31 Temmuz 2024
Mâide Sûresi 37-41 (113. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mâide Sûresi 37. Ayet

يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  ...


Ateşten çıkmak isterler ama ondan çıkabilecek değillerdir. Onlara sürekli bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُرِيدُونَ isterler ر و د
2 أَنْ
3 يَخْرُجُوا çıkmak خ ر ج
4 مِنَ -ten
5 النَّارِ ateş- ن و ر
6 وَمَا ve değillerdir
7 هُمْ onlar
8 بِخَارِجِينَ çıkacak خ ر ج
9 مِنْهَا oradan
10 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
11 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
12 مُقِيمٌ sürekli ق و م

Kâfirlerin cehennemde ebedî olarak kalacakları, oradan çıkmak isteseler de çıkamayacakları ifade edildiği gibi, reenkarnasyonun, yani insanın, öldükten sonra başka beden veya bedenlerde tekrar doğarak mânevî tekâmülünü tamamlayana kadar yeniden yaşamasının mümkün olamayacağına da işaret edilmektedir. Nitekim bu mânayı destekleyen başka âyetler de vardır (bk. Bakara 2/28; Hac 22/22; Nisâ 4/169; Ahzâb 33/65; Cin 72/23).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 267

يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ


Fiil cümlesidir.  يُر۪يدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يُر۪يدُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَخْرُجُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنَ النَّارِ  car mecruru  يَخْرُجُوا  fiiline müteallıktır.

يُر۪يدُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

 

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  هُمْ  munfasıl zamiri, مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

بِ  harfi zaiddir.  خَـٰرِجِینَ  lafzen mecrur olup  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubtur.  خَارِج۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

مِنْهَا  car mecruru  خَارِج۪ينَ ’ye müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. Arkasından gelen cümle isim cümlesidir.  لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  مُق۪يمٌ  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

خَارِج۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خرج  fiilinin ism-i failidir.

مُق۪يمٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَنْ  masdar harfini takip eden  یَخۡرُجُوا۟ مِنَ ٱلنَّارِ  cümlesi, masdar tevilinde,  یُرِیدُونَ  fiilinin mef’ûlü yerindedir. 

Masdar-ı müevvel cümlesi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُر۪يدُونَ  fiilinin muzari olarak gelişi hudûs ve teceddüt bildirir. Yani yandıkları her an bu istekleri tekrarlanacaktır.


وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ


وَ  haliyyedir.  ليس ,ما  gibi amel eden nefy harfidir. Cümle  يُر۪يدُونَ  fiilinin failinden haldir. Menfi isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. 

بِخَارِج۪ينَ ’deki  بِ  harfi zaiddir.  خَارِج۪ينَ  lafzen mecrur mahallen mansub olmak üzere  مَا ’nın haberidir.

Müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi ve müsnedin de müştak olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Burada müsnedün ileyh, tahsis ifade eder yani onların cehennemden çıkamayacaklarını ifade ederken aynı zamanda başkalarının cehennemden çıkacaklarını da ifade etmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ  cümlesiyle  وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَخْرُجُوا - بِخَارِج۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l acüz ales’ sadr sanatları vardır.

 

 وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ


Cümle  وَ ‘la  hal cümlesine atfedilmiştir..

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. 

مُق۪يمٌ  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

Burada, azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.

مُق۪يمٌ  ismi fail kalıbında gelmiş kalıcı manasında bir kelimedir. Sanki azabın kendisi kalıcı gibi ifade edilmiştir. Halbuki kalıcı olan azabın içindeki kişidir.

Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden öylesine büyük bir azap vardır ki, bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. (Keşşâf)  

عَذَابٌ مُق۪يمٌ ifadesindeki  مُق۪يمٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındadır. 

Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyil cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâbtır.

“Onlar ateşten çıkmak isterler, fakat oradan çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır.”

Bu istînaf cümlesi, makablinden doğan bir suale cevap olarak onların azap çektikleri sıradaki hallerini beyan eder. Yani “O zaman onların hak nasıl olacak?” veya “Onlar azap çekerken ne yapacaklar?” sualine: “Onlar, ateşten çıkmak isterler / يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ” cevabı verilir. (Ebüssuûd)

 
Mâide Sûresi 38. Ayet

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  ...


Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالسَّارِقُ ve hırsızlık eden erkeğin س ر ق
2 وَالسَّارِقَةُ ve hırsızlık eden kadının س ر ق
3 فَاقْطَعُوا kesin ق ط ع
4 أَيْدِيَهُمَا ellerini ي د ي
5 جَزَاءً bir ceza olarak ج ز ي
6 بِمَا karşılık
7 كَسَبَا yaptıklarına ك س ب
8 نَكَالًا ibret verici ن ك ل
9 مِنَ -tan
10 اللَّهِ Allah-
11 وَاللَّهُ ve Allah
12 عَزِيزٌ daima üstündür ع ز ز
13 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Önceki âyetlerde (33-34) yol kesme ve yağmalamayı da kapsayan hırâbe suçunun cezası açıklanmıştı. Onun bir devamı olarak burada da hırsızlık suçuna verilecek ceza açıklanmaktadır. İslâm, meşrû kazançtan doğan malın korunmasını dinin temel hedeflerinden saymış ve telef olmaması için her türlü tedbiri almıştır. Bu cümleden olmak üzere kişinin haksız olarak başkasının malına el uzatmasını da kendi malını saçıp savurmasını ve israf etmesini de haram kılmıştır. Şu halde hırsıza verilen ceza sadece hukuk düzenini korumayı değil, aynı zamanda ilâhî emirlerin yani din ve ahlâk kurallarının yaşatılmasını da amaçlar. 

 Hırsızlık, “başkasına ait bir malın, muhafaza edildiği yerden sahibinin rızâsı olmaksızın ve sahiplenmek kastıyla gizlice alınması” demektir. Bu fiili işleyen kimseye de hırsız denir. İslâm hukukçuları arasında hırsızlık suçunun unsurları ve cezalandırılma şartlarına ilişkin ayrıntılarda görüş ayrılıkları bulunmakla beraber, genel kabule göre hırsıza el kesme cezasının (had) verilebilmesi aşağıdaki şartların varlığına bağlıdır:

 a) Hırsızın cezaî ehliyetinin bulunması yani temyiz gücüne sahip ve ergenlik çağına ulaşmış olması. 

b) Hırsızlığın haram olduğunu bilmesi. Hırsızlığın haram olduğunu bilmeyen yeni müslüman olmuş bir kimseye bu ceza uygulanmaz. 

 c) Hırsızlık suçunun kasıtlı olarak işlenmesi, yani hırsızın başkasına ait olduğunu bildiği bir malı sahiplenmek maksadıyla bilinçli bir şekilde ve isteyerek alması. 

d) Çalınan malın eylem esnasında başkasına ait olması, bu malda hırsızın mülkiyet cinsinden bir hakkının veya hak şüphesinin bulunmaması.

 e) Malın, muhafaza edildiği yerden gizlice alınmış olması. Malın zorla alınması veya emanet malın geri verilmemesi –haksız fiil olmakla birlikte– gizlice alma sayılmadığından hırsızlık değildir. Hz. Peygamber emanete hıyaneti hırsızlık saymamış ve bu suçu işleyenin elinin kesilmesini uygun bulmamıştır (Nesâî, “Sârik”, 5).

 f) Malın menkul ve mütekavvim (hukuken korunan iktisadî değere sahip mal) olması. Suçlunun fiiliyle taşınabilen her mal menkul sayılır. Mütekavvim olmayan mallar haklara konu teşkil etmediği için mülkiyeti de korunmaz. Meyve, sebze gibi kısa sürede bozulan şeylerin çalınmasında da el kesme cezası uygulanmaz (Nesâî, “Sârik”, 10-13). 

 g) Malın korunmuş iken alınmış olması. Açıkta bırakılan veya koruma altında bulunmayan bir malın alınması had cezasını gerektiren hırsızlık suçunu oluşturmaz.

 h) Çalınan malın değerinin belirli bir miktara (nisab) ulaşmış olması. Örfün müsamaha ettiği miktarın açıkça alınmasına gasp denilmediği gibi habersiz alınmasına da hırsızlık denilmemektedir (Elmalılı, III, 1672). Nisab miktarıyla ilgili olarak Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadisler ve uygulamalar arasında farklılıklar bulunması sebebiyle İslâm hukukçuları bu konuda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Hanefîler’e göre sikkeli, halis 10 dirhem veya bu değerde bir şeydir; Şâfiî ve Mâlikîler’e göre dinarın dörtte biri; Hanbelîler’e göre 3 dirhem veya dörtte bir dinardır. Bunlardan her birinin sünnetten delilleri vardır. Hz. Peygamber değeri bir kalkandan daha az olan bir malı çalanın elinin kesilmeyeceğini belirtmiştir (Nesâî, “Sârik”, 8, 10). O zamandaki bir kalkanın fiyatının 10 dirhem, 5 dirhem, dinarın dörtte biri veya 3 dirhem olduğuna dair farklı rivayetler mezhepler arasındaki görüş ayrılığına sebep olmuştur (farklı rivayetler için bk. Nesâî, “Sârik”, 8-10).

 ı) Açlık, zaruret ve zorlama gibi hırsızlık suçunu işlemeyi kısmen veya tamamen mâzur gösterecek bir mazeretin bulunmaması.

 Hırsız bu suçu ilk defa işlemişse fakihlerin çoğunluğuna göre sağ eli bileğinden kesilir. Suçun tekrarı halinde verilecek ceza konusunda hukukçular farklı görüşlere sahiptirler: Hz. Ali, Hz. Ömer ve Ebû Hanîfe’ye göre suçu ikinci defa işleyen hırsızı te’dip için hapis ve sopa cezası uygulanır fakat eli veya ayağı kesilmez. Çoğunluğa göre ise ikincisinde sol ayağı kesilir (İbn Âşûr, VI, 192).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 267-269

Riyazus Salihin, 652 Nolu Hadis

Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan  bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine:

– Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:

– Buna Resûlullah’ın sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.

Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme’ye:

– “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:

“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”

Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârık 6; İbni Mâce, Hudûd 6

 

سرق Kişinin alma hakkına sahip olmadığı bir şeyi gizlice alması(çalması)dır. Kuran-ı Kerim’de de geçen  إسْتَرَقَ السَّمْع deyimi (Hicr/18) gizlice kulak verdi (kulak hırsızlığı yaptı) demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sirkat (hırsızlık)tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ


İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  السَّارِقُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّارِقَةُ kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّارِقُ ’ya matuftur.

Atıf harflerinden biriyle bir kelimeyi veya bir cümleyi kendinden önce gelen kelimeye veya cümleye bağlamak demektir. Atıf edatından önce gelen kelime veya cümleye “matufun aleyh”, sonra gelene “matuf” denilir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  cevabın başına gelen rabıtadır.

اقْطَعُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَيْدِيَهُمَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَزَٓاءً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ulün lieclihi” veya “Mef’ulün min eclihi” de denir. Mef’ulün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.

  1. Harfi cersiz kullanımı:

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  جَزَٓاءً ’e müteallıktır. 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَسَبَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur. 

نَكَالًا  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  نَكَالًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.


وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

عَز۪يزٌ  haberdir.  حَك۪يمٌ۟  ise ikinci haberdir.

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِنَ اللّٰهِۜ 


وَ  istînâfiyyedir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.  السَّارِقُ  mübteda, …فَاقْطَعُٓوا şeklindeki zaid  فَ  harfinin dahil olduğu emir fiil cümlesi haberdir. Veya haber mahzuftur. …فَاقْطَعُٓوا  cümlesi de beyanî istînaftır. 

السَّارِقَةُ  mübtedaya tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. 

جَزَٓاءً  mef’ûlün lieclih olarak mansubtur. Masdariye olan  مَا ’yı takip eden  كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cer mahallindeki masdar-ı müevvel  جَزَٓاءً ’e müteallıktır.

السَّارِقُ - السَّارِقَةُ  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada önce hırsız erkeğin zikredilmesi, bu işi daha çok onların yapıyor olması dolayısıyladır. 

جَزَٓاءً  ve  نَكَالًا  nekre gelerek bunların önemine işaret etmiştir. 

Kitap ile sünnette bilinen yöntem, erkekler hakkında varid olan hükümlere kadınların da delalet yoluyla (bi tariki’d-delale) dahil edilmeleri iken bu konunun beyanına fazla itina gösterildiği ve ziyadesiyle caydırıcı olması için kadınlar tarafından gerçekleştirilen hırsızlık da burada sarahatle zikredilmiştir. (Ebüssuûd)

اَيْدِيَ  (el) kelimesi, sadece parmakları da ifade edebilen bir kelimedir. Bu, hem parmaklarla birlikte avuç içini de ifade eden bir kelimedir. Yine bu kelime parmakları, avuç içini ve dirseklere kadar kolu da topluca ifade edebilir. Yine bu kelime, omuzdan parmak uçlarına kadar bütün kolu da ifade edebilir. يَد (el) kelimesi, bütün bu manaları muhtemil bir kelime olunca ve ayette bu manalardan birisi tayin edilip açıkça belirtilmeyince ayet mücmel olur. (Fahreddin er-Râzî)

بِمَا كَسَبَا  ayetteki “o irtikâp ettiklerine bir karşılık” ifadesindeki  بِ  harf-i ceri, el kesme cezasının, ancak hırsızlık etme sebebine bağlı olduğu hususunda açık bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)


وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

وَ  atıftır. Cümle istînâfa matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil son cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  حَك۪يمٌ  ikinci haberdir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, tazim ve hükmün kuvvetlenmesi içindir.

Zamir yerine zahir lafza-i celâl zikredilerek ıtnâb yapılmıştır. İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için, izmardan izhara dönülmüş ve Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَز۪يزٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

Allah’ın  عَز۪يزٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

[Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Hakk Teâlâ’nın  وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  buyruğu, “O, intikam alma hususunda Azîz (kudretli), şeriat ve mükellefiyetleri hususunda da Hakîm (hikmetli)dir.” manasınadır. Esma’î şöyle der: “Maide Suresi’ni okurken yanımda bir bedevi Arap bulunuyordu. Bu ayeti yanlışlıkla  وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمُ  ‘Allah, gafur ve rahimdir.’ şeklinde okudum. Bunun üzerine bedevî, ‘Bu kimin sözüdür?’ deyince ben, ‘Allah’ın sözü’ dedim. O, ‘Bir daha oku’ deyince ben de tekrar aynı yanlışlığı yapıp  وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمُ  dedim ve hemen yanlışlığımın farkına vararak وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  diye okudum. Bundan sonra bedevî, ‘İşte şimdi düzelttin.’dedi. Ona, bunu nasıl anladığını sorunca, ‘Ey be adam, O (Allah) Azîz ve Hakîm olduğu için elin kesilmesini emretmiştir. O, mağfiret ve rahmeti ile elin kesilmesini emretmez.’ diye cevap verdi.” (Fahreddin er-Râzî)
Mâide Sûresi 39. Ayet

فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz, Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kim
2 تَابَ tevbe eder ت و ب
3 مِنْ
4 بَعْدِ sonra ب ع د
5 ظُلْمِهِ yaptığı haksızlıktan ظ ل م
6 وَأَصْلَحَ ve uslanırsa ص ل ح
7 فَإِنَّ şüphesiz
8 اللَّهَ Allah
9 يَتُوبُ tevbesini kabul eder ت و ب
10 عَلَيْهِ onun
11 إِنَّ şüphesiz
12 اللَّهَ Allah
13 غَفُورٌ bağışlayan غ ف ر
14 رَحِيمٌ acıyandır ر ح م

فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ


فَ  atıf harfidir. Bu harf matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. ف  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

• Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَابَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَابَ  fiiline müteallıktır.  ظُلْمِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَصْلَحَ  fiili atıf harfi  وَ ’la تَابَ ’ye matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

يَتُوبُ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَتُوبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  عَلَيْهِ  car mecruru  يَتُوبُ  fiiline müteallıktır.

اَصْلَحَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  صلح ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  غَفُورٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberidir.  رَح۪يمٌ  ise ikinci haberdir.

فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ


فَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesi  تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelmiş olan cevap cümlesi ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsna ve celâl sıfatları bünyesinde barındıran  اللّٰهُ  ismiyle marife olması, konunun önemini vurgulamak ve fiilin yapılmasına teşvik içindir.

İsim cümlesinin müsnedinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, mübteda olan şart ismi  مَنْ ’in haberi,

فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ, şartın cevabıdır. Cevap isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta  فَ ’si gelmiştir.

يَتُوبُ - تَابَ  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَصْلَحَ - يَتُوبُ  arasında mürâât-ı nazîr vardır. 

Ayet, Cenab-ı Hakk’ın, tövbe edenin tövbesini kabul ettiğine delalet etmektedir. Eğer ayetteki “ve kendisini düzeltirse…” ifadeden maksat, “O kimse salih ve sadık bir niyet; sahih ve bütün diğer maksatlardan uzak bir azim ve kararlılık ile tövbe ederse…” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayet, tövbenin kabul edilmesinin Allah üzerine vacip olmadığına delalet etmektedir. Çünkü Cenab-ı Hakk, tövbeyi kabul etmekle kendini medhetmiştir. Medh ise görevi olan şeyleri eda etmekle değil, ancak bir lütuf ve ihsan ile ilgili fiilleri yapmakla olur. (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

Ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

Zamir makamında zahir isim olan  اللّٰهُ  lafzı zikredilerek konunun önemine dikkat çekilmiş ve zihinlere yerleştirmek amacıyla lafza-i celâl tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّ ’nin haberi olan  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Aralarında  وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Cenab-ı Allah son derece mağfiret ve rahmet edicidir. İşte bundan dolayıdır ki hırsızın tövbesini de kabul buyurur. Bu cümle makablinin illeti mahiyetindedir. İsmi celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek (yani Allah olmasının gereği budur) ve cümlenin bağımsızlığını desteklemek içindir. (Ebüssuûd)

رَح۪يمٌ - ظُلْمِه۪  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

تَابَ - غَفُورٌ  kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kur’an’da  غَافر-غَفُورٌ-غفّار  şeklinde üç kullanım da vardır. غَافر, devamlı affeden; غَفُورٌ, en kapsamlı olan, her çeşit günahı sonsuz ve sınırsız affeden; غفّار, bir çeşit günahı defalarca yapsa da affeden demektir. Kur’an’da bu isimlerin mukabili olarakظالم , ظلوم ,ظلّام  kelimeleri geçer.
Mâide Sûresi 40. Ayet

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. O, dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَعْلَمْ bilmez misin ki ع ل م
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah’a
5 لَهُ aittir
6 مُلْكُ mülkü م ل ك
7 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
8 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
9 يُعَذِّبُ azabeder ع ذ ب
10 مَنْ kimseye
11 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
12 وَيَغْفِرُ ve bağışlar غ ف ر
13 لِمَنْ kimseyi
14 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
15 وَاللَّهُ Allah
16 عَلَىٰ üzerine
17 كُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şey ش ي ا
19 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر

Bu soru önceki âyeti açıklayıcı mahiyettedir. Orada yüce Allah, tövbe edip halini düzeltenlerin tövbelerini kabul buyuracağını ve günahlarını bağışlayacağını bildirmişti. Burada da sebebini açıklayarak bütün mülkün kendisine ait olduğunu, mülkünde dilediğini yapıp dilediği şekilde hükmetme yetkisine sahip bulunduğunu ve her şeye kadir olduğunu, bu sebeple dilediğini cezalandıracağını, dilediğini de bağışlayacağını ifade buyurmuştur

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 271

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ


Hemze, istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَعْلَمْ  meczum muzari fiildir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  تَعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. 

Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:

1. İki mef’ûl alanlar,

2. İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 

3. İki mef’ûlü hazif olanlar.

Bu ayette  تَعْلَمْ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  isim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  cümlesi  اَنَّ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  muahhar mübtedadır.  السَّمٰوَاتِ  kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  السَّمٰوَاتِ  kelimesine matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi  اَنَّ’nin ikinci haberi olarak mahallen mansubtur.

يُعَذِّبُ  merfû muzaridir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

يُعَذِّبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

وَ  atıf harfidir.  يَغْفِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَغْفِرُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.


  وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.

عَلٰى كُلِّ car mecruru  قَد۪يرٌ ’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  ise haberdir.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ


Ayet fasılla gelmiştir. Sebebi kemâl-i ittisâldir. İstînâfi beyaniyedir. (Âşûr)

Bu cümle de makabli gibi mezkûr hükmün illeti mahiyetindedir. Çünkü ulûhiyet unvanı, göklerin ve yerin hükümranlığının yalnız Allah Teâlâ'ya aidiyetinin yegâne sebebidir. (Ebüssuûd)

Buradaki inkâr-ı istifham da, ilmi tespit içindir. (Yani elbetteki biliyorsun, demektir.) Maksat, Allah’ın azap etmeye ve mağfirete muktedir olduğuna en beliğ ve en mükemmel bir şekilde yerine getirdiğine işaret etmesidir. (Ebüssuûd)

Azap vermenin mağfiretten önce zikredilmesi, ikisinin sebepleri arasındaki sırayı gözetmek içindir. (Azabın sebebi suç işlemek; bağışlamanın sebebi de suçluya merhamet etmektir.) (Ebüssuûd)

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, takrir manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

علم  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir.  اَنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesi,  تَعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

اَنَّ ’nin haberi olan  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Az sözle çok anlam amacıyla gelen  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  izafeti, muahhar mübtedadır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen …يُعَذِّبُ  cümlesi  اَنَّ ’nin ikinci haberidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  bu fiilin mef’ûlü konumundadır. Aynı üslupta gelen …يَغْفِرُ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.

اَلَمْ تَعْلَمْ [Bilmez misin ki] Peygambere hitaptır. Maksat, O ve ümmetidir. Yalnız O’nu zikretmesi bunu en iyi bilenleri ve bilgilerinin kaynağı olmasındandır. (Beyzâvî, Safvetü’t Tefasir) 

مَنْ - يَشَٓاءُ  kelimelerinin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesiyle  يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ ave  يُعَذِّبُ - يَغْفِرُ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

 وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


 و istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kadirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur. 

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir. 

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ifadesi maksûrun aleyh,  قَد۪يرٌ۟  ise maksûrdur.

Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه  ismiyle gelmiştir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah öldürmeye de hayat vermeye de ve hepinizi bir araya toplamaya da kadirdir. Bu itibarla cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir. Ayetin fasılası daha önceki surelerde de mevcuttur. Tekrarlanan kelimeler ya da sıygalar, okuyucuyu kelimenin ilk geçtiği yere gönderir ki bu beyan renklerinden biridir. Bu tekrarlarda tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu cümle ilmin ve kudretin umumiliğine delalet etmek için tezyîldir. (Âşûr)

 
Mâide Sûresi 41. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ...


Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla “İnandık” diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.” Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الرَّسُولُ Elçi ر س ل
3 لَا
4 يَحْزُنْكَ seni üzmesin ح ز ن
5 الَّذِينَ kimseler
6 يُسَارِعُونَ yarış eden(ler) س ر ع
7 فِي
8 الْكُفْرِ küfürde ك ف ر
9 مِنَ
10 الَّذِينَ onlar ki
11 قَالُوا derler ق و ل
12 امَنَّا inandık ا م ن
13 بِأَفْوَاهِهِمْ ağızlariyle ف و ه
14 وَلَمْ
15 تُؤْمِنْ inanmamış iken ا م ن
16 قُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
17 وَمِنَ ve arasında
18 الَّذِينَ olanlar
19 هَادُوا yahudi(ler) ه و د
20 سَمَّاعُونَ kulak verirler س م ع
21 لِلْكَذِبِ yalana ك ذ ب
22 سَمَّاعُونَ kulak verirler س م ع
23 لِقَوْمٍ bir kavme ق و م
24 اخَرِينَ başka ا خ ر
25 لَمْ
26 يَأْتُوكَ sana gelmemiş olan ا ت ي
27 يُحَرِّفُونَ onlar kaydırırlar ح ر ف
28 الْكَلِمَ kelimeleri ك ل م
29 مِنْ
30 بَعْدِ bazısının ب ع د
31 مَوَاضِعِهِ yerlerinden و ض ع
32 يَقُولُونَ derler ق و ل
33 إِنْ eğer
34 أُوتِيتُمْ size verilirse ا ت ي
35 هَٰذَا bu
36 فَخُذُوهُ alın ا خ ذ
37 وَإِنْ ve eğer
38 لَمْ
39 تُؤْتَوْهُ verilmezse ا ت ي
40 فَاحْذَرُوا sakının ح ذ ر
41 وَمَنْ ve birini
42 يُرِدِ isterse ر و د
43 اللَّهُ Allah
44 فِتْنَتَهُ şaşırtmak ف ت ن
45 فَلَنْ
46 تَمْلِكَ sen yapamazsın م ل ك
47 لَهُ onun için
48 مِنَ karşı
49 اللَّهِ Allah’a
50 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا
51 أُولَٰئِكَ işte onlar
52 الَّذِينَ o kimseler ki
53 لَمْ
54 يُرِدِ istememiştir ر و د
55 اللَّهُ Allah
56 أَنْ
57 يُطَهِّرَ temizlemesini ط ه ر
58 قُلُوبَهُمْ kalblerini ق ل ب
59 لَهُمْ onlar için vardır
60 فِي
61 الدُّنْيَا dünyada د ن و
62 خِزْيٌ rezillik خ ز ي
63 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
64 فِي
65 الْاخِرَةِ ahirette de ا خ ر
66 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
67 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ

 

يَٓا   nida harfidir.  أَیُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الرَّسُولُ  münadadan bedel veya sıfattır.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Atfı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  اَيُّهَا ’dan sonra gelen camid isim olduğu için  الرَّسُولُ  kelimesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ ’dir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.

يَحْزُنْكَ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُسَارِعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُسَارِعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْكُفْرِ  car mecruru  يُسَارِعُونَ  fiiline müteallıktır.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  يُسَارِعُونَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُٓوا اٰمَنَّا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi  اٰمَنَّا ’dır. Bu cümle  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.  اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِاَفْوَاهِهِمْ  car mecruru  قَالُٓوا  fiiline  müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık/bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ haliyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تُؤْمِنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.

قُلُوبُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak

geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُسَارِعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi,  سرعdur. Mufaale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik/ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ 

 

وَ  atıf harfidir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  هَادُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

هَادُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

سَمَّاعُونَ  mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Takdiri,  هم  şeklindedir.

سَمَّاعُونَ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  zaiddir.  الْكَذِبِ  lafzen mecrur,  سَمَّاعُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  سَمَّاعُونَ  ikinci haber olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

لِقَوْمٍ  car mecruru ikinci  سَمَّاعُونَ ’ye müteallıktır.

اٰخَر۪ينَ  kelimesi  قَوْمٍ ’in sıfatı olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.


 لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ

 

Cümle  قَوْمٍ ’in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَأْتُوكَ  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

يُحَرِّفُونَ  cümlesi  قَوْمٍ ’in üçüncü sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُحَرِّفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْكَلِمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يُحَرِّفُونَ  fiiline müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel/karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَوَاضِعِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُحَرِّفُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرف ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ

 

Cümle  يُحَرِّفُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari ile başlayan fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mekulü’l-kavl olan  اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا  cümlesi  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  اُو۫ت۪يتُمْ  şart fiili olup sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ْاِنْ kullanılırِ. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi  هٰذَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  خُذُوهُ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تُؤْتَوْهُ  şart fiili olup  ن ’un hazfıyla  meçhul meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  احْذَرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


  وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُرِدِ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

يُرِدِ  fiili if’âl babındandır. İf’âl babı fiile şu manaları kazandırabilir: 1) Tadiye 2) Duhul 3) Sayruret 4) Haynunet 5) İsimden fiil türetmek

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فِتْنَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

• Cevap cümlesi: olumlu mazi, olumlu muzari, لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَمْلِكَ  mansub muzari fiildir.  Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

لَهُ  car mecruru  شَيْـًٔا’in mahzuf haline müteallıktır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru aynı şekilde    شَيْـًٔا’in mahzuf haline müteallıktır.

شَيْـًٔا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ 

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُرِدِ  meczum muzari fiildir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يُرِدِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يُطَهِّرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  قُلُوبَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُطَهِّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi طهر ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Cümle  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Mübteda nekre olup haber car-mecrur ve zarftan oluşursa mübteda haberden sonra gelir; bu tür cümlelerde anlam verilirken “vardır, mevcuttur” anlamları eklenir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  خِزْيٌ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.  خِزْيٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

ف۪ٓي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ  ifadesi atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.

عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  الرَّسُولُ münadanın sıfatıdır. 

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ  şeklindeki nidada  الرَّسُولُ  lafzıyla Peygamber Efendimize hitap edilmesi şereflendirmek ve yüceltmek içindir. (Safvetü’t Tefasir)

Nidanın cevabı olan … لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ  cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. Küfre koşanların ism-i mevsûlle ifade edilmesi onları tahkir ve sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

فِي الْكُفْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla küfür, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü küfür hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Âşûr)

يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ  Bir şeyde müsaraa etmek (yarış etmek), süratle ve istekle üstüne atlamaktır.

“Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan cennetine koşun (musaraa edin).” (Âl-i İmran Suresi, 133) ayetinde musaraa fiili “إلى” harfi ile kullanıldığı halde burada (zarfiyet ifade eden) “فِي” harfi ile kullanılmış olması, onların küfürde kararlı olduklarına, küfrün içine yerleştiklerine ve ondan hiç ayrılmadıklarına, sürekli olarak müşriklerle dostluk kurmada ve İslam’a olan kinlerini açığa vurmak gibi küfrün bazı hallerinden diğer bazı hallerine süratle geçtiklerine işaret etmek içindir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk, Hazreti Muhammed’e (s.a.) birçok ayette “Ey Nebi!” diye hitap etmiş, sadece şu iki ayette, “Ey Resul!” demiştir:

  1. (Maide Suresi, 41) Bu ayette, “Ey Resul, Sana indirileni tebliğ et.” 
  2. (Maide Suresi, 67) ayetinde “... Şüphesiz bu, bir şeref ve saygı hitabıdır.” (Fahreddin er-Râzî)

Küfürde koşmanın manası en küçük vesile ile ve her fırsatta izini göstermektir ki tekrarlanan hali bir şeye süratle yürüyen kişiye benzetilmiştir. (Âşûr)

Küfürde koşuşanlara hüzün isnad edilmesi hakikati olmayan aklî bir mecazdır. Çünkü koşuşanlar hüzne sebep olurlar. Hüzünlünün ruhundaki kederin uyarıcısına gelince bu bilinmeyen bir şeydir. Bu nedenle hakikati olmayan bir mecazdır. (Âşûr)

İkinci ism-i mevsûl cer mahallinde, mahzuf hale müteallıktır. Sılası müspet mazi fiil sıygasında haberî isnaddır. Mekulü’l-kavl olan  اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ  aynı üsluptadır.

مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ  cümlesi küfürde yarışanlar için bir beyandır. Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla “inandık” diyenler münafıklardır. (Âşûr)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ  cümlesi haldir. Hal dolayısıyla cümle ıtnâb babındandır.

يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ [Küfürde yarışanlar] ifadesi kâfirleri,  اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ  [ağızları ile iman edip kalpleriyle iman etmeyenler] ifadesi de münafıkları anlatan bir kinayedir.

سَمَّاعُونَ  kelimesi mübalağa kalıbında gelmiştir. Yalana aşırı derecede kulak verdiklerini ifade eder. 

مِنَ الَّذ۪ينَ  önceki mecrur mahaldeki mevsûle matuftur. Sıla cümlesi müspet mazi fiil sıygasındadır.  سَمَّاعُونَ  takdiri  همْ  olan  mahzuf mübtedanın haberidir. Bu cümle   هَادُوا  fiilinin failinden haldir. İkinci  سَمَّاعُونَ  birinciden bedel veya tekiddir. Bedel ve tekid ıtnâb babındandır.

سَمَّاعُونَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

السَّمّاعُ, “işitmenin çokluğu” demektir. Kendisine söylenen her şeyi dinleyip işiten demektir. İşitme fiili hakiki manada kullanılmıştır. Yani yalan olduğunu bildikleri halde konuşmayı dinlerler. Bunu önemser ve çoğaltmak isterler. Bu ifade; yalanların kendi aralarında işiten ile uyduran arasında yayılmasından kinayedir. Çünkü çok işitmek çok söz gerektirir. (Âşûr)

اٰمَنَّا  ifadesi  قَالُٓوا ’nun mef'ûlüdür,  بِاَفْوَاهِهِمْ  ise  اٰمَنَّا’ya değil  قَالُٓوا ’ya müteallıktır. Yani kalpten gelerek ve inanarak değil de ağızlarıyla dediler manasındadır.  وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا  ise kendinden önceki kelâmdan bağımsız olup  سَمَّاعُونَ  kelimesinin haberidir,  اليهود قوم سماعون  (Yahudilerden (…a) kulak verip duran bir topluluk vardır) takdirindedir.  مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا  ifadesine atfı da mümkün olup  سَمَّاعُونَ  ifadesi,  هم  سماعون  takdirindedir. Yani  mahzuf bir mübtedanın haberi olarak merfûdur. Takdir edilen  هم  zamiri ise her iki gruba ya da sadece  الَّذ۪ينَ هَادُوا ’ya râcidir. Yani ya her iki grup da ya da sadece Yahudiler yalana kulak verip durmaktadır.  سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ  [Yalana kulak verip durmak]’tan maksat ise şudur: Bunlar, Yahudi alimlerinin dindenmiş gibi gösterdikleri düzmece şeyleri, onların Allah’a karşı uydurdukları yalanları ve Tevrat’ta yaptıkları tahrifatı kabule yatkındırlar. (Keşşâf)

يُسَارِعُونَ - قَالُٓوا  - هَادُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

لِقَوْمٍ  kelimesindeki  لِ harfi; ism-i failin mef’ûldeki eyleminin zayıflığını kuvvetlendirmek içindir. (Âşûr)


لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ

 

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَمْ يَأْتُوكَ  cümlesi ve müspet muzari fiil sıygasında gelen…يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için iki sıfat cümlesidir. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Âşûr da ikinci sıfat ya da hal olduğu görüşündedir.

سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَ  [Daima, senin yanına gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenler…] ifadesiyle Peygamberin (s.a.) meclisine hiç uğramayıp O’ndan uzak duran Yahudiler kastedilmektedir. Bunun sebebi de içlerindeki ölçüsüz kin ve nefret ile düşmanlıkta aşırılıktır. Yani onlar Yahudi alimlerine ve “Sana bakmaya bile tahammül edemeyecek kadar” düşmanlıkta ileri giden aşırılara kulak verirler.

 يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ  [Ki bunlar kelimelerin yerlerini değiştirirler] yani sözü sağa sola sündürüp yok ederler, kelimeleri Allah Teâlâ’nın vaz ettiği kök anlamlarından kopardıktan sonra ilk haliyle bir bağlamı varken hiç bağlamı olmayan alakasız anlamlara çekerler. (Keşşâf) 

مِن بَعْدِ مَواضِعِهِ  ifadesi kelamın tahrifine kadar ulaştı demektir. Çünkü  بَعْدَ  yani “sonraki” ifadesi, kelimelerin yerlerinin sabit olduğunu ve Tevrat’ta kalmasına rağmen amelinin iptal edilmesini gerektirir. (Âşûr) 


يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ 

 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle kavmin dördüncü sıfatı olarak gelmiştir. 

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesindeki işaret ismi  هٰذَا , şart fiilinin mef’ûlüdür. 

هٰذَا  ile kelimeler işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَخُذُوهُ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupta gelen وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ  cümlesi, makabline tezat sebebiyle atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

اُو۫ت۪يتُمْ - لَمْ تُؤْتَوْهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ  cümlesiyle اِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَخُذُوهُ - فَاحْذَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

“Şayet size şu kök anlamından ve bağlamından kopartılarak tahrif edilen şey [verilirse onu alın] bilin ki o haktır, onunla amel edin! [O verilmez] ve Muhammed size onun hilafına fetva verir [se o takdirde ondan sakının] aman ha aman, kendinizi ondan koruyun zira o bâtıldır, sapıklıktır.” dediler. (Keşşâf) 


وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ

 

وَ  istînâfiyye,  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُرِدِ اللّٰهُ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Cevap  cümlesinin haber olması caizdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi ve cümlede tekrarlanması, tazim ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

Cevap cümlesi فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا  şeklinde nefy üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.  

شَيْـًٔا ’deki tenvin nev ve kıllet için olup “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

شَيْـًٔا  kelimesindeki tenvin taklîl ve tahkir içindir. (Âşûr) 

Burada da zamir makamında ism-i celîlin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)

Zamir makamında zahir ismin zikrinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ  [Allah’ın fitneye düşürmek istediği işbu kimseler] yani Allah’ın gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak üzere ayartılmış olarak kendi hallerine bırakıp rezil rüsvay ettiği kimseler  فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ  [için sen Allah’a karşı hiçbir şeye malik değilsin.] Sen onların Allah’ın lütuf ve inayetinden, tevfîkine mazhariyetten nasiplenebilmeleri için hiçbir şey yapamazsın. (Keşşâf)

Fitneye düşen kimsenin fitnesi ve bunun gerçekleşmesi Allah’ın ezeldeki iradesidir. Ve bu takdirin alameti; öğüt ve hidayetin olmamasıdır. (Âşûr)


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ

 

Cümle müstenefe olarak  fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi tahkir kastına matuftur.

اُو۬لٰٓئِكَ  işareti;  söz konusu münafıklar ve Yahudiler içindir. Bu işaret isminin kullanılması, onların fesattaki mertebelerinin çok derin olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin müsned olması o kişilere tahkir ifade eder. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.

Mevsûlün sılası … لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ  menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bütün kemal sıfatlara şamil lafzâ-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi, tazim ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle,  لَمْ يُرِدِ  fiilinin mef’ûlüdür. 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ  [Onlardır işte, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimseler!] Yani Allah, onlara hakkında lütuf ve ihsanından kalplerini temizleyecek şeyleri bahşetmeyi dilememiştir, çünkü buna ehil değildiler ve Allah böylesi bir lütuf ve ihsanın onlara kâr edip bir yarar sağlamayacağını biliyordu. “Allah’ın ayetlerine inanmayanları, Allah elbette doğru yola iletmez.” (Keşşâf)

أُولَئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللَّهُ أنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ  sözü;  ومَن يُرِدِ اللَّهُ فِتْنَتَهُ  sözü gibidir. Temizlenme (يُطَهِّرَ ) ile kastedilen, iman ve hidayetin kabulüne hazırlık veya imanın kabulünün ta kendisidir. (Âşûr)


لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Fasılla gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Fasıl nedeni kemâl-i ittisâldir. Haber, önemine binaen öne geçmiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَهُمْ  iki kere tekrarlanarak ve takdim edilerek vurgulanmıştır. Bu  tekrarda ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

….وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ  cümlesi aynı üsluptaki makabline matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  خِزْيٌ - عَذَابٌ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müsnedün ileyh olan  عذابٌ  kelimesinin nekre gelişi, tazim ve nev ifade eder.

عَظ۪يمٌ  sıfattır. Sıfatlar cümleyi  zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

في  ve  لهُمْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

خِزْيٌ - عَذَابٌ kelimeleri nekre gelerek bu cezanın ve rezilliğin anlayamayacağımız kadar kötü ve çok olduğu ifade edilmiştir. Öyle büyük bir azap ve rezillik ki tasavvuru mümkün değildir.

Görüldüğü gibi  لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  sözüyle yetinilmemiş müsned olan لَهُمْ tekrarlanmıştır. Bunun sebebi, bu kişilerin dünyada rezilliğe müstehak oldukları gibi ahirette de büyük bir azaba müstehak olduklarını açıklamaktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) [Onlar için dünyada rüsvaylık vardır] öldürülmek ve esir edilmek gibi ya da hor görülmek ve cizye vergisi gibi. (Beyzâvî)
Günün Mesajı

Hırsızlığın cezası el kesmedir. Ama bu cezanın verildiği hırsızlığın şartları vardır. Geniş bilgi için TDV İslamAnsiklopedisine bakınız. ALİ BARDAKOĞLU, "HIRSIZLIK", TDV İslâm Ansiklopedisi

https://islamansiklopedisi.org.tr/hirsizlik

Sayfadan Gönüle Düşenler

Ansızın bir melodi düşer yüreğine. Tek bir kelimeyle uyanır, duyguların. Düşüncelerinin üzerine bir güneş doğar. Aydınlıkla beraber yenileri gelir. Lüzumsuzların gitme vakti gelmiştir. Faydasından çok zararı dokunanların ardından bakar insan. Huzurun dokunduğu yüreğiyle kucaklaşır. O andan hiç ayrılmak istemezmiş gibi nefesini tutar.

Doğru hedeflere kaysın, gözümüz. Doğru insanlarla kesişsin, yolumuz. Doğruyu hatırlayıp, yanındakilere doğruyu hatırlatanlardan olsun, zihnimiz. Doğru zamanda konuşup, doğru zamanda sussun, dilimiz. Doğruya uzanıp, doğruyu paylaşanlardan olsun, ellerimiz. Salihleri sevsin, gönlümüz. Salihlerden olma temennisiyle dolsun taşsın, yüreğimiz. Yaptığı her hatadan istiğfar etsin ve affedilenlerden olsun, kalbimiz. Bulunduğu yer ve zamandaki nimetleri en güzel şekilde değerlendirsin, kıymetini bilsin, benliğimiz. Kolayın çekiciliğine rağmen yine de Hak, illa da Hak, billa da Hak desin, nefsimiz. Ve mahşerde, bu halimize, şahit olsun biriktirmeye çalıştığımız doğrularımız, uzuvlarımız ve bedenimiz.

Şüphesiz, hiçbir şeyi boşa yaratmadığın bu alemde, yalnız merhametine sığındık, ya Rab!

Hakikatı barındıran ve aslında bildiğimiz ama uyuya kalmış hakikatları da diriltip, batıllardan arındıracak, melodilerle doldur yüreğimizi, Rabbim. 

Amin.

***

Sınıfta yapılan bir tartışma esnasında şunları söyledi:

Herkesin bir başkası için ‘bedelini ödemeli’ dediği ama kendisine ya da sevdiklerine geldiği zaman çeşitli bahanelere başvurarak kaçtığı ve asıl kişilerin sahip oldukları imkanlardan ya da tanıdıklarından dolayı bedel ödemediği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Günümüzde sağlam kanıtlarla suçu ispatlanmasına rağmen suçlulara caydırıcı cezaların uygulanmadığını biliyoruz.

Bununla birlikte dünyanın her yerinde, her geçen sene suç oranları hızla artmaya ve suç işleme yaşları da düşmeye devam ediyor. Maddi ve manevi anlamda yalnızlaştığı için öz değerini kaybedenler, sanal ve reel dünyada suçlara eğilim gösteriyor. Oyunlar, filmler, reklamlar ve şarkılar; kişiyi devamlı sınırların dışına çıkmaya teşvik ediyor. 

Sonuçlardan çok süreçlere dikkat çekilerek suçlu için acıklı bir tablo çiziliyor. Öyle ki, seçme şansı yokmuş izlenimi bırakılıyor. Hayatta seçim yapılamayan zaruri durumlar olsa da bunun her suçlu ve suç için geçerli olması mümkün değildir. Süreçler önemlidir ama nefsani dürtüleri için yaşayan ya da devamlı nefsini beslemeye alışan her suçlunun basit ya da karmaşık bir sebebi illa ki vardır. 

Ancak, sonuçlara gereken ceza verildiği ama süreçlerden de gereken dersler çıkarıldığı zaman toplumda adalet adına bir yerlere ulaşılabilir.

Ey Allahım! Bizim ve bulunduğumuz toplumun sonunu hayır eyle. Bizi ve nesillerimizi, suç işlemek ve hatalarından sonra tövbe etmemek gafletinden muhafaza buyur. Dünya hayatının herhangi bir köşesinde, haksızlığa uğramaktan ve haksızlık yapmaktan muhafaza buyur. Bizi, Senin rızan için ahlakını ve halini güzelleştiren, rahmetin ile affettiğin adil kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji