüssuûd)
اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَئِسَ fiilinin mef’ûlü olan اَلْيَوْمَ, amiline takdim edilmiştir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail konumundadır. Sılası mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûllerde müphem yapıları sebebiyle tevcîh sanatı vardır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada kâfirler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
فَ rabıtadır. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.
فَلَا تَخْشَوْهُمْ cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri, إن يظهروا عليكم فلا تخشوهم [Sizin karşınıza çıkarlarsa onlardan korkmayın.] şeklindedir. Cevap cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَاخْشَوْنِۜ cümlesi cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır.
لَا تَخْشَوْ- اخْشَوْنِ fiilleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَلَا تَخْشَوْهُمْ cümlesiyle وَاخْشَوْنِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu günden murad, hâzır ile ona bitişik geçmiş ve gelecek zaman dilimleridir.
Diğer bir görüşe göre ise bu ayetin nazil olduğu gündür.
Bu ayet-i kerime, Veda Haccı’nda Arefe günü Peygamberimiz (sav) Arafat’ta cuma günü ikindiden sonra Adbâ adlı devesinin sırtında vakfe yaparken nazil oldu. O anda deveye öyle bir ağırlık çöktü ki hayvan çökmek zorunda kaldı.
Bugün artık kâfirler, haramları helal saymak gibi yollarla sizin dininizi yıkmaktan ve sizi dininizden döndürmekten ümitlerini kesmişlerdir. Yahut dinde size galip gelmekten ümitlerini kesmişlerdir. Zira onlar, Allah Teâlâ’nın, vaadini gerçekleştirip İslam dinini bütün dinlerden üstün kıldığını müşahede etmişlerdir.
Bu görüş, “Artık onlardan korkmayın da Benden korkun.” cümlesine de daha uygun düşmektedir. Yani onların size galip gelmelerinden korkmayın da yalnız Benden korkun. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr )
اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ
İstînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَكْمَلْتُ fiilinin mef’ûlü olan اَلْيَوْمَ, amiline takdim edilmiştir.
Yine mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan müteakip وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي ve رَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ cümleleri اَكْمَلْتُ cümlesine atfedilmiştir.
نِعْمَت۪ي izafetinde نِعْمَت۪, Allah Teâlâya ait zamire muzâf olarak şan ve şeref kazanmıştır.
د۪ينً - لَكُمُ - اَلْيَوْمَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَكْمَلْتُ - اَتْمَمْتُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
فِسْقٌ - اِثْمٍ ve الْاِسْلَامَ - د۪ينًاۜ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Ayet-i kerimede إكمال kelimesinden تامَإ kelimesine geçilmiştir. Bu iki kelime “noksanlığın giderilmesi” anlamını taşıma hususunda ortaktırlar. Fakat تامَإ kelimesi, bir şeyin aslının tamamlanması anlamına, إكمال kelimesi ise ârazlardaki noksanlığın giderilmesi anlamına gelmektedir. Din ile birlikte إكمال kelimesinin kullanılması, dinin ibadet ve muamelat konusunda tamamlandığını, تامَإ kelimesinin ise nimet için kullanılması, Müslümanların düşmanlarına karşı zafer kazanması, Mekke’nin fethi ve oraya güven içinde girilebileceği anlamındadır. Ayrıca تامَإ kelimesi tamamlanmadan önce eksikliği fark edilebilen ve tedrîci olarak tamamlanan şeyler için kullanılır. Bu vb. kelimeler arasında var olan iltifatı görmek aynı zamanda kelimelerin tercih edilme sebeplerini anlama, aralarındaki nükteyi görme ve hikmeti tespit etme noktasında da büyük bir kolaylık sağlamaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
‘’Bugün Ben, size nusret ihsan ederek, dininizi bütün dinlerden üstün kılarak, akait (inanç) kaidelerini, şeriat usullerini ve içtihad kurallarını tam manası ile açıklayarak dininizi kemâle erdirdim; Mekke’nin fethiyle oraya güven içinde ve galipler olarak girmenizle cahiliye kulesini ve âdetlerini yıkmakla, müşriklerin haccını ve çıplak olarak Kâbe tavafını yasaklamakla, dinî hükümleri ikmal etmekle, hidayet ve tevfik ile üzerinizdeki nimetimi tamamladım.’’
Diğer bir görüşe göre ise “Üzerinizdeki nimetimi tamamladım/وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي” cümlesi de Bakara Suresi 150. ayetiyle yaptığım vaadi yerine getirdim; demektir.
“Ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim/ وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ” cümlesi de bir hakikatin ifadesidir. Çünkü Allah katında yegâne hak din İslam’dır.
Ömer’den (ra) rivayet olunduğuna göre bir Yahudi ona:
Yahudi:
Ömer (ra) de şöyle cevap vermiş:
Ömer (ra) bu sözleri ile o günün bizim için bayram olduğuna işaret etmiştir.
Rivayete göre bu ayet-i kerime nazil olunca Ömer (ra) ağlamaya başlamış. Peygamber:
Peygamber (sav):
Bu itibarla bu ayet-i kerime Hz. Peygamberin ölüm haberi sayılır. Resul-i Ekrem bundan sonra yalnız seksen bir gün yaşamıştır. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr)
فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنِ mübteda, şart fiili olan اضْطُرَّ haberdir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.
مُتَجَانِفٍ ve لِاِثْمٍ kelimelerindeki tenvin kıllet ifade eder.
فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ şartın cevabı veya mukadder cevap için ta’lîl cümlesidir. Takdiri şöyledir: فمن اضطر فلا يخش عقابا لأن الله غفور رحيم [Kim buna mecbur kalırsa cezadan korkmasın, çünkü Allah çok affedici ve çok merhametlidir.]
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. اِنَّ ,غَفُورٌ ’nin birinci, رَح۪يمٌ ikinci haberidir.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu ayet-i kerime Veda Haccında Arafat’ta cuma günü ikindiden sonra Resulullah (sav) vakfe yaparken nazil olmuştur. Efendimiz bu ayetin nüzulünden sonra 81 gün yaşamıştır.
Önceki ayette helaller sayılmıştı, şimdi haramlara geçilmiştir. Itnâb ve cem' ma’at-tefrik vardır.
جَنف; doğrudan yanlışa sapmak demektir. حنف fiilinin zıddıdır. حنف; yanlıştan doğruya sapmak demektir. Bu iki fiil arasında cinas vardır.
Bu cümle, yukarıda zikredilen muharremat (haram kılınmış olanlar) ile bağlantılıdır. Arada geçen cümleler ise ara (itiraz) cümleleri olup: o haram kılınmış şeylerden sakınmanın gerekliliğini, o haramları işlemenin fısk olduğunu, haram kılınmış olmalarının, kâmil dinin, tam nimetin ve rıza gösterilen İslam’ın cümlesinden bulunduğunu bildirir. Yani kim, açlıktan veya bir hastalıktan ölmekten korktuğu için çaresizlikten bu haramlardan birine el uzatmak zorunda kalırsa, lezzet için yemeksizin, yahut “... başkasının hakkını tecavüz etmeden ve haddi aşmadan…” (Bakara Suresi, 173) bu haram etlerden belli bir miktar, ölmeyecek kadar yiyebilir. Bu kimseler için artık Allah Teâlâ, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir; bundan dolayı onları muâheze etmez. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr)
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَسْأَلُونَكَ | sana soruyarlar |
|
2 | مَاذَا | neyin |
|
3 | أُحِلَّ | helal kılındığını |
|
4 | لَهُمْ | kendilerine |
|
5 | قُلْ | de ki |
|
6 | أُحِلَّ | helal kılındı |
|
7 | لَكُمُ | size |
|
8 | الطَّيِّبَاتُ | iyi ve temiz şeyler |
|
9 | وَمَا |
|
|
10 | عَلَّمْتُمْ | yetiştirdiğiniz |
|
11 | مِنَ |
|
|
12 | الْجَوَارِحِ | hayvanların |
|
13 | مُكَلِّبِينَ | avcı |
|
14 | تُعَلِّمُونَهُنَّ | öğreterek |
|
15 | مِمَّا |
|
|
16 | عَلَّمَكُمُ | size öğrettiğinden |
|
17 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
18 | فَكُلُوا | yeyin |
|
19 | مِمَّا | şeylerden |
|
20 | أَمْسَكْنَ | tuttukları |
|
21 | عَلَيْكُمْ | sizin için |
|
22 | وَاذْكُرُوا | ve anın |
|
23 | اسْمَ | adını |
|
24 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
25 | عَلَيْهِ | üzerine |
|
26 | وَاتَّقُوا | korkun |
|
27 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
28 | إِنَّ | şüphesiz |
|
29 | اللَّهَ | Allah |
|
30 | سَرِيعُ | çabuk görendir |
|
31 | الْحِسَابِ | hesabı |
|
الكَلْب sözcüğü bildiğimiz havlayan köpek demektir. Bu kökten türetilen kelimelerden biri de hırs anlamına gelen الكَلَب sözcüğüdür. كَلِبٌ kelimesi ise delirmiş/kuduz demektir. (Müfredat) Bu kalıpta sadece bu ayette olmak üzere Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kerpeten(iki köpek dişi, kıskaç, pense)dir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ
Fiil cümlesidir. یَسۡـَٔلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْ cümlesi یَسۡـَٔلُونَ fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
مَاذَٓا istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. اُحِلَّ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اُحِلَّ meçhul mazi mebni fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَهُمْ car mecruru اُحِلَّ fiiline müteallıktır.
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir. Mekulü’l-kavli, اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اُحِلَّ meçhul mazi fiildir. لَكُمُ car mecruru اُحِلَّ fiiline müteallıktır. الطَّيِّبَاتُ naib-i faildir.
وَ atıf harfidir. مَا müşterek ism-i mevsûlu, الطَّيِّبَاتُ ’ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
عَلَّمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْجَوَارِحِ car mecruru عَلَّمْتُمْ ’deki mahzuf gaib zamirin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; ما علّمتموه من الجوارح şeklindedir.
مُكَلِّب۪ينَ kelimesi عَلَّمْتُمْ ’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
تُعَلِّمُونَهُنَّ cümlesi عَلَّمْتُمْ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.
تُعَلِّمُونَهُنَّ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte تُعَلِّمُونَهُنَّ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası عَلَّمَكُمُ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
عَلَّمَكُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مُكَلِّب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
عَلَّمْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi علم’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri; إن صدتم شيئا فكلوا (Bir şey avlarsanız onu yiyin) şeklindedir.
كُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte كُلُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَمْسَكْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. (نَ) Nûnu’n-nisve fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru اَمْسَكْنَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اذْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اسْمَ اللّٰهِ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْهِ car mecruru اذْكُرُوا fiiline müteallıktır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. سَر۪يعُ kelimesi إِنَّ’nin haberidir. الْحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstifham üslubunda gelen مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْ cümlesi يَسْـَٔلُونَكَ fiilinin ikinci mef’ûlüdür.
قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ cümlesinin fasılla gelmesinin sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sorulan soruya cevaptır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede car mecrur konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Sual kökünde kavl/söz anlamı vardır, o yüzden akabinde [Kendilerine ne helal kılındı?] ifadesi gelmiş ve sanki, ‘’Sana kendilerine neyin helal kılındığını söylüyorlar.’’ denilmiş gibi olmuştur. Ayette “Bize ne helal kılındı?” buyurulmayıp, aksine onların sözlerini hikâye babında [Onlara/kendilerine ne helal kılındı?] buyuruldu. Zira “Sana soruyorlar.” fiili üçüncü şahıs kipidir. “Bize ne helal kılındı, diyorlar?” şeklinde buyurulmuş olsaydı yine dil açısından doğru olurdu.
مَاذَٓا mübteda اُحِلَّ لَهُمْ haberdir, manası: [Kendilerine yiyeceklerden ne helal kılındı?] şeklindedir. Onlar, kendilerine haram kılınan iğrenç nesneler ile ilgili ayetler okununca kendilerine neyin helal kılındığını sordular. Cevap olarak da “Tayyib yani hoş ve temiz olanlar size helâl kılındı.” buyuruldu. الطَّيِّبَاتُ, yiyeceklerden pis ve iğrenç olmayanlardır. Bunlar da Kitap, Sünnet ve kıyas-ı fukaha sonucu haramlığı sabit olmayan her türlü yiyecektir. (Keşşâf, Ebüssuûd)
Müşterek ism-i mevsûl الطَّيِّبَاتُ ,مَا ’ye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasındaki عَلَّمْتُمْ cümlesi mevsulün sılasıdır.
تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُ cümlesi, عَلَّمْتُمْ fiilinin failinden haldir.
Sılası عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ olan mecrur mahaldeki ism-i mevsûl تُعَلِّمُونَهُنَّ ’ye müteallıktır.
Allah Teâlâ’nın mütekellim olduğu cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
الْجَوَارِحِ; av organları, azalar, el-ayak demektir. الْجَرِحِ yara, الْجَرّاحِ yaralayan demektir.
عَلَّمْتُمْ - تُعَلِّمُونَهُنَّ - عَلَّمَكُمُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Av hayvanlarını eğitmek hususunda Allah Teâlâ’nın öğrettiklerinden maksat, talim terbiye yolları ve yöntemleridir. Çünkü bu bilgi, Allah’tan ilhamdır yahut Allah’ın bir lütfu olan aklın kazanımları ve öğretileridir ki sahibinin salmasıyla avın peşine düşmesi, men etmesiyle durması, çağırmasıyla geri dönüp gelmesi, avı sahibi için yakalaması ve avın etinden yememesidir. (Ebüssuûd)
فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ
فَ rabıtadır. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır. كُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri; …إن صدتم شيئا فكلوا [Bir şey avlarsanız onu yiyin] şeklindedir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ cümlesi, cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
منْ harfi ba’diyettir. Yani o hayvanların sizin için yakaladıklarının bazı kısımlarını yeyin, demektir. Çünkü avlanan hayvanların deri, kemik ve tüyler gibi kısımları yenmez. Avcı hayvanların sizin için yakaladıkları, hiç yemedikleri avlardır. Yedikleri avlar ise sizin için değil, fakat kendileri için tuttukları avlardır. (Ebüssuûd)
Bu, min-i zaidedir (asıl mana yönünden etkisi yoktur) ve tıpkı “Mahsul verdiği zaman onun mahsulünü yeyin.” Bu, min-i teb’iziyye (ondan bir kısmı) manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
مِمَّٓا daki منْ harfi ba'diyettir. Ama bu yüzden kalanın yeneceğine işaret eder denemez. Çünkü bu harf benzeri durumlarda isimlerin başında gelebilir ve teb'iziyye (ondan bir kısmı) ifade etmez. (Âşûr)
اسْمَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olması اسْمَ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
..فَكُلُوا cümlesine matuf olan وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Lafza-i celâlin zikri kalplerde haşyet duyguları uyandırmak ve korku salmak amacına matuftur. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَۜ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İkinci ayetteki cümle ile aynı olan bu cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetin fasılla gelmiş son cümlesi ta’lîliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itiisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümlede zamir makamında ism-i celilin (Allah’ın) zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak ve hükmün illetini belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
سَر۪يعُ الْحِسَابِ izafetinde سَر۪يعُ şeklindeki sıfat, mevsufuna muzâf olmuş, vurgu artmıştır.
اُحِلَّ - مِمَّا - اللّٰهَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْيَوْمَ | bugün |
|
2 | أُحِلَّ | helal kılındı |
|
3 | لَكُمُ | size |
|
4 | الطَّيِّبَاتُ | iyi ve temiz şeyler |
|
5 | وَطَعَامُ | ve yemeği |
|
6 | الَّذِينَ | kendilerine |
|
7 | أُوتُوا | verilenlerin |
|
8 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
9 | حِلٌّ | helal |
|
10 | لَكُمْ | size |
|
11 | وَطَعَامُكُمْ | sizin yemeğiniz de |
|
12 | حِلٌّ | helaldir |
|
13 | لَهُمْ | onlara |
|
14 | وَالْمُحْصَنَاتُ | ve namuslu kadınlar |
|
15 | مِنَ | -dan |
|
16 | الْمُؤْمِنَاتِ | inanan kadınlar- |
|
17 | وَالْمُحْصَنَاتُ | ve namuslu kadınlar |
|
18 | مِنَ |
|
|
19 | الَّذِينَ | kendilerine |
|
20 | أُوتُوا | verilenlerden |
|
21 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
22 | مِنْ |
|
|
23 | قَبْلِكُمْ | sizden önce |
|
24 | إِذَا | zaman |
|
25 | اتَيْتُمُوهُنَّ | verdiğiniz |
|
26 | أُجُورَهُنَّ | mehirlerini |
|
27 | مُحْصِنِينَ | iffetli kişiler olarak |
|
28 | غَيْرَ |
|
|
29 | مُسَافِحِينَ | zinadan kaçınan |
|
30 | وَلَا |
|
|
31 | مُتَّخِذِي | ve tutmayan |
|
32 | أَخْدَانٍ | gizli dost |
|
33 | وَمَنْ | ve kim |
|
34 | يَكْفُرْ | inkar ederse |
|
35 | بِالْإِيمَانِ | imânı |
|
36 | فَقَدْ | muhakkak |
|
37 | حَبِطَ | boşa çıkmıştır |
|
38 | عَمَلُهُ | onun ameli |
|
39 | وَهُوَ | ve o |
|
40 | فِي |
|
|
41 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
42 | مِنَ |
|
|
43 | الْخَاسِرِينَ | kaybedenlerdendir |
|
اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ
اَلْيَوْمَ zaman zarfı, اُحِلَّ fiiline müteallıktır. اُحِلَّ meçhul mazi fiildir. لَكُمُ car mecruru اُحِلَّ fiiline müteallıktır. الطَّيِّبَاتُ naib-i faildir.
وَ atıf harfidir. طَعَامُ mübteda olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. حِلٌّ haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru حِلٌّ ’e müteallıktır.
وَ atıf harfidir. طَعَامُكُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حِلٌّ haber olup lafzen merfûdur. لَهُمْ car mecruru حِلٌّ ’e müteallıktır.
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ
الْمُحْصَنَاتُ kelimesi atıf harfi وَ ’la الطَّيِّبَاتُ ’ye matuftur. مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ car mecruru الْمُحْصَنَاتُ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. الْمُحْصَنَاتُ atıf harfi وَ ’la الطَّيِّبَاتُ ’ye matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, مِنَ harf-i ceriyle birlikte ikinci الْمُحْصَنَاتُ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru اُو۫تُوا fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اٰتَيْتُمُوهُنَّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mansub muttasıl zamirler cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir و harfi getirilir. اٰتَيْتُمُوهُنَّ fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı/işba edatı denilir.
اٰتَيْتُمُوهُنَّ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اُجُورَهُنَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مُحْصِن۪ينَ kelimesi اٰتَيْتُمُوهُنَّ’deki failin hali olup fetha ile mansubtur. غَيْرَ kelimesi اٰتَيْتُمُوهُنَّ’deki failin ikinci hali olup fetha ile mansubtur. مُسَافِح۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. مُتَّخِذ۪ٓي kelimesi غَيْرَ’ya matuftur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir. اَخْدَانٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمُحْصَنَاتُ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ki ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِنَاتِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
مُسَافِح۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
مُتَّخِذ۪ٓي sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.
وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكْفُرْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. بِالْا۪يمَانِ car mecruru يَكْفُرْ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. حَبِطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَمَلُهُ faildir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru الْخَاسِر۪ينَ ’ye müteallıktır. مِنَ الْخَاسِر۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. الْخَاسِر۪ينَ kelimesinin cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْخَاسِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خسر fiilinin ism-i failidir.اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ
İstînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُحِلَّ fiilinin mef’ûlü olan اَلْيَوْمَ, amiline takdim edilmiştir.
Tefsir ulemasına göre üç yerde geçen اَلْيَوْمَ [bugün] kelimesinden kastedilen bir vakittir. Tekrar edilmesi tekid içindir. Bir de bu vakitte vâki olan olaylar değişik olduğundan tekrarı güzeldir. (Ebüssuûd)
İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelam olan müteakip …وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ cümlesi, اُحِلَّ cümlesine atfedilmiştir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedaya muzâf olmuştur. Sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ müspet, meçhul mazi sıygasında fiil cümlesidir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ cümlesi, …وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ cümlesine tezat sebebiyle atfedilmiştir.
اُحِلَّ fillerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ cümlesiyle وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ cümlesi arasında mukabele vardır.
حلال kelimesi Kur’an’da 51 kere geçmiş, bunların 12 tanesi yani dörtte biri bu surede geçmiştir. İlk ayette de gelmiştir. Başlangıç konuya böyle uygun olunca hüsn-i ibtida sanatı olur.
وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ [Ehl-i kitabın yemekleri] ifadesinde umum zikredilmiş, husus kastedilmiştir. Ehl-i kitabın yemeklerinden maksat kestikleri hayvanlardır. (Safvetü’t Tefasir)
طَعَامُكُمْ’den maksadın ne olduğu hakkında üç görüş vardır: Birincisi, kurbanlık demektir. İkincisi, ekmek ve meyve gibi kesilmeye muhtaç olmayandır ki Zeydiyye imamlarından nakledilen budur. Üçüncüsü, kurbanlıklar ve diğer her çeşit yiyeceği içine alır. Çoğunluk birinci görüşü tercih etmişlerdir. Çünkü kurbanlıktan başkasının yiyecek olmasında sahibine tahsisi yoktur. Kurbanlık ise kesicinin fiiliyle yiyecek olabilir. Ve bunun için kitap ehline bağlanmasının bir manası vardır. (Elmalılı, Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ
وَ ’la makabline atfedilmiş olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الْمُحْصَنَاتُ ’nun haberi mahzuftur. مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ, mahzuf hale müteallıktır. Aynı üsluptaki …وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ cümlesi makabline matuftur.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mecrur mahalde الْمُحْصَنَاتُ ’nun mahzuf haline müteallıktır. Sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ müspet mazi fiil sıygasında fiil cümlesidir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
اُو۫تُوا الْكِتَابَ , Hristiyan ve Yahudilerden kinayedir.
الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ ibaresinin ve الْمُحْصَنَاتُ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِذَٓا zaman zarfı اٰتَيْتُمُوهُنَّ fiiline muzâf olmuştur. Takdiri, بحل (uzlaşmak) olan, mahzuf fiile müteallıktır.
الْمُحْصَنَاتُ - مُحْصِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْمُحْصَنَاتُ; kendisini kale gibi koruyan kadınlar demektir.
اُحِلَّ- حِلٌّ ,الْمُحْصَنَاتُ - مُحْصِن۪ينَ ,اٰتَيْتُمُوهُنَّ - اُو۫تُوا ve ا۪يمَانِ - الْمُؤْمِنَاتِ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ cümlesiyle وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ cümlesi arasında mukabele vardır.
سَفِح۪; kan dökmek demektir. Burada iffetsizlik (spermin ulu orta dökülmesi) manasında kullanılmıştır.
Görülüyor ki yiyecek hususunda iki tarafa da izin verilmiş, Müslümanlara hem kitap ehlinin yiyeceklerini yemek hem de kitap ehline Müslüman yemeğini yedirmek suretiyle karşılıklı alış veriş helal kılınmış, fakat nikâh hususunda bu helal olma bir tarafa tahsis edilmiş, yalnız Müslümanların kitap ehlinden namus dairesinde nikâh ile kadın almaları helal kılınmış ve bununla daha önce Bakara Suresi 221. ayette geçen “İman etmedikçe müşrik kadınları nikâhlamayın.” yasaklaması, kitap ehli kadınlar hakkında kaldırılmış ve karşılıklı olarak Müslüman kadınlarının kitap ehliyle evlenmelerine asla izin verilmemiş, bu cihet aslı ve geçmişteki haramlığı üzerine baki kılınmıştır. (Elmalılı)
وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ mübteda, يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ cümlesi, şarttır.
Bu cümle itiraz cümlesidir. Müslümanlara tenbih vardır. İniş sebebi, kitap ehlinden kadınlar “Allah bizim dinimizden razı olmasaydı sizlerle nikâhımızı mübah kılmazdı.” demeleridir. (Âşûr)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Tahkik harfi قَدْ ‘la tekid edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Bu terkip aynı zamanda مَنْ ’in haberidir.
Ayetin son cümlesi atıfla gelmiş isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فِي الْاٰخِرَةِ mahzuf hale, مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟, mahzuf habere müteallıktır.
وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ [Kim imanı] yani İslam ahkâmını, Allah’ın helal ve haram kıldığı şeyleri [inkâr ederse…] demektir. (Keşşâf)
İbni Abbas ve Mücahid, “Kim imanı inkâr eder ise…”, “Kim Allah'ı inkâr ederse…” manasındadır. Böyle bir mecaz, güzel ve yerindedir. Çünkü Allah Teâlâ, imanın da Rabbidir. Bir şeyin Rabbi olan bazen mecazen o şey ile ifade edilebilir, demişlerdir.
Kelbi, “Kim Allah’tan başka ilah olmadığına şehadeti inkâr ederse” demektir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak, kelime-i tevhidi “iman” kabul etmiştir. Çünkü kelime-i tevhide iman vacip olunca onun ayrılmaz gereklerine iman etmek de şeriatın emri olmuş olur. Bir şeyin isminin, o şeyin lâzımına (gereği olan şeye) verilmesi, meşhur bir mecaz şeklindedir, demiştir.
Katâde şöyle der: “Bir grup Müslüman, ‘Onlar bizim dinimizde olmadıkları halde ehl-i kitabın kadınlarıyla nasıl evleniriz?’ demişlerdi. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayeti indirdi. Buna göre bu, ‘Kim, Kur’an’da inenleri inkâr ederse ameli boşa gider.’ demektir. Buna göre Cenab-ı Hak Kur’an’ı, ‘iman’ diye adlandırmıştır. Çünkü Kur’an, mutlaka iman edilmesi gereken her şeyin açıklamasını ihtiva eder.” (Fahreddin er-Râzî)
Küfürden kasıt, resulleri inkârdır. Yani imanın gerektirdiği itikatla ilgili olanları inkâr demektir. (Âşûr)
يَكْفُرْ - الْا۪يمَانِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Amelin boşa çıkması; sevabının iptal olması manasında sebep-müsebbep alakası ile mecâz-ı mürseldir.
حَبِطَ عَمَلُهُۘ sözünde teşbih vardır. Fayda verecek şeyler, fesada uğrayan şeylere benzetilmiştir. Vech-i şebeh de ondan kazanılan faydanın yok olmasıdır. Bundan maksat da sevabın zayi olmasıdır ki iş yapan, yaptığının karşılığında ceza mı yoksa kurtuluş mu bulacak bunu gözetsin. Yine başka bir maksat da imanından dönmekten sakındırmak, iman üzere olmayı sevdirmektir. Böylece hem kitap ehli hem de müşrikler, yaptıklarının fayda vermeyeceğini bilsinler. (Âşûr)
Ayetteki, “Ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardandır.” ifadesi, bahsedilmeyen bir şarta bağlıdır. Bu da o kimsenin, inkâr üzere ölmesidir. Çünkü eğer o insan inkârından tövbe eder ve imana döner ise ahirette hüsrana (ziyana) uğrayanlardan olmaz. Bu ifadede zımnen böyle bir şartın oluşunun delili, Hak Teâlâ’nın, “İçinizden kim dininden döner (irtidad eder) ve kâfir olarak ölürse bu (gibilerin) yaptığı (iyi) işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir…” (Bakara Suresi, 217) buyruğudur. (Fahreddin er-Râzî)
İki kardeş, dedeleriyle beraber ilk defa bahçesine gittiler. Bahçe kapısını açtıklarında, çiçek kokularıyla dolup taştılar. Renkleri gözlerine çarptığında ise hayranlıktan nefesleri kesilmişti. Torunlarının şaşkınlığını gülerek seyreden dede, ellerini her ikisinin omuzlarına koyup:
‘Yalnız’ dedi. ‘Bu bahçede uyulmasını istediğim bir kuralım var. Ağaçların arasında parıldayan şu çiçeği görüyor musunuz?’
Gençler başlarını sallayınca devam etti:
‘İşte, o çiçeği ellemeniz yasak.’
İki genç de bu kuralın sebebini anlamamıştı. Birisi, dedesinin kuralını itirazsız kabul etmişti. Diğer çiçeklerin arasında koşmaya başlamıştı. Sepetini, evdekilere göstermek için çeşitli çiçeklerle doldurmuştu.
Öteki kardeş ise, sessizce kuralı kabul ettiğini belirtmek için ‘evet’ demişti. Ama aklı ve kalbi, dokunmaması söylenen çiçeğe takılmıştı. Arada kardeşine sonra dedesine bakıyor ve sonra bakışlarını tekrar çiçeğe çeviriyordu. Bu kuralın arkasında yatabilecek sebebe dair teoriler üretiyordu. Çiçeği ellerine alıp kokladığına dair hayaller kuruyordu. Belki bütün çiçeklerden daha güzel kokuyordu. Belki yaprakları kadifeden de yumuşaktı. Düşündükçe dedesine ve dedesinin koyduğu kurala sinirleniyordu. Mutluluk sebebi olabilecek bir fırsatı kaçırıyormuş gibi hissediyordu. Her manada çiçeğe hapsolmuş, zaman ve mekan kavramını yitirmişti.
Dedesinin başına dokunmasıyla, kendisine geldi. Çiçeğin büyüsünden sıyrılmış, gerçek dünyaya geri dönmüştü. Güneş çoktan batmış, akşam olmuştu. Saatlerdir hasretini çektiği çiçek, karanlıkta kaybolmuştu. Dedesi kardeşine bahçenin ışıklarını açmasını söyledi ve oturan torununu kaldırıp, aklını çalan çiçeğin yanına götürdü. Işık açıldığında, genç gözlerine inanamadı. Güzelliğiyle kafasını karıştıran çiçek bu olmamalıydı. Kokusu ve rengiyle beraber oldukça sıradandı.
Dedesi ellerini sıktı ve dedi ki:
‘Ömür de böyle geçip gidecek. Emirlere uymak, yasaklardan uzak durmak, sahip olduklarımıza şükretmek, ibadetle ve ilimle meşgul olmak varken. Biteceğini bildiğimiz bu hayatı, gereksiz düşüncelerle ve faydasız hayallerle harcamayın. Şeytanın ve nefsinizin oyununa gelmeyin. Dünyalık her güzelin cazibesine kapılmayın. Bilinçsiz kararlara ve adımlara sebep olan her halden uzaklaşın. Çünkü ölüm anı geldiğinde, dünyalık her şey sizi terkedecek. Size nasip edilen sürenizde yaptıklarınızla kalacaksınız. Ne ekleme, ne de çıkarma yapmanıza izin verilecek.’
Ey dinimizi kemale erdiren Allahım. Nimetimizi tamamladığın ve bizler için İslamiyet’i seçtiğin için Sana hamd olsun. Mahşerde, İslam Sancağı altında toplananlardan. Son nefesi dahil her nefesini Allah’a teslim bir hal içindeyken verenlerden. Sahip olduğu her anı hakkıyla değerlendirmek için elinden geleni yapanlardan. Allah’ın her emir ve yasağına itaat edenlerden. Dünyadan ihtiyacı olanı alıp, ahireti için çalışanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji