قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
Bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylardan biri şudur: Haccın farz olduğunu bildiren âyet indiğinde Hz. Peygamber bir hutbe okumuş, Allah Teâlâ’ya hamd ve senâdan sonra “Allah size haccı farz kıldı” buyurmuştu. Bir sahâbî “Her yıl mı ey Allah’ın resulü?” diye sordu. Resûlullah soruyu duymazdan geldi. Sorunun üçüncü defa tekrar edilmesi üzerine Hz. Peygamber “Şayet evet deseydim (her yıl haccetmeniz) farz olurdu. Siz ise buna tahammül edemezdiniz. Benim değinmediğim konularda soru sormayın. Sizden önceki bazı toplumlar peygamberlerine çok soru sormaktan ve sonra da bunlar üzerinde ihtilâfa düşmekten dolayı helâk olmuşlardır. Şu halde size bir şeyi emrettiğimde onu olabildiğince yerine getirmeye çalışın, size yasakladıklarımdan da kaçının” buyurmuştur (Müslim, “Hac”, 412).
Âyetlerdeki sakındırma ifadesinden, dinin tamamlanmasının veya eksik kalmasının vahyin geldiği esnadaki sorulara bağlanmış olduğu gibi bir anlam çıkarmak doğru olmaz. Zira bir hususun dinî bildirimler arasında yer alabilmesinin kaçınılmaz şartı, dinin sahibi olan Allah’ın onu murat etmiş olmasıdır. Yine, ilâhî iradenin bir sonucu olarak Resûlullah bazı dinî hükümleri belirli münasebetlerle, olayların tabii akışı içinde ve çevresinden gelen sorular üzerine tebliğ etmiştir. Şu halde bu âyette verilmek istenen mesajı şöyle açıklamak mümkündür: Vahyin indiği dönemde bazı vecîbelerin bildirilmesi soru sorulmasına bağlanmış olduğundan, müminler yerli yerince soru sormalı, yersiz sorulardan ve ısrarcı tavırlardan kaçınmalıdırlar. Ayrıntılar üzerinde fazla sorular sorulması halinde, cevapları duyanlar veya yorumlayanlar –farz kılınmadığı halde– yanlışlıkla yeni farzlar icat edebilirler. Hz. Peygamber’in yukarıda aktarılan ifadesinden de anlaşıldığı üzere, buradaki mesaj Kur’an’ın indirildiği dönemle sınırlı olmayıp, bütün zamanlarda müminlerin şu hususa dikkat etmeleri gerekir: Dinî yükümlülükler konusunda herkes Resûlullah’ın buyruklarını olabildiğince yerine getirmeye çalışmalı, yasakladıklarından kaçınmalı, kendi anlayışını ve içinde yaşadığı toplumun geleneklerini dine yamamaya kalkışmamalıdır. Tarihî tecrübeler de burada insan psikolojisine ışık tutan önemli bir uyarının bulunduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyette ve hadiste önceki toplumlardan bazılarının kendilerine bildirilen dinî yükümlülükleri âdeta yetersiz bularak daha fazla yükümlülük isteyen bir tavır içine girdiklerinden, sonra da bunlar üzerinde görüş ayrılığına düşüp asıl vecîbeleri de terkeder hale geldiklerinden söz edilmektedir. Müslüman toplumlarda da bu psikolojinin etkisiyle zaman zaman asıl dinî vecîbeleri bırakıp yeni yükümlülük arayışı içine girildiği ve dinin aslında olmayan hususların temel dinî yükümlülüklerden daha önemli hale getirildiği gözlenmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 347-348
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. سَاَلَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. قَوْمٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru سَاَلَهَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اَصْبَحُوا damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı اَصْبَحُوا ’nun ismidir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
(ثُمَّ) : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِهَا car mecruru كَافِر۪ينَ ’ye müteallıktır. كَافِر۪ينَ kelimesi اَصْبَحُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
كَافِر۪ينَ kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
Nehyin sebebini bildiren beyani istînaf cümlesidir. Ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
قَوْمٌ ‘daki tenvin, tahkir ifade eder.
Nakıs fiil اَصْبَحُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesi, ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir.
Cümlede car-mecrur بِهَا, amili olan كَافِر۪ينَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.
قَبْلِ - ثُمَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Kur’an indirilirken önce sormanın yasaklanması ardından da sormaya izin verilmesi dolayısıyla muhatabın zihninde oluşabilecek soruya cevap niteliğindedir. Konu; sorunun Kur’an’ın indirildiği sırada olup bazı soruların cevabının kavmin hoşuna gitmemesi durumunda evla olanın soruyu terk etmek mi yoksa sormak mı olduğudur. Bu nedenle benzeri durumların Müslümanlardan önceki bir kavmin küfrüne sebep olduğu söylenerek tafsilatlı bir cevap verilmiştir. (Âşûr)
ثُمَّ tertip içindir. (Âşûr)
بِها كافِرِينَ cümlesindeki بِ harf-i ceri sebep için olması caizdir. (Âşûr)