Mâide Sûresi 3. Ayet

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...

Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حُرِّمَتْ haram kılındı ح ر م
2 عَلَيْكُمُ size
3 الْمَيْتَةُ leş م و ت
4 وَالدَّمُ ve kan د م و
5 وَلَحْمُ ve eti ل ح م
6 الْخِنْزِيرِ domuz خ ن ز ر
7 وَمَا ve şeyler
8 أُهِلَّ boğazlanan ه ل ل
9 لِغَيْرِ başkası adına غ ي ر
10 اللَّهِ Allah’tan
11 بِهِ O’na
12 وَالْمُنْخَنِقَةُ ve boğulmuş خ ن ق
13 وَالْمَوْقُوذَةُ ve vurulmuş و ق ذ
14 وَالْمُتَرَدِّيَةُ ve yukarıdan düşmüş ر د ي
15 وَالنَّطِيحَةُ ve boynuzlanmış ن ط ح
16 وَمَا ve şeyler (havyanlar)
17 أَكَلَ yediği ا ك ل
18 السَّبُعُ canavarın س ب ع
19 إِلَّا hariç
20 مَا
21 ذَكَّيْتُمْ sizin kestikleriniz ذ ك و
22 وَمَا ve şeyler
23 ذُبِحَ boğazlanan ذ ب ح
24 عَلَى üzerine
25 النُّصُبِ dikili taşlar ن ص ب
26 وَأَنْ
27 تَسْتَقْسِمُوا ve kısmet (şans) aramanız ق س م
28 بِالْأَزْلَامِ fal oklariyle ز ل م
29 ذَٰلِكُمْ bunlar
30 فِسْقٌ fısktır ف س ق
31 الْيَوْمَ bugün artık ي و م
32 يَئِسَ umudu kesmişlerdir ي ا س
33 الَّذِينَ kimseler
34 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
35 مِنْ
36 دِينِكُمْ sizin dininizden د ي ن
37 فَلَا
38 تَخْشَوْهُمْ onlardan korkmayın خ ش ي
39 وَاخْشَوْنِ benden korkun خ ش ي
40 الْيَوْمَ bugün ي و م
41 أَكْمَلْتُ olgunlaştırdım ك م ل
42 لَكُمْ sizin için
43 دِينَكُمْ dininizi د ي ن
44 وَأَتْمَمْتُ ve tamamladım ت م م
45 عَلَيْكُمْ size
46 نِعْمَتِي ni’metimi ن ع م
47 وَرَضِيتُ ve razı oldum ر ض و
48 لَكُمُ sizin için
49 الْإِسْلَامَ İslam’a س ل م
50 دِينًا din olarak د ي ن
51 فَمَنِ kim
52 اضْطُرَّ daralırsa ض ر ر
53 فِي
54 مَخْمَصَةٍ açlıktan خ م ص
55 غَيْرَ غ ي ر
56 مُتَجَانِفٍ istekle yönelmeden ج ن ف
57 لِإِثْمٍ günaha ا ث م
58 فَإِنَّ doğrusu
59 اللَّهَ Allah
60 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
61 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
 

Bu ayet Vedâ haccı arefesinde, Rasûl-i Ekremin vefatından seksen bir gün önce inmiş olan son ahkâm âyetidir. Bir yahudi Hz. Ömer’e (Ra): “Bu ayet Yahudilere inseydi o gün bayram ederdik” deyince Hz. Ömer (ra) bu âyetin Cuma’ya denk gelen arefe gününde Arafat’ta indiğini, dolayısıyla Müslümanların o günü zaten bayram olarak kutladıklarını söylemiştir.

(Buhari, İman 33; Müslim, Tefsir 5).

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ

PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

Riyazus Salihin, 1598 Nolu Hadis

Câbir radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in  şöyle buyurduğunu işittim demiştir:

"Şeytan, Arap yarımadasında müslümanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirlerine düşürmeye, aralarını açmaya çalışacaktır."

Müslim, Münâfıkîn 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 35

Riyazus Salihin, 1824 Nolu Hadis.

 

الدَّم sözcüğünün aslı دَمَيٌ şeklindedir. Anlamının kan olduğu yaygın olarak bilinmektedir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli demdir.  (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

:ذبح  Bu kelimenin asıl anlamı hayvanların boğazını yarmaktır. ذَبَّحَ fiili (tef'il babı) teksir ifade eder. Buna göre 2/49 ayetinin manası da;'' (oğullarınız) boğazları birbiri ardınca yarılıyordu yahut birbiri ardınca boğazlanıyordu.'' (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mezbahadır.  (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ


Fiil cümlesidir.  حُرِّمَتْ  meçhul mazi mebni fiildir.  عَلَيْكُمُ  car mecruru  حُرِّمَتْ  fiiline müteallıktır.  الْمَيْتَةُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

الدَّمُ وَلَحْمُ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ ’ye matuftur.  الْخِنْز۪يرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu, atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ ’ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اُهِلَّ  fiili meçhul mazi mebni fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  لِغَيْرِ  car mecruru  اُهِلَّ  fiiline müteallıktır.

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  بِه۪  car mecruru  اُهِلَّ  fiiline müteallıktır.

الْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ  kelimeleri  atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ ’ye matuftur.

الْمُنْخَنِقَةُ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir.

الْمُتَرَدِّيَةُ  kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir. 

وَ  atıf harfidir.  مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu, atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ  kelimesine matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَكَلَ السَّبُعُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَكَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  السَّبُعُ  fail olup lafzen merfûdur.

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsulun sılası  ذَكَّيْتُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ذَكَّيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu, atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ  kelimesine matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

ذُبِحَ  fiili meçhul mazi mebni fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  عَلَى النُّصُبِ car mecruru  ذُبِحَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ  kelimesine matuf olup mahallen merfûdur.

تَسْتَقْسِمُوا  fiili  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْاَزْلَامِ  car mecruru  تَسْتَقْسِمُوا  fiiline müteallıktır.

تَسْتَقْسِمُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi  قسم ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ


İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

فِسْقٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

 

اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ 

 

اَلْيَوْمَ  zaman zarfı,  يَئِسَ  fiiline müteallıktır.  يَئِسَ  merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ د۪ينِكُمْ  car mecruru  يَئِسَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri;  إن يظهروا عليكم فلا تخشوهم (Sizin karşınıza çıkarlarsa onlardan korkmayın.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَخْشَوْهُمْ  fiili  نَ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اخْشَوْنِ  cümlesi makabline matuftur.  اخْشَوْنِ  fiili  ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Hazfedilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Takdiri,  اخشوني  şeklindedir.

Burada bir ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ 

 

اَلْيَوْمَ  zaman zarfı,  اَكْمَلْتُ  fiiline müteallıktır.  اَكْمَلْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

لَكُمْ  car mecruru  اَكْمَلْتُ  fiiline müteallıktır.  د۪ينَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  اَتْمَمْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَنْعَمْتُ  fiiline müteallıktır.  نِعْمَت۪ي  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim  يَ ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  رَض۪يتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

لَكُمُ  car mecruru  رَض۪يتُ  fiiline müteallıktır.  الْاِسْلَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  د۪ينًا  kelimesi  الْاِسْلَامَ ’nin hali olup fetha ile mansubtur.


فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

فَ  istînâfiyyedir.  مَنِ  iki fiili cezm eden şart harfidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اضْطُرَّ  şart fiili olup meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

ف۪ي مَخْمَصَةٍ  car mecruru failin mahzuf haline müteallıktır.  غَيْرَ  ikinci hal olup fetha ile mansubtur.  مُتَجَانِفٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لِاِثْمٍ  car mecruru  مُتَجَانِفٍ ’e müteallıktır.

اضْطُرَّ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi ضرر ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

مُتَجَانِفٍ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفاعَلَ  babının ism-i failidir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.  غَفُورٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberidir.  رَح۪يمٌ  ise ikinci haberdir.

 

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ

 

Ayet  istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Cümlede car mecrur, önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Cenab-ı Hak, surenin baş kısmında “... davarların etleri size helal edildi.” buyurmuş, sonra da siz müminlere okunmakta olan bazı şeylerin istisna tutulduğunu zikretmiştir. İşte burada ise Hakk Teâlâ, bu umumi hükümde müstesna tutulan şekilleri zikretmiştir ki bunlar on bir nevidir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada birinci ayette geçen “اُحِلَّتْ لَكُمْ بَهٖيمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ” cümlesiyle işaret edilen haramlar (muharramat) açıklanıyor. Şöyle ki:

1. الْمَيْتَةُ (ölmüş hayvan eti), boğazlanmaksızın canı çıkan hayvandır.

Fahreddin er-Râzî, “Meytenin haramlığı akla da uygundur. Çünkü kan pek latif bir cevherdir. Binaenaleyh hayvan kendi kendine öldüğünde damarlarındaki kan tıkanır kalır ve kokuşup bozulur. Bundan dolayı onu yemek büyük zararlara sebebiyet verir.” der.

2. وَالدَّمُ  (kan), bundan murad akıtılmış kan (dem-i mefsuh)’dır. Nitekim başka bir ayette de “...leş veya akan kan.” (Enam Suresi, 145) buyurulur.

Cahiliye insanları kanı bağırsakların içine boşaltıp kebap yapıyorlardı ve: “Aldırılan kan haram değildir.” diyorlardı.

3. وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ  (domuz eti), Enam Suresinin 145. ayetinde domuz eti necis (pis) olarak vasıflandırılır. Fahreddin er-Râzî; ehl-i ilim şöyle der: “Gıda, onu yiyen kişinin özünden bir parça haline gelir. Binaenaleyh gıdayı alan kimse için gıdalandığı şeyde bulunan özelliklerden birtakım huy ve sıfatların meydana gelmiş olması gerekir. Domuz, şehevî şeylere karşı son derece istekli ve arzulu olarak yaratılmıştır. Bundan dolayı, aynı özellikleri almasın diye, insana domuz etini yemek haram kılınmıştır. Koyun ise son derece selim bir hayvandır. İşte bundan dolayı sanki koyun bütün kötü huylardan uzak bir varlıktır. Binaenaleyh onun etini yeme sebebi ile insanda, insanî hallere uymayan yabancı bir özellik teşekkül etmez.” der.

4. وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪  (Allah’tan başkası adına boğazlanan), cahiliye insanlarının “Lât ve Uzzâ ismiyle!” dedikleri gibi kesim sırasında üzerlerine Allah Teâlâ’dan başkasının adının anıldığı hayvanların eti de haramdır, yenmez.

5. وَالْمُنْخَنِقَةُ  (boğulmuş), herhangi bir suretle boğulup ölmüş,

6. وَالْمَوْقُوذَةُ  (vurulmuş, bir darbeye maruz kalmış), haşeb (ağaç) cinsinden bir şeyle vurulup öldürülmüş,

7. وَالْمُتَرَدِّيَةُ  (tereddi etmiş, yüksekten yuvarlanıp düşmüş), yüksekten aşağıya veya bir kuyuya düşüp ölmüş,

8- وَالنَّط۪يحَةُ  (başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış), toslanmış, boynuzlanmış ve bu şekilde öldürülmüş,

9. وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ  (canavar yemiş), canavar tarafından yenmiş, yırtıcı hayvanlar tarafından yakalanıp parçalanmış hayvanların etleri yenmez. Bu da av köpeklerinin yakaladıkları avın bir kısmını yedikleri takdirde geri kalanın helal olmadığına delalet eder.

اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ  ibaresi “canları daha üzerinde iken yetişip kestikleriniz müstesna” demektir. Bu istisna zikredilenlerin hepsi içindir.

Bir görüşe göre ise yalnız canavarların yediklerine münhasırdır. Yani ancak canları çıkmadan önce yetişip İslamî kesim gerçekleştirdikten sonra tıpkı kesilmiş diğer hayvanlar gibi hareket edenler müstesna olup onların da eti helaldir.

İslamî kesim, boğaz ve yemek borusunu keskin bir aletle kesmektir.

Tezkiye tef’il babından olup, sülâsîsi  ذكى ’dir ki zekât yapmak demektir. Burada “zekâtına yetişmek” diye tefsir olunmuştur. “Asâ” vezninde “zekâ” ve “necat” vezninde “zekât”, kesmek yani boğazlamak manasınadır. Bu maddenin aslının, lügatte bir tamamlanmak manasıyla ilgili olduğu açıklanıyor. Nitekim ateşin parlamasına denilir ki tamamı parlama demektir. Aynı şekilde anlayışa “zekâ” denilir ki tamamı anlama demektir. Sonra yaşın kemaline “zekâ” denilir ki gençliğin sonuna gelip tamam olması demektir. İşte hayvanı boğazlamak da kanını akıtarak ve vücudunun normal sıcaklığını teskin ederek hayatına tamamen son vermek demek olduğundan zekâ ve zekât denilmiştir. İşte kelimenin lügat bakımından manası ve esası budur. Ve bundan şer’i manaya nakledilerek zekât bir şer’i isim olmuştur. (zel, peltek, ذكى) harfi ile olan bu maddeyi, (keskin ze harfi) ile olan ve esasen “temizlik ve üreme” manasına gelen (zekâ, زكي), (zekât) tezkiye maddesiyle karıştırılmamalıdır. Böyle bir yanlış ile “temizlediğiniz ve tezkiye ettiğiniz müstesnadır” gibi bir mana vermeye kalkışılmamalıdır. (Elmalılı) 

10. وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ  (dikili taşlar üzerinde boğazlanmış hayvanlar).

Cahiliye devrinde Kâbe’nin etrafında dikili adak taşları vardı, insanları bu taşlar üzerinde kurban keser ve bunu ibadet sayarlardı. Bu surede boğazlanmış hayvanların etleri de haramdır.

Bir görüşe göre bu taşlardan maksat putlardır.

İbni Cüreyc de şöyle demektedir: أصْنَام (putlar), şekillendirilmiş ve nakışlanmış taşlardır. Ayette bahsedilen  النُّصُبِ , cahiliyye çağı Araplarının, Kâbe’nin etrafına dikmiş oldukları taşlardır. (Fahreddin er-Râzî)

أصْنَام , resimli ve nakışlı taşlar, putlardır. النُّصُبِ  ise dikili taşlardır ki resimli veya nakışlı olması şart değildir. (Elmalılı)

11.  وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ  (fal okları ile kısmet aramanız) size haram kılındı.

Fal okları ile kısmet aramak şöyle idi: Cahiliye insanları, yapmak istedikleri bir işe başlamadan önce birinde “Rabbim bana emretti.” diğerinde “Rabbim beni men etti.” ve üçüncüsünde de “غُفْل (belirsiz)” yazılı olan üç oktan birini çekerlerdi. Eğer emir yazılı ok çıkarsa o işe başlarlar, men yazılı ok çıkarsa o işten uzak dururlardı. Eğer ğufl çıkarsa çekmeye devam ederlerdi. “İstiksam/kısmet aramak” bir nevi kendi kısmetine yazılmış olanı öğrenmek isteği idi. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr)

Müşterek ism-i mevsûl naib-i faile matuftur. Sılası meçhul bina edilmiş mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan  اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪  cümlesidir.

İkinci ism-i mevsûlün sıla cümlesi  اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Bu cümledeki mevsûl  مَا, müstesnadır. Sılası  ذَكَّيْتُمْ ’dür.

ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ  cümlesi, üçüncü ism-i mevsûlün sılasıdır. Haramlar sınıfındandır ve naib-i faile atfedilmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip  تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ  cümlesi, masdar teviliyle  الْمَيْتَةُ’ye matuftur.

Cümlede dört kez geçen ism-i mevsul olan  مَا ’larda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Haram olan yiyeceklerin sayılması taksim sanatıdır.


ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ


Ta’lîl cümlesidir. Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. 

Şöyle bir görüş de zikredilmiştir:

ذٰلِكُمْ فِسْقٌ  [O fasıklıktır] ifadesi ara cümledir ve bununla haramlık hükmünün pekiştirilmesi amaçlanmaktadır, akabinde gelen kısım da teyit içindir. Çünkü sözü edilen iğrenç şeylerin haram kılınması da kâmil dinin, tamamlanmış nimetin ve Allah’ın hoşnutluğunu hak eden yegâne din İslam’ın bir parçasıdır. Mana şöyledir: “Bununla birlikte” açlıktan bîtap düşüp ölü, kan gibi haram kılınmış olan şeylerden yemeğe “mecbur kalan biri için Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir”, haram olan bu nesneleri yediği için onu sorguya çekip cezalandırmaz. Tıpkı [azıtmamak ve sınırı aşmamak şartıyla (Bakara Suresi, 173)] ifadesindeki gibi. (Keşşâf)

Burada uzak işaretinin (ذٰلِكُمْ /o iş) kullanılması, şerdeki derecesinin pek uzak olduğuna işaret etmek içindir. Bir görüşe göre de ayetin metnindeki “ذٰلِكُمْ” işareti, sayılan haramları işlemektir. Yani bütün bu haramları işlemek fısktır. Zira onların haram kılınması, fiillerinin de haram kılınması demektir.

Fısk, temerrüt, haddi aşmak, bilinmeyen bir âleme girmektir. Burada dalalet demektir. (Ebüssuûd)

   

اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ 


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يَئِسَ  fiilinin mef’ûlü olan  اَلْيَوْمَ, amiline takdim edilmiştir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail konumundadır. Sılası mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûllerde müphem yapıları sebebiyle tevcîh sanatı vardır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada kâfirler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. 

فَ  rabıtadır. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır. 

فَلَا تَخْشَوْهُمْ  cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri,  إن يظهروا عليكم فلا تخشوهم  [Sizin karşınıza çıkarlarsa onlardan korkmayın.] şeklindedir. Cevap cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَاخْشَوْنِۜ  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. 

لَا تَخْشَوْ- اخْشَوْنِ  fiilleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَلَا تَخْشَوْهُمْ  cümlesiyle  وَاخْشَوْنِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu günden murad, hâzır ile ona bitişik geçmiş ve gelecek zaman dilimleridir.

Diğer bir görüşe göre ise bu ayetin nazil olduğu gündür.

Bu ayet-i kerime, Veda Haccı’nda Arefe günü Peygamberimiz (sav) Arafat’ta cuma günü ikindiden sonra Adbâ adlı devesinin sırtında vakfe yaparken nazil oldu. O anda deveye öyle bir ağırlık çöktü ki hayvan çökmek zorunda kaldı.

Bugün artık kâfirler, haramları helal saymak gibi yollarla sizin dininizi yıkmaktan ve sizi dininizden döndürmekten ümitlerini kesmişlerdir. Yahut dinde size galip gelmekten ümitlerini kesmişlerdir. Zira onlar, Allah Teâlâ’nın, vaadini gerçekleştirip İslam dinini bütün dinlerden üstün kıldığını müşahede etmişlerdir.

Bu görüş, “Artık onlardan korkmayın da Benden korkun.” cümlesine de daha uygun düşmektedir. Yani onların size galip gelmelerinden korkmayın da yalnız Benden korkun. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr )


 اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ 

 

İstînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَكْمَلْتُ  fiilinin mef’ûlü olan  اَلْيَوْمَ, amiline takdim edilmiştir.

Yine mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan müteakip  وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي  ve  رَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ  cümleleri  اَكْمَلْتُ  cümlesine atfedilmiştir.

نِعْمَت۪ي  izafetinde  نِعْمَت۪, Allah Teâlâya ait zamire muzâf olarak şan ve şeref kazanmıştır.

د۪ينً - لَكُمُ - اَلْيَوْمَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَكْمَلْتُ - اَتْمَمْتُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

فِسْقٌ - اِثْمٍ  ve  الْاِسْلَامَ - د۪ينًاۜ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Ayet-i kerimede  إكمال  kelimesinden  تامَإ  kelimesine geçilmiştir. Bu iki kelime “noksanlığın giderilmesi” anlamını taşıma hususunda ortaktırlar. Fakat  تامَإ kelimesi, bir şeyin aslının tamamlanması anlamına, إكمال  kelimesi ise ârazlardaki noksanlığın giderilmesi anlamına gelmektedir. Din ile birlikte  إكمال  kelimesinin kullanılması, dinin ibadet ve muamelat konusunda tamamlandığını, تامَإ  kelimesinin ise nimet için kullanılması, Müslümanların düşmanlarına karşı zafer kazanması, Mekke’nin fethi ve oraya güven içinde girilebileceği anlamındadır. Ayrıca  تامَإ kelimesi tamamlanmadan önce eksikliği fark edilebilen ve tedrîci olarak tamamlanan şeyler için kullanılır. Bu vb. kelimeler arasında var olan iltifatı görmek aynı zamanda kelimelerin tercih edilme sebeplerini anlama, aralarındaki nükteyi görme ve hikmeti tespit etme noktasında da büyük bir kolaylık sağlamaktadır.  (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

‘’Bugün Ben, size nusret ihsan ederek, dininizi bütün dinlerden üstün kılarak, akait (inanç) kaidelerini, şeriat usullerini ve içtihad kurallarını tam manası ile açıklayarak dininizi kemâle erdirdim; Mekke’nin fethiyle oraya güven içinde ve galipler olarak girmenizle cahiliye kulesini ve âdetlerini yıkmakla, müşriklerin haccını ve çıplak olarak Kâbe tavafını yasaklamakla, dinî hükümleri ikmal etmekle, hidayet ve tevfik ile üzerinizdeki nimetimi tamamladım.’’

Diğer bir görüşe göre ise “Üzerinizdeki nimetimi tamamladım/وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي” cümlesi de Bakara Suresi 150. ayetiyle yaptığım vaadi yerine getirdim; demektir.

“Ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim/ وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ” cümlesi de bir hakikatin ifadesidir. Çünkü Allah katında yegâne hak din İslam’dır.

Ömer’den (ra) rivayet olunduğuna göre bir Yahudi ona:

  • Ey emirü’l müminin! Sizin kitabınızda okuduğunuz bir ayet var. Eğer o ayet, biz Yahudilere inmiş olsaydı, biz o günü bayram yapardık, demiş. Ömer (ra) de sormuş:
  • Hangi ayet?

Yahudi:

  • Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım ayeti, demiş.

Ömer (ra) de şöyle cevap vermiş:

  • Biz o günü de biliyoruz ve o ayetin Peygamberimize nazil olduğu mekânı da biliyoruz. Peygamberimiz (sav) cuma günü Arafat’ta ayakta iken bu ayet indi.

Ömer (ra) bu sözleri ile o günün bizim için bayram olduğuna işaret etmiştir.

Rivayete göre bu ayet-i kerime nazil olunca Ömer (ra) ağlamaya başlamış. Peygamber:

  • Ya Ömer! Seni ağlatan nedir? diye sormuş. Ömer (ra):
  • Beni ağlatan: “Şimdiye kadar dinimiz hep gelişiyordu. Şimdi eğer kemâle ermişse bir şey kemâle erdikten sonra mutlaka azalmaya başlar.” demiş.

Peygamber (sav):

  • Doğru söyledin, buyurmuş.

Bu itibarla bu ayet-i kerime Hz. Peygamberin ölüm haberi sayılır. Resul-i Ekrem bundan sonra yalnız seksen bir gün yaşamıştır. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr) 


 فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنِ  mübteda, şart fiili olan  اضْطُرَّ  haberdir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.

مُتَجَانِفٍ  ve  لِاِثْمٍ  kelimelerindeki tenvin kıllet ifade eder.

فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  şartın cevabı veya mukadder cevap için ta’lîl cümlesidir. Takdiri şöyledir: فمن اضطر فلا يخش عقابا لأن الله غفور رحيم [Kim buna mecbur kalırsa cezadan korkmasın, çünkü Allah çok affedici ve çok merhametlidir.]

اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.  اِنَّ ,غَفُورٌ ’nin birinci,  رَح۪يمٌ  ikinci haberidir.

Allah’ın  غَفُورٌ ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu ayet-i kerime Veda Haccında Arafat’ta cuma günü ikindiden sonra Resulullah (sav) vakfe yaparken nazil olmuştur. Efendimiz bu ayetin nüzulünden sonra 81 gün yaşamıştır.

Önceki ayette helaller sayılmıştı, şimdi haramlara geçilmiştir. Itnâb ve cem' ma’at-tefrik vardır.

جَنف; doğrudan yanlışa sapmak demektir.  حنف  fiilinin zıddıdır.  حنف; yanlıştan doğruya sapmak demektir. Bu iki fiil arasında cinas vardır.

Bu cümle, yukarıda zikredilen muharremat (haram kılınmış olanlar) ile bağlantılıdır. Arada geçen cümleler ise ara (itiraz) cümleleri olup: o haram kılınmış şeylerden sakınmanın gerekliliğini, o haramları işlemenin fısk olduğunu, haram kılınmış olmalarının, kâmil dinin, tam nimetin ve rıza gösterilen İslam’ın cümlesinden bulunduğunu bildirir. Yani kim, açlıktan veya bir hastalıktan ölmekten korktuğu için çaresizlikten bu haramlardan birine el uzatmak zorunda kalırsa, lezzet için yemeksizin, yahut “... başkasının hakkını tecavüz etmeden ve haddi aşmadan…” (Bakara Suresi, 173) bu haram etlerden belli bir miktar, ölmeyecek kadar yiyebilir. Bu kimseler için artık Allah Teâlâ, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir; bundan dolayı onları muâheze etmez.  (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr)