وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالسَّارِقُ | ve hırsızlık eden erkeğin |
|
2 | وَالسَّارِقَةُ | ve hırsızlık eden kadının |
|
3 | فَاقْطَعُوا | kesin |
|
4 | أَيْدِيَهُمَا | ellerini |
|
5 | جَزَاءً | bir ceza olarak |
|
6 | بِمَا | karşılık |
|
7 | كَسَبَا | yaptıklarına |
|
8 | نَكَالًا | ibret verici |
|
9 | مِنَ | -tan |
|
10 | اللَّهِ | Allah- |
|
11 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
12 | عَزِيزٌ | daima üstündür |
|
13 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Önceki âyetlerde (33-34) yol kesme ve yağmalamayı da kapsayan hırâbe suçunun cezası açıklanmıştı. Onun bir devamı olarak burada da hırsızlık suçuna verilecek ceza açıklanmaktadır. İslâm, meşrû kazançtan doğan malın korunmasını dinin temel hedeflerinden saymış ve telef olmaması için her türlü tedbiri almıştır. Bu cümleden olmak üzere kişinin haksız olarak başkasının malına el uzatmasını da kendi malını saçıp savurmasını ve israf etmesini de haram kılmıştır. Şu halde hırsıza verilen ceza sadece hukuk düzenini korumayı değil, aynı zamanda ilâhî emirlerin yani din ve ahlâk kurallarının yaşatılmasını da amaçlar.
Hırsızlık, “başkasına ait bir malın, muhafaza edildiği yerden sahibinin rızâsı olmaksızın ve sahiplenmek kastıyla gizlice alınması” demektir. Bu fiili işleyen kimseye de hırsız denir. İslâm hukukçuları arasında hırsızlık suçunun unsurları ve cezalandırılma şartlarına ilişkin ayrıntılarda görüş ayrılıkları bulunmakla beraber, genel kabule göre hırsıza el kesme cezasının (had) verilebilmesi aşağıdaki şartların varlığına bağlıdır:
a) Hırsızın cezaî ehliyetinin bulunması yani temyiz gücüne sahip ve ergenlik çağına ulaşmış olması.
b) Hırsızlığın haram olduğunu bilmesi. Hırsızlığın haram olduğunu bilmeyen yeni müslüman olmuş bir kimseye bu ceza uygulanmaz.
c) Hırsızlık suçunun kasıtlı olarak işlenmesi, yani hırsızın başkasına ait olduğunu bildiği bir malı sahiplenmek maksadıyla bilinçli bir şekilde ve isteyerek alması.
d) Çalınan malın eylem esnasında başkasına ait olması, bu malda hırsızın mülkiyet cinsinden bir hakkının veya hak şüphesinin bulunmaması.
e) Malın, muhafaza edildiği yerden gizlice alınmış olması. Malın zorla alınması veya emanet malın geri verilmemesi –haksız fiil olmakla birlikte– gizlice alma sayılmadığından hırsızlık değildir. Hz. Peygamber emanete hıyaneti hırsızlık saymamış ve bu suçu işleyenin elinin kesilmesini uygun bulmamıştır (Nesâî, “Sârik”, 5).
f) Malın menkul ve mütekavvim (hukuken korunan iktisadî değere sahip mal) olması. Suçlunun fiiliyle taşınabilen her mal menkul sayılır. Mütekavvim olmayan mallar haklara konu teşkil etmediği için mülkiyeti de korunmaz. Meyve, sebze gibi kısa sürede bozulan şeylerin çalınmasında da el kesme cezası uygulanmaz (Nesâî, “Sârik”, 10-13).
g) Malın korunmuş iken alınmış olması. Açıkta bırakılan veya koruma altında bulunmayan bir malın alınması had cezasını gerektiren hırsızlık suçunu oluşturmaz.
h) Çalınan malın değerinin belirli bir miktara (nisab) ulaşmış olması. Örfün müsamaha ettiği miktarın açıkça alınmasına gasp denilmediği gibi habersiz alınmasına da hırsızlık denilmemektedir (Elmalılı, III, 1672). Nisab miktarıyla ilgili olarak Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadisler ve uygulamalar arasında farklılıklar bulunması sebebiyle İslâm hukukçuları bu konuda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Hanefîler’e göre sikkeli, halis 10 dirhem veya bu değerde bir şeydir; Şâfiî ve Mâlikîler’e göre dinarın dörtte biri; Hanbelîler’e göre 3 dirhem veya dörtte bir dinardır. Bunlardan her birinin sünnetten delilleri vardır. Hz. Peygamber değeri bir kalkandan daha az olan bir malı çalanın elinin kesilmeyeceğini belirtmiştir (Nesâî, “Sârik”, 8, 10). O zamandaki bir kalkanın fiyatının 10 dirhem, 5 dirhem, dinarın dörtte biri veya 3 dirhem olduğuna dair farklı rivayetler mezhepler arasındaki görüş ayrılığına sebep olmuştur (farklı rivayetler için bk. Nesâî, “Sârik”, 8-10).
ı) Açlık, zaruret ve zorlama gibi hırsızlık suçunu işlemeyi kısmen veya tamamen mâzur gösterecek bir mazeretin bulunmaması.
Hırsız bu suçu ilk defa işlemişse fakihlerin çoğunluğuna göre sağ eli bileğinden kesilir. Suçun tekrarı halinde verilecek ceza konusunda hukukçular farklı görüşlere sahiptirler: Hz. Ali, Hz. Ömer ve Ebû Hanîfe’ye göre suçu ikinci defa işleyen hırsızı te’dip için hapis ve sopa cezası uygulanır fakat eli veya ayağı kesilmez. Çoğunluğa göre ise ikincisinde sol ayağı kesilir (İbn Âşûr, VI, 192).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 267-269
Riyazus Salihin, 652 Nolu Hadis
Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine:
– Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:
– Buna Resûlullah’ın sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.
Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme’ye:
– “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”
Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârık 6; İbni Mâce, Hudûd 6
سرق Kişinin alma hakkına sahip olmadığı bir şeyi gizlice alması(çalması)dır. Kuran-ı Kerim’de de geçen إسْتَرَقَ السَّمْع deyimi (Hicr/18) gizlice kulak verdi (kulak hırsızlığı yaptı) demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sirkat (hırsızlık)tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. السَّارِقُ mübteda olup lafzen merfûdur. السَّارِقَةُ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّارِقُ ’ya matuftur.
Atıf harflerinden biriyle bir kelimeyi veya bir cümleyi kendinden önce gelen kelimeye veya cümleye bağlamak demektir. Atıf edatından önce gelen kelime veya cümleye “matufun aleyh”, sonra gelene “matuf” denilir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ cevabın başına gelen rabıtadır.
اقْطَعُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيْدِيَهُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَزَٓاءً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ulün lieclihi” veya “Mef’ulün min eclihi” de denir. Mef’ulün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte جَزَٓاءً ’e müteallıktır.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَسَبَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur.
نَكَالًا sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru نَكَالًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزٌ haberdir. حَك۪يمٌ۟ ise ikinci haberdir.
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır. السَّارِقُ mübteda, …فَاقْطَعُٓوا şeklindeki zaid فَ harfinin dahil olduğu emir fiil cümlesi haberdir. Veya haber mahzuftur. …فَاقْطَعُٓوا cümlesi de beyanî istînaftır.
السَّارِقَةُ mübtedaya tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
جَزَٓاءً mef’ûlün lieclih olarak mansubtur. Masdariye olan مَا ’yı takip eden كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cer mahallindeki masdar-ı müevvel جَزَٓاءً ’e müteallıktır.
السَّارِقُ - السَّارِقَةُ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada önce hırsız erkeğin zikredilmesi, bu işi daha çok onların yapıyor olması dolayısıyladır.
جَزَٓاءً ve نَكَالًا nekre gelerek bunların önemine işaret etmiştir.
Kitap ile sünnette bilinen yöntem, erkekler hakkında varid olan hükümlere kadınların da delalet yoluyla (bi tariki’d-delale) dahil edilmeleri iken bu konunun beyanına fazla itina gösterildiği ve ziyadesiyle caydırıcı olması için kadınlar tarafından gerçekleştirilen hırsızlık da burada sarahatle zikredilmiştir. (Ebüssuûd)
اَيْدِيَ (el) kelimesi, sadece parmakları da ifade edebilen bir kelimedir. Bu, hem parmaklarla birlikte avuç içini de ifade eden bir kelimedir. Yine bu kelime parmakları, avuç içini ve dirseklere kadar kolu da topluca ifade edebilir. Yine bu kelime, omuzdan parmak uçlarına kadar bütün kolu da ifade edebilir. يَد (el) kelimesi, bütün bu manaları muhtemil bir kelime olunca ve ayette bu manalardan birisi tayin edilip açıkça belirtilmeyince ayet mücmel olur. (Fahreddin er-Râzî)
بِمَا كَسَبَا ayetteki “o irtikâp ettiklerine bir karşılık” ifadesindeki بِ harf-i ceri, el kesme cezasının, ancak hırsızlık etme sebebine bağlı olduğu hususunda açık bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
وَ atıftır. Cümle istînâfa matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil son cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. حَك۪يمٌ ikinci haberdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, tazim ve hükmün kuvvetlenmesi içindir.
Zamir yerine zahir lafza-i celâl zikredilerek ıtnâb yapılmıştır. İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için, izmardan izhara dönülmüş ve Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
Allah’ın عَز۪يزٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
[Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Hakk Teâlâ’nın وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ buyruğu, “O, intikam alma hususunda Azîz (kudretli), şeriat ve mükellefiyetleri hususunda da Hakîm (hikmetli)dir.” manasınadır. Esma’î şöyle der: “Maide Suresi’ni okurken yanımda bir bedevi Arap bulunuyordu. Bu ayeti yanlışlıkla وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمُ ‘Allah, gafur ve rahimdir.’ şeklinde okudum. Bunun üzerine bedevî, ‘Bu kimin sözüdür?’ deyince ben, ‘Allah’ın sözü’ dedim. O, ‘Bir daha oku’ deyince ben de tekrar aynı yanlışlığı yapıp وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمُ dedim ve hemen yanlışlığımın farkına vararak وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ diye okudum. Bundan sonra bedevî, ‘İşte şimdi düzelttin.’dedi. Ona, bunu nasıl anladığını sorunca, ‘Ey be adam, O (Allah) Azîz ve Hakîm olduğu için elin kesilmesini emretmiştir. O, mağfiret ve rahmeti ile elin kesilmesini emretmez.’ diye cevap verdi.” (Fahreddin er-Râzî)