Mâide Sûresi 101. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ  ...

Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تَسْأَلُوا sormayın س ا ل
6 عَنْ hakkında
7 أَشْيَاءَ şeyler ش ي ا
8 إِنْ eğer
9 تُبْدَ açıklandığında ب د و
10 لَكُمْ size
11 تَسُؤْكُمْ hoşunuza gitmeyecek س و ا
12 وَإِنْ ve eğer
13 تَسْأَلُوا sorarsanız س ا ل
14 عَنْهَا onları
15 حِينَ vakit ح ي ن
16 يُنَزَّلُ indirildiği ن ز ل
17 الْقُرْانُ Kur’an ق ر ا
18 تُبْدَ açıklanır ب د و
19 لَكُمْ size
20 عَفَا affetmiştir ع ف و
21 اللَّهُ Allah
22 عَنْهَا onları
23 وَاللَّهُ Allah
24 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
25 حَلِيمٌ halimdir ح ل م
 

Bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylardan biri şudur: Haccın farz olduğunu bildiren âyet indiğinde Hz. Peygamber bir hutbe okumuş, Allah Teâlâ’ya hamd ve senâdan sonra “Allah size haccı farz kıldı” buyurmuştu. Bir sahâbî “Her yıl mı ey Allah’ın resulü?” diye sordu. Resûlullah soruyu duymazdan geldi. Sorunun üçüncü defa tekrar edilmesi üzerine Hz. Peygamber “Şayet evet deseydim (her yıl haccetmeniz) farz olurdu. Siz ise buna tahammül edemezdiniz. Benim değinmediğim konularda soru sormayın. Sizden önceki bazı toplumlar peygamberlerine çok soru sormaktan ve sonra da bunlar üzerinde ihtilâfa düşmekten dolayı helâk olmuşlardır. Şu halde size bir şeyi emrettiğimde onu olabildiğince yerine getirmeye çalışın, size yasakladıklarımdan da kaçının” buyurmuştur (Müslim, “Hac”, 412).

 Âyetlerdeki sakındırma ifadesinden, dinin tamamlanmasının veya eksik kalmasının vahyin geldiği esnadaki sorulara bağlanmış olduğu gibi bir anlam çıkarmak doğru olmaz. Zira bir hususun dinî bildirimler arasında yer alabilmesinin kaçınılmaz şartı, dinin sahibi olan Allah’ın onu murat etmiş olmasıdır. Yine, ilâhî iradenin bir sonucu olarak Resûlullah bazı dinî hükümleri belirli münasebetlerle, olayların tabii akışı içinde ve çevresinden gelen sorular üzerine tebliğ etmiştir. Şu halde bu âyette verilmek istenen mesajı şöyle açıklamak mümkündür: Vahyin indiği dönemde bazı vecîbelerin bildirilmesi soru sorulmasına bağlanmış olduğundan, müminler yerli yerince soru sormalı, yersiz sorulardan ve ısrarcı tavırlardan kaçınmalıdırlar. Ayrıntılar üzerinde fazla sorular sorulması halinde, cevapları duyanlar veya yorumlayanlar –farz kılınmadığı halde– yanlışlıkla yeni farzlar icat edebilirler. Hz. Peygamber’in yukarıda aktarılan ifadesinden de anlaşıldığı üzere, buradaki mesaj Kur’an’ın indirildiği dönemle sınırlı olmayıp, bütün zamanlarda müminlerin şu hususa dikkat etmeleri gerekir: Dinî yükümlülükler konusunda herkes Resûlullah’ın buyruklarını olabildiğince yerine getirmeye çalışmalı, yasakladıklarından kaçınmalı, kendi anlayışını ve içinde yaşadığı toplumun geleneklerini dine yamamaya kalkışmamalıdır. Tarihî tecrübeler de burada insan psikolojisine ışık tutan önemli bir uyarının bulunduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyette ve hadiste önceki toplumlardan bazılarının kendilerine bildirilen dinî yükümlülükleri âdeta yetersiz bularak daha fazla yükümlülük isteyen bir tavır içine girdiklerinden, sonra da bunlar üzerinde görüş ayrılığına düşüp asıl vecîbeleri de terkeder hale geldiklerinden söz edilmektedir. Müslüman toplumlarda da bu psikolojinin etkisiyle zaman zaman asıl dinî vecîbeleri bırakıp yeni yükümlülük arayışı içine girildiği ve dinin aslında olmayan hususların temel dinî yükümlülüklerden daha önemli hale getirildiği gözlenmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 347-348

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك  “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. “Ey iman edenler” ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)

Nidanın cevabı  لَا تَسْـَٔلُوا ’dur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَسْـَٔلُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْ اَشْيَٓاءَ  car mecruru  تَسْـَٔلُوا  fiiline müteallıktır. 

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تُبْدَ لَكُمْ  cümlesi  اَشْيَٓاءَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  تُبْدَ  şart fiil olup illet harfinin hazfi ile meçhul mebni muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  ْاِن kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَكُمْ  car mecruru  تُبْدَ  fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  تَسُؤْكُمْ ’dur.  تَسُؤْكُمْ  şartın cevabı olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 


وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ 


وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَسْـَٔلُوا  fiili  نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَنْهَا  car mecruru  تَسْـَٔلُوا  fiiline müteallıktır.  ح۪ينَ  zaman zarfı,  تَسْـَٔلُوا  fiiline müteallıktır. 

يُنَزَّلُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ح۪ينَ  cümleye muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduklarında, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُنَزَّلُ  meçhul mebni muzari fiildir.  الْقُرْاٰنُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

تُبْدَ  şart fiil olup illet harfinin hazfi ile meçhul mebni muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

لَكُمْ  car mecruru  تُبْدَ  fiiline müteallıktır.

 

 عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ


Fiil cümlesidir.  عَفَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

عَنْهَا  car mecruru  عَفَا  fiiline müteallıktır. 

 

وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ


İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ  birinci,  حَل۪يمٌ  ikinci haberdir.

 
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu suredeki onuncu  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler] nidasıdır. 

Nidanın cevabı olan  لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ  cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy, siyak ve karînelerden anlaşılan başka manalar ifade edebilir. Bu ayette nehiy irşat kastı taşımaktadır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, münadadan bedeldir. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek ve iman edenlere tazim içindir. Sılası ءَامَنُوا۟  şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.

عَنْ اَشْيَٓاءَ  için sıfat olan  اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ  cümlesi şart üslubunda haberi isnaddır. Şart ve cevap cümleleri müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelen ikinci şart cümlesi …وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا,  önceki şart cümlesine matuftur.  تَسْـَٔلُوا  şart fiili,  تُبْدَ  ise cevap fiilidir.

اٰمَنُوا - لَا تَسْـَٔلُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

لَا تَسْـَٔلُوا -  تَسْـَٔلُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

تُبْدَ - اِنْ - عَنْ - لَكُمْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi,  لبيك وسعديك  “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabı ile Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. “Ey iman edenler” ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke’de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî

Muhatapların iman ile vasıflandırılmaları, onların düşmanlarından farklı olduğunu göstermek suretiyle hallerini kendilerine hatırlatmak ve onda sebatlarını sağlamak içindir. (Ebüssuûd)

Bu ayet, Hakk Teâlâ’nın “Allah neyi açıklar, neyi gizlerseniz bilir.” (Maide Suresi, 99) ayetine bağlıdır. Buna göre mana, “İşleri oldukları hal üzere (zahirine göre) bırakınız ve onların gizli, açıklanmamış hallerini soruşturmayınız. Zira şayet o hususlar size açıklanırsa sizi üzer.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


 عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

Bu istînâfî kelâm, bu kabil suallerden nehyin, sırf onları üzülmekten korumak için değil fakat bunların haddizatında ilâhî muahazeyi mûcib günah olduğunu ve Allah Teâlâ’nın onların bu günahlarını affettiğini açıklar ve aynı zamanda onları, bu tür sualler sormaktan sakınmaya teşvik eder.

Allah Teâlâ, onların sorgulamalarını affetmiş ve ceza olarak her sene haccı farz kılmamıştır ve diğer suallerin gerektirdiği ahiret azabını da kaldırmıştır. Bundan böyle onları bu tip suallere dönmekten men etmiştir. (Ebüssuûd)

 

 وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ

 

İstînâfiyye olan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin zamir makamı olduğu halde bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezüz, teberrük ve itaate teşvik içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  حَل۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  حَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu cümle makabli ile bağlantısı bulunmayan bir tezyîl mahiyetinde olup Allah Teâlâ’nın affını açıklar. Yani günahların bağışlanmasında Allah Teâlâ’nın affı sınırsızdır. İşte bundan dolayıdır ki sizi bağışlamış ve sizden sadır olan taksirat yüzünden muaheze buyurmamıstır. (Ebüssuûd)