30 Temmuz 2024
Mâide Sûresi 32-36 (112. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mâide Sûresi 32. Ayet

مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يـعاًۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ  ...


Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنْ
2 أَجْلِ sebeple ا ج ل
3 ذَٰلِكَ işte bu
4 كَتَبْنَا yazdık ك ت ب
5 عَلَىٰ üzerine
6 بَنِي oğullarına ب ن ي
7 إِسْرَائِيلَ İsrail
8 أَنَّهُ şüphesiz
9 مَنْ kim
10 قَتَلَ öldürürse ق ت ل
11 نَفْسًا bir canı ن ف س
12 بِغَيْرِ olmaksızın غ ي ر
13 نَفْسٍ bir cana karşılık ن ف س
14 أَوْ ya da
15 فَسَادٍ bozgunculuğa karşı ف س د
16 فِي
17 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
18 فَكَأَنَّمَا sanki gibidir
19 قَتَلَ öldürmüş ق ت ل
20 النَّاسَ insanları ن و س
21 جَمِيعًا bütün ج م ع
22 وَمَنْ ve kim de
23 أَحْيَاهَا onu yaşatırsa ح ي ي
24 فَكَأَنَّمَا gibi olur
25 أَحْيَا yaşatmış ح ي ي
26 النَّاسَ insanları ن و س
27 جَمِيعًا bütün ج م ع
28 وَلَقَدْ ve andolsun
29 جَاءَتْهُمْ onlara getirdiler ج ي ا
30 رُسُلُنَا elçilerimiz ر س ل
31 بِالْبَيِّنَاتِ açık deliller ب ي ن
32 ثُمَّ ama
33 إِنَّ muhakkak
34 كَثِيرًا çoğu ك ث ر
35 مِنْهُمْ onlardan
36 بَعْدَ sonra da ب ع د
37 ذَٰلِكَ bundan
38 فِي
39 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
40 لَمُسْرِفُونَ israf etmektedirler س ر ف

Yüce Allah gerek İslâm’da gerekse İslâm’dan önceki ilâhî dinlerde insan hayatının kutsal olduğunu bildirmiş, bu sebeple bir canı korumayı bütün insanlığı korumak kadar üstün bir fazilet saymış; bir cana kıymayı da bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cinayet olarak değerlendirmiştir. Çünkü bir insan, türünü temsil eder ve insanlar birbirine eşittir. Bir insanın haksız yere öldürülmesi toplumda öldürme olaylarının yayılmasına, insanların birbirine düşmesine ve toplum düzeninin bozulmasına yol açar. Hukukî bir gerekçe bulunmaksızın bir başkasının canına kıyan kimse, yalnızca o kişiye haksızlık etmiş olmaz, aynı zamanda insan hayatının kutsallığına inanmadığını ve başkalarına karşı hiçbir merhamet duygusu taşımadığını da göstermiş olur (kısas hakkında bilgi için bk. Bakara 2/178; yeryüzünde fesat çıkarma hakkında bilgi için bk. Mâide 5/33). Oysa insan hayatının korunabilmesi için insanların birbirine saygı göstermeleri, hayatın kutsal olduğuna inanıp korunmasına yardımcı olmaları ve katilleri korumamaları gerekir. Bütün dinler, hukuk ve ahlâk sistemleri haksız yere adam öldürmenin, cana kıymanın büyük bir suç olduğunda birleşmişlerdir. Ancak bu suçu önlemek için alınan caydırıcı tedbirler farklıdır. İslâm, haksız yere adam öldürmeyi önlemek, toplumun can güvenliğini sağlamak, onları huzurlu ve mutlu yaşatmak için bu suçu işleyenlere dünyada kısas cezasını öngörmüş, âhirette ise katilin Allah’ın gazabı, lâneti ve cehennem azabı ile cezalandırılacağını bildirmiştir (bk. Nisâ 4/93).

 Allah Teâlâ insan hayatının önemi ve bu hayata kıyanlara verilecek cezalar hakkındaki âyetlerini peygamberleri vasıtasıyla göndermiş ve insanlara tebliğ etmiş olmasına rağmen birçok insan yine de yeryüzünde fesat çıkarmaya ve kan dökmeye devam etmektedir. Yeryüzünde bu tür katiller ve fesatçılar sürekli olarak bulunduğu için İslâm bunlara karşı sadece vicdanî ve uhrevî ceza ile yetinmemiş, insanların hayat hakkını korumak ve huzurlarını sağlamak için caydırıcı dünyevî müeyyideler getirmiştir. 

Bir canı kurtarmak, bir insanın yaşamasına katkıda bulunmak, bu amaca yönelik bütün eylemler yanında, günümüzde –şartlarına uygun olarak– uygulanan kan, ilik, böbrek, kornea gibi organ nakli yapmayı ve organ bağışında bulunmayı da kapsar.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 257-258

 

مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يـعاًۜ

 

مِنْ اَجْلِ  car mecruru  كَتَبْنَا  fiiline müteallıktır.  ذا  işaret ism-i, sükun üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

كَتَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى بَن۪ٓي  car mecruru  كَتَبْنَا  fiiline müteallıktır.

بَن۪ٓي  kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى dir. اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyhtir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  كَتَبْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  هُ muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. Mana olarak da şan zamiridir. (M.safi, Âşûr) 

مَنْ قَتَلَ  cümlesi  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  قَتَلَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Aynı zamanda  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

نَفْسًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بِغَيْرِ  car mecruru  قَتَلَ  fiiline müteallıktır. نَفْسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَسَادٍ  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile  نَفْسٍ ‘e matuftur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  فَسَادٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  فَكَاَنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اَنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اَنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.

قَتَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

جَم۪يعًا  kelimesi hal olup fetha ile mansubtur.   


 وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْيَاهَا  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  فَكَاَنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki  مَا  harfidir,  اَنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اَنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.

اَحْيَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

جَم۪يعًا  kelimesi hal olup fetha ile mansubtur.  


وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harftir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جَٓاءَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  رُسُلُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِالْبَيِّنَاتِۘ  car mecruru  جَٓاءَتْهُمْ  fiiline müteallıktır.  اَلْبَيِّنَاتِ  kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَث۪يرً  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  مِنْهُمْ  car mecruru  كَث۪يرً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

بَعْدَ  zaman zarfı,  مُسْرِفُونَ ’ye  müteallıktır.  ذٰ  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُسْرِفُونَ ’ye  müteallıktır.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lâm-ı muzahlakadır.  مُسْرِفُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُسْرِفُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

 

مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يـعاًۜ


İstînâfiyye olan ayetin ilk cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْ اَجْلِ  car mecruru كَتَبْنَا  fiiline müteallıktır.

Burada  مِنْ  harf-i cerinin ibtida için kullanılması mecazdır. Bir şeyin sebebi, ortaya çıkan şeyin başlangıcına benzetilmiştir. Bu;  مِنْ  harfinin manalarından biri de ta’lil manasıdır, denmesi sebebiyledir. Çünkü  اَجْلِ  kelimesinin başına gelen  مِن  çoğunlukla ta’lil ifade eder. Bu harfin arkasından  اَجْلِ  kelimesinin hazfi, ta’lil manasını oluşturur.  اَجْل  kelimesinin ta’lil ifadesi,  ل  harfinden daha kuvvetli olduğu için tercih edilmiştir. (Âşûr)

ذٰلِكَۚۛ  [bu] sözü edilen öldürme olayına işaret etmektedir. Yani anılan katil olayının işlenmesi, yazma hükmünü arkasından sürüklemesi, devşirmesi yüzünden “İsrâiloğulları’nın üzerine yazdık ki…demektir.”  مِنْ harf-i ceri ibtida-i gaye içindir, yani yazma hükmünün başlangıcı bu olaydır. (Keşşâf)

Muzâfun ileyh olan  ذٰلِكَۚۛ  ile, İsrailoğullarının Allah’ın emirlerine uymamalarına işaret edilmiştir. Dolayısıyla bu işaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.

كَتَبْنَا fiili,  شرعنا  (farz kıldık) manasında müsteardır.(Âşûr)

اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ  isim cümlesi masdar teviliyle  كَتَبْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundadır. 

اَنَّهُ  deki  هُ , şan zamiridir.  مَنْ قَتَلَ نَفْسًا  cümlesi şan zamirini tefsir eder. Yani ”Biz onlara çok önemli bir şeyi farz kıldık. Bu önemli şey birini haksız yere öldürmenin bütün insanları öldürmek gibi olmasıdır” demektir. (Âşûr)

نَفْسًا - بِغَيْرِ نَفْسٍ  arasında tıbâk-ı selb vardır.

اَنَّ ’nin haberi olan …مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ  cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

بِغَيْرِ نَفْسٍ  ifadesi [Bir cana kıymaksızın] demektir, ancak kısas amacıyla cana kıymayı kapsamamaktadır.  اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ  ifadesi de nefse ma‘tūftur ve mana [veya yeryüzünde bozuculuk yapmaksızın] takdirindedir. Fesattan maksat şirktir. Yol kesicilik / haramilik olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)

Kur’an’da  فِي الْاَرْضِ  ibaresiyle birlikte  فَسَادٍ  kelimesi çok kullanılmıştır.

فِي الْاَرْضِ  ibaresinin takdimi ihtimam içindir. İsrafın ne kadar kötü olduğunu anlatmak için bu takdim yapılmıştır.(Âşûr)

Mazi fiil sıygasında gelen …قَتَلَ نَفْسًا  şart cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı  فَ  karînesiyle gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle  كَاَنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiştir. 

كَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًاۜ  şeklindeki şart cümlesi aynı zamanda  مَنِ ’in haberidir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin,  مَنِ ’in haberi olmasına da cevaz vardır.


 وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ

 

Cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümle şart üslubunda  faide-i haber talebî kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَحْيَاهَا  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin,  مَنِ ’in haberi olması da caizdir.

فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًاۜ  şartın cevap cümlesi olup  فَ  karînesiyle gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle  كَاَنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.

Bu ve bundan önceki teşbihten maksad, biri için korkuyu diğeri için de rağbeti azami derecede uygun tasvirleri yapmak suretiyle katlin ne kadar korkunç bir cinayet; hayat kurtarmanın da ne kadar büyük bir insanlık hizmeti olduğunu belirtmektir. (Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî)

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًاۜ  cümlesiyle  وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًاۜ   cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَحْيَا -  قَتَلَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَمَنْ اَحْيَاهَا  [Kim, o nefsi diriltirse] cümlesinde istiare vardır. Çünkü maksat, "kim onu sağ bırakır, öldürmeye teşebbüs etmezse" demektir. Zira ölümünden sonra bir nefsi diriltmeye Allah'tan başka kimsenin gücü yet­mez. (Sâbûnî)


 وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ

 

وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  قَدْ  ve  لَ  tekid ifade eder.

جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ  şeklindeki cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Bu cümle, daha önce geçen  كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ [İsrâiloğullarına şunu yazdık]

cümlesine matuf olmayıp müstakil bir cümledir. Bu kelâmın şamil olduğu mananın tahakkukuna son derece önem verildiği için hem yeminle, hem de tahkik harfi ile tekid edilmiştir. (Ebüssuûd)

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile makabline atfedilen  اِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümlesi sübut ifade eder.  اِنَّ ’nin isminin nekre gelmesi kesret ve tahkir ifade eder.  اِنَّ ’nin haberine dahil olan  لَ , lâm-ı muzahlakadır. Tekid ifade eder.

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ   bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir.

(Ebüssuûd) 

قَتَلَ - نَفْسٍ - النَّاسَ - اَحْيَا - فِي الْاَرْضِ - جَم۪يعًاۜ - مَنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l acüz ale’s -sadr sanatı vardır.

كَث۪يرًا - جَم۪يعًاۜ  arasında mürâât-ı nazir ve muvazene vardır.

Mâide Sûresi 33. Ayet

اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداً اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ  ...


Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا şüphesiz
2 جَزَاءُ cezası ج ز ي
3 الَّذِينَ kimselerin
4 يُحَارِبُونَ savaşanların ح ر ب
5 اللَّهَ Allah
6 وَرَسُولَهُ ve elçisiyle ر س ل
7 وَيَسْعَوْنَ ve çalışanların س ع ي
8 فِي
9 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
10 فَسَادًا bozgunculuk yapmağa ف س د
11 أَنْ
12 يُقَتَّلُوا öldürülmeleri ق ت ل
13 أَوْ veya
14 يُصَلَّبُوا asılmaları ص ل ب
15 أَوْ yada
16 تُقَطَّعَ kesilmesi ق ط ع
17 أَيْدِيهِمْ ellerinin ي د ي
18 وَأَرْجُلُهُمْ ve ayaklarının ر ج ل
19 مِنْ
20 خِلَافٍ çapraz خ ل ف
21 أَوْ veya
22 يُنْفَوْا sürülmeleridir ن ف ي
23 مِنَ
24 الْأَرْضِ bulundukları yerden ا ر ض
25 ذَٰلِكَ bu
26 لَهُمْ onlar için
27 خِزْيٌ bir rezilliktir خ ز ي
28 فِي
29 الدُّنْيَا dünyada د ن و
30 وَلَهُمْ onlara vardır
31 فِي
32 الْاخِرَةِ Âhirette ise ا خ ر
33 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
34 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

Nefeye نفي : نَفَى fiili atmak, çıkarmak, ihraç etmek, sürmek sürgüne yollamak, kabul etmemek, reddetmek ve olumsuz kılmak gibi anlamlara gelir.  ((Dağarcık))  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekilleri nefiy ve menfîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 


اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداً اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ

 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki  مَا harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.

جَزٰٓؤُا  mübtedadır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُحَارِبُونَ اللّٰهَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُحَارِبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

رَسُولَهُ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.

يَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  يَسْعَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَسْعَوْنَ  fiiline müteallıktır.  فَسَادًا  hal olup fetha ile mansubtur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  جَزٰٓؤُا ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.  يُقَتَّلُٓوا  fiili  نْ ’un hazfıyla mansub meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

يُصَلَّبُٓوا  fiili atıf harfi  اَوْ  ile  يُقَتَّلُٓوا  fiiline matuftur.

اَوْ  atıf harfidir.  تُقَطَّعَ  mansub meçhul muzari fiildir.  اَيْد۪يهِمْ kelimesi  ی  üzere mukadder damme ile merfûdur.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَرْجُلُهُمْ  atıf harfi  وَ ’la اَيْد۪يهِمْ ’e matuftur.

مِنْ خِلَافٍ  car mecruru  اَيْد۪يهِمْ  ve  اَرْجُلُهُمْ  kelimelerinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri ; مختلفة (Farklıdır) şeklindedir.

يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile  تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ ’ye matuftur.  يُنْفَوْا  meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

مِنَ الْاَرْضِ  car mecruru  يُنْفَوْا  fiiline müteallıktır.

يُحَارِبُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  حرب ’dur. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


 ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan  ذٰلِكَ  mebnidir, mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

لَهُمْ  car mecruru  خِزْيٌ ’un mahzuf haline müteallıktır.  خِزْيٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  خِزْيٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ  ifadesi atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur.

لَهُمْ  car mecruru mukaddem habere müteallıktır.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.

عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

 

اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداً اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ

 

İstînâfiye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

Kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ  ayetindeki  اِنَّمَا  ile olan hasr, sebebi nüzulündeki iki rivayetin daha  doğru olanına göre izafî hasrdır ve Rasulullah’ın (sav) emrettiği cezayı iptal için kalp kasrıdır. Taberi’nin İbni Abbas’tan rivayetine göre hasr, onların cezası ancak budur demektir. Öyleyse kasrdan maksat, bu dört şeyden biri için bundan daha az cezanın olmamasıdır. Hasr, takdir edilen bu cezayı büyük görenin ve hafifletilmesinden yana olanın  düşüncesine cevap olabilir ki ayet aslında bu sebeple nazil olmuştur. (Âşûr)

İsm-i  mevsûl, müsnedün ileyh olan  جَزٰٓؤُا  kelimesinin, muzâfun ileyhidir. Sılası müspet muzari fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

حرپ  kelimesinin asıl manası soygundur; burada murad yol kesmektir. Bazılarına göre, şehirde de olsa hırsızlık yolu ile başkasının malını almaktır. (Ebüssuûd)  يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ [Allah'a ve Resulüne karşı savaşanlar]’dan murad, bir kavle göre Resulullah'a (sav) karşı mücadele edenler demektir. Burada önce Allah Teâlâ'nın zikredilmiş olması, Resulullah’ ın (sav) Allah (cc) katındaki mertebesinin ne kadar yüksek olduğuna dikkat çekmek içindir.

Bir başka görüşe göre ise asıl maksat, müslümanlara karşı savaşanların hükmünü belirtmektir. Ancak bu, müslümanları tazim için, Allah Teâlâ ile Resulüne karşı savaşmak olarak ifade edilmiştir. Yani Allah'ın ve Resulünün dostlarına karşı savaşanlar... demektir. (Ebüssuûd) 

يُحَارِبُونَ اللّٰهَ  [Allah ile savaşmak] O’nun kulları ile savaşmak veya O’nun hükümlerine karşı çıkarak O’na savaş açmış olmak demektir.

الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ [Allah’a karşı savaşanlar] cümlesinde muzâf hazfedilmiştir. Takdir; Allah’ın dostlarına karşı savaşanlar şeklindedir. Çünkü Allah’a karşı ne savaşılır, ne de Allah mağlup edilir. Kelam, mecaz yoluyla söylenmiştir. (Sâbûnî)

Leff ü neşr-i müretteb vardır. Önce suç söylenmiş, sonra bunun cezaları zikredilmiştir. Suça göre cezalar değişir. Harb edenler öldürülür veya asılır. Fesat çıkaranların eli ayağı kesilir, daha hafif suç işleyenlere de sürgün cezası verilir.

Cezalar  ve  اَيْد۪يهِمْ - اَرْجُلُهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

 رَسُولَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya muzâf olması  رَسُولَ ‘e şan ve şeref kazandırmıştır.

فَسَادًا ’deki tenvin nev ifade eder.

Aynı üslupta gelen  وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَادًا  cümlesi sılaya temâsül sebebiyle atfedilmiştir.


وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَادًا  cümlesinin manası, onlar fesat iktisab ederler, onu toplarlar ve suç işlerler demektir. Çünkü  سعى  fiili, iktisab etmek ve biriktirmek anlamında kullanılır. (Âşûr)

اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi masdar teviliyle haber konumundadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki müteakip dört cümle, masdar-ı müevvele temâsül sebebiyle atfedilmiştir. 

“Allah ve Resulü ile savaşanlar” Peygamber (sav)’e savaş açanlardır. Müslümanlarla savaş da onunla savaş hükmündedir. “Yeryüzünde bozgunculuk yapmak için koşturanların” ifadesindeki  فَسَادًا  kelimesi  َمُفٔسدين  (fesatçı / bozucu olarak) anlamındadır ve haldir,  ya da yeryüzündeki koşturmaları fesat yolu ile yani bozuculuk şeklinde olduğu için ifade  ىفسدون في الارض  (Yeryüzünde bozgunculuk yaparlar.) mesabesinde olur, bu mana itibariyle de  فَسَادًا  lafzı mef'ûlu mutlak olmak üzere nasb edilir.  ِللفساد  (fesat için) takdirinde mef'ûlün leh olması da mümkündür. (Keşşâf-Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

مِنْ خِلَاف  daki  مِنْ  harf-i ceri  اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ  cümlesinden hal konumunda olup ibtidaiyyedir. Kesme eyleminin kaydıdır. (Âşûr)

Cümledeki fiillerin muzari sıygasında gelmesi teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiili, tecessüm özelliğiyle olayları göz önünde canlandırmıştır.


 ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

İsim cümlesi formunda gelen faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede mübteda işaret ismiyle marife olmuş ve işaret edilenin önemini vurgulamıştır. 

İşaret isminde istiare vardır. İşaret ismiyle ayette söz konusu edilen cezalara ve Allah’ın gazabına uğrama durumlarına işaret olunmaktadır.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf habere

müteallıktır. Muahhar mübteda olan  خِزْيٌ ‘daki tenvin nev, teksir ve tahkir ifade eder.

Son cümle  وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يم  makabline matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır. Haberin takdimi kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır. 

لَهُمْ  maksûrun aleyh / mevsuf,  عَذَابٌ عَظ۪يم  maksûr / sıfattır. O azim azabın onlara mahsus olduğu, kasr üslubuyla etkili bir biçimde belirtilmiştir.

Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Ayrıca azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.

عَظ۪يمٌ۟  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

ذٰلِكَ ‘de iktidâb vardır. Bu cümlede cem' ma’at-taksim,  الدُّنْيَا  ve  الْاٰخِرَةِ  arasında tıbâk-ı îcab,  خِزْيٌ  ve  عَذَابٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Mâide Sûresi 34. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟  ...


Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar. Artık Allah’ın çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا hariç
2 الَّذِينَ kimseler
3 تَابُوا tevbe eden(ler) ت و ب
4 مِنْ
5 قَبْلِ önce ق ب ل
6 أَنْ
7 تَقْدِرُوا ele geçirmenizden ق د ر
8 عَلَيْهِمْ onları
9 فَاعْلَمُوا bilin ki ع ل م
10 أَنَّ muhakkak
11 اللَّهَ Allah
12 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
13 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ

 

اِلَّا  istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ , müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَابُوا۟  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَابُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلِ  car mecruru  تَابُوا  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبۡلِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.  تَقْدِرُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  تَقْدِرُوا  fiiline müteallıktır.


 فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

 

فَ  ta’liliyyedir.  اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  غَفُورٌ  haberdir.  رَح۪يمٌ۟  ise ikinci haberdir.

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ

 

Ayet önceki ayette sayılanlardan istisna edilenleri bildirmektedir.

Müstesna olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi  تَابُوا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve  تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ  cümlesi, masdar tevilinde olup muzafun ileyh konumundadır.


فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

 

فَ  ta’liliyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَنَّ  şeklindeki masdar ve tekid harfinin dahil olduğu isim cümlesi  اعْلَمُٓوا  fiilinin mef’ûlü yerindedir. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

فَاعْلَمُٓوا  ifadesi muhatap zamiriyle gelerek muhataplar bilmeyen menzilesine konmuş, böylece bu affın büyüklüğü gösterilmek istenmiştir. (Âşûr)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah'ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu son cümle lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Yani vazgeçer tövbe ederseniz Allah’ın mağfiretine kavuşursunuz demektir.


Mâide Sûresi 35. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ  ...


Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 اتَّقُوا korkun و ق ي
5 اللَّهَ Allah’tan
6 وَابْتَغُوا ve arayın ب غ ي
7 إِلَيْهِ O’na
8 الْوَسِيلَةَ yol و س ل
9 وَجَاهِدُوا ve cihadedin ج ه د
10 فِي
11 سَبِيلِهِ O’nun yolunda س ب ل
12 لَعَلَّكُمْ umulur ki
13 تُفْلِحُونَ kurtuluşa erersiniz ف ل ح

Bu mükemmel sistem, insan ruhunu, her yönden ele alıp, onun beşeri varlığına bütün yönlerden seslenmekte ve onu günahtan alıkoyup, itaate yöneltecek, duyarlı noktalarını aramaktadır. Sistemin ilk hedefi, insan nefsini doğrultarak, saptırmaktan kurtarmaktır. Ceza bu yollardan sadece biridir. O, ne temel hedef ne de yegane yöntemdir.

Burada da, Adem’in iki oğlunun kıssası -çıkarılması gereken derslerle başlamaktadır. Daha sonra gönülleri hoplatacak bir cezalandırmadan söz edilmekte ve bunu Allah’tan sakınmaya, çekinmeye ve azabından korkmaya çağrı, cezayla korkutmayı içeren bir davet izlemektedir.

Ey müminler Allah’tan korkunuz. Korku sadece Allah’tan olmalıdır. İşte insanlık onuruna yakışan korku budur. Kılıçta, kırbaçtan korkmak ise düşüklüktür. Düşüklük ise, ancak aşağılık kimselere yaraşır. Allah’tan korkmak, daha öncelikle, daha onurlu ve daha arındırıcıdır. Zira, gizlide ve açıkta vicdana eşlik eden,insanların bilmedikleri durumlarla bile kötülük yapmaya engel olan Allah korkusudur. Halbuki bunun kuvveti, bu durumlarda işlemez. Gerekli olmasına rağmen, tek başına uygulanamaz. Çünkü kanun kuvvetinin ulaşamadığı durumlar vardır. Vicdanlarının sakınacağı ilahî bir otorite ve görünmez bir gözetim olmaksızın yalnızca kanun gücünün etkin olduğu bir toplumun veya ferdin kurtuluşu söz konusu olamaz.

“… Sizi ona yakınlaştırabilecek her yolu arayınız.”

Allah’tan korkun, sizi O’na yakınlaştıracak her yolu deneyin ve o doğrultuya yöneltecek her nedene sarılın. Bir rivayette İbn-i Abbas şöyle demiştir:

“O’na yaklaştıracak bir yol arayın” ayeti “ihtiyaçlarınızı ondan isteyin” anlamındadır. Gerçekten insan, Allah’a muhtaç olduğunu hissettiği anda ihtiyacını istediği, ne zaman onun ilahlığı karşısında kuluna yaraşır bir konumda bulunur. Böylece kurtuluşa en yakın olan doğru bir konumda olur. Her iki yorum da, ayetteki ibareyi uygundur. Ayet, kalbin kurtuluşunu ve vicdanın canlanışını ifade etmekte ve beklenilen kurtuluş ile son bulmaktadır:

“… Ki kurtuluşa eresiniz.”

(Fizilal-il Ku’an / Seyyid Kutub)

Riyazus Salihin, 387 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:
“Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben ona karşı harb ilân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.”
Buhârî, Rikak 38

 

Riyazus Salihin, 1039 Nolu Hadis
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin söylediklerinin aynısını siz de söyleyin. Sonra bana salâvat getirin. Çünkü bir kimse bana bir defa salâvat getirirse, Allah buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için Allah’tan vesîleyi isteyin. Çünkü vesîle, cennette Allah’ın kullarından bir tek kuluna lâyık olan bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Benim için vesîleyi isteyen kimseye şefatim vâcip olur.”
Müslim, Salât 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Salât 36; Tirmizî, Menâkıb 1; Nesâî, Ezân 37
 

وسل Arzuyla bir nesneye ulaşıp yaklaşmaya veya kendini ona yakın etmeye çalışmadır. Arzu/dilek ( isteyerek ulaşmak) anlamı taşıdığı için وَصِيلَة sözcüğünden daha özel anlamlıdır. Allah-u Teala’ya ulaştıracak gerçek vesile; ilim ve ibadet ile O’nun yolunda yürümek ve şeriatin güzel ahlak ilkelerini izlemektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de yalnız bu kalıpta ve sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vesile ve tevessüldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اتَّقُوا اللّٰهَ ’dir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  ابْتَغُٓوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْهِ  car mecruru  ابْتَغُٓوا  fiiline müteallıktır.  الْوَس۪يلَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

جَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪  cümlesi atıf harfi  وَ ’la nidanın cevabına matuftur.  جَاهِدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ي سَب۪يلِه۪  car mecruru  جَاهِدُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تُفْلِحُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تُفْلِحُونَ   fiili,  نَ ’un  sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

تُفْلِحُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  فلح ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı  اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayet, muhariblerin tehdidi ve ceza hükümleri ile ilgili ayetlerle  اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْاَنَّ لَهُمْ  مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا  [Maide;36] ayeti arasında itiraziyyedir. (Âşûr)

یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Çeşitli tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. Mevsûlün irabdan mahalli olmayan sılası  اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Vesile ile hayırlı ameller kastedilmiş olabilir.

الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlu haberin medih üzere olduğunu bildirmek içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Emir  üslubunda talebî  inşâî isnad olan  وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ  ve  وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪  cümleleri  وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.

الْوَس۪يلَةَ ‘nin marifeliği cins içindir. (Aşûr)

الْوَس۪يلَةَ , ile Allah Teâlâ'ya yaklaşmak için tevessül edilen itaat ile günahların terkidir. Herhalde vesileyle aramaktan maksat, emredilen takvadır. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, her şeyin başı, her hayra erişmenin ve her zarardan kurtulmanın vesilesi takvadır. Buna göre bu cümle, makabli için beyan ve tekid mahiyetindedir. (Ebüssuûd)

سَب۪يلِه۪  izafetinde  lafzâ-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِه۪  ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır.  Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

ف۪ي سَب۪يلِه۪  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

اتَّقُوا  fiili  افتعل  bablndandır, aslı  وقى  dır. Bu babın fiile kazandırdığı manalar şöyle olabilir:

1-Mutavaat: Takvanın gerektirdiği hükümlere gönülden bağlanıp, boyun eğin demektir.

2-Tedarik etmek: Takvanın bütün şubeleri hakkında bilgi edinin.

3-Bazı isimleri fiilleştirmek: Takvanız, lafta, kağıtta kalmasın, hayata bilfiil geçirin.

4-Müştereklik: Allah’la kulları arasında, diğer kullarla arasında takvayı yerine getirin. Takvayı yayın, yansıtın.

5-Talep (istek): Daima takvada derece almaya bakın. Taklitten, tahkike yönelerek fiilî dua ile her zaman takvalı yaşayıp, takva ile ölmeyi lisan ile isteyip, talep edin.

6-Göstermek: Takvanızı ihlaslı amellerle gösterip teşvikçisi olun.

7-Gayret ve mübalağa: Takvanın en alt derecesinden, en üst derecesine vasıl olmaya azami gayret gösterin.

8-Tadiye, geçişlilik: Takvanın tesiri hem kendi hayatımızda, hem diğer insanların hayatında tesirli olsun, öğrenin, eğitin, teşvik edin, destek verin.

Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  ان  gibi ismini nasb, haberini ref eder.  لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. ‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir.

Bu ayetin hakim uslubunda geldiği söylenebilir.

Ayetin sonunda cem' ma’at-taksim vardır. İman edenler, Allah’tan korkanlar, yaklaşmaya vesile arayanlar, Allah yolunda cihad edenler, kurtuluşa ermekte cem’ edilmiştir.


Mâide Sûresi 36. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Şüphesiz yeryüzünde olanların hepsi ve yanında bir o kadarı daha kendilerinin (kâfirlerin) olsa da onu kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar, onlardan yine kabul edilmez. Onlara elem dolu bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 لَوْ eğer
5 أَنَّ şüphesiz
6 لَهُمْ kendilerinin olsa
7 مَا olanların
8 فِي
9 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
10 جَمِيعًا hepsi ج م ع
11 وَمِثْلَهُ ve onun bir katı daha م ث ل
12 مَعَهُ onunla beraber
13 لِيَفْتَدُوا fidye verseler ف د ي
14 بِهِ onu
15 مِنْ
16 عَذَابِ azabına karşılık ع ذ ب
17 يَوْمِ gününün ي و م
18 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
19 مَا
20 تُقُبِّلَ kabul edilmez ق ب ل
21 مِنْهُمْ kendilerinden
22 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
23 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
24 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

Diğer tarafta ise Allah’tan sakınıp O’na yakınlaştıracak yol ve kurtuluşa eremeyen kafirlerin tablosu yer almaktadır. Bu canlı ve somut bir gerçektir. Nitelikler ve detaylı bilgiler verme yoluna gidilmekte, fakat, kıyamet sahnelerini ve diğer büyük amaçlarını ortaya koyarken işlediği yönteme uygunu olarak hareketleri ve heyecan verici olayları anlatmaktadır:

“Kafirlere gelince eğer yeryüzünün tüm varlıkları bir kat fazlası ile birlikte kendilerinin olsa da bu servetlerini kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler bu fidyeleri kabul edilmez. onları acıklı bir azap beklemektedir.”

İnsan hayalinin tasavvur edebileceği en uç nokta kâfirlerin dünyada bulunan her şeye sahip olmaları varsayımıdır. Fakat, Kur’an’ın üslubu, varsayımlar dünyasında ulaşılabilecek bu hayalden daha fazlasını var saymaktadır. Evet onlara, dünyadakilerin tümünün bir kat fazlası ile onların olduğunu varsaymakta ve kıyamet günü azaptan kurtuluş fidyesi olarak bunları vermeyi dileyeceklerini tasvir etmektedir. Onlar ateşten çıkmak için çabalamalarını bu hedefe ulaşmamalarını ve sürekli eziyet veren bir azap içinde kala kalışlarının manzarasını çizmektedir. Gerçekten bu somut ve hareketli bir manzaradır. Bu manzaradan onlar yanlarında dünyadaki herşeyi ve bir o kadarı daha bulunur haldedirler. Allah’a kurtuluş akçesi vermek isterken ki o halleri… Umduklarını bulamamış istekleri reddedilmiş durumdayken cehenneme girişleri sırasındaki halleri… Ve oradan çıkmak isterlerken orada kalmaya zorlanırken ki manzaraları…

(Fizilal-il Ku’an / Seyyid Kutub)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu, اَنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubtur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri;  ثبت  (Sabit oldu) şeklindedir.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

فِي الْاَرْضِ  car  mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  جَم۪يعًا  kelimesi  مَا ’nın hali olup fetha ile mansubtur.

مِثْلَهُ  atıf harfi  وَ ’la  مَا  ism-i mevsûlune matuftur. Mekân zarfı  مَعَ , mahzuf hale müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يَفْتَدُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  لَهُمْ ‘e yani  اَنَّ ’nin haberine müteallıktır.  يَفْتَدُوا  fiili,  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  يَفْتَدُوا  fiiline müteallıktır.  مِنْ عَذَابِ  car mecruru aynı şekilde  يَفْتَدُوا  fiiline müteallıktır.  يَوْمِ  muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Şartın cevabı  مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ ’dur.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُقُبِّلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

مِنْهُمْ  car mecruru  تُقُبِّلَ  fiiline müteallıktır.

يَفْتَدُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi فدي’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  أَلِیمٌ  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.


اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ

 

Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu, bahsi geçen kişileri tahkir amacına matuftur. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlü, azamet ve dehşet bildirmek için gelmiştir.

Bu ibtidaî kelâm, kıyamet gününde kâfirlerin mükâfata nail olması şöyle dursun nelere tevessül ederlerse etsinler azaptan kurtulmalarının imkânsız olduğunu belirtmek suretiyle, zaman geçirmeden emirlere uymanın gerekliliğini tekid ve müminleri, Allah'a yaklaşmak için vesileler ihdasına koşmaya teşvik eder. (Ebüssuûd) 

لَوْ  şart,  اَنَّ  masdar ve tekid harfidir.  اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar  teviliyle takdiri  ثبت  (Sabit oldu.) olan mahzuf fiilin failidir. Masdar-ı müevvel olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لَوْ اَنَّ لَهُمْ  şeklindeki cümle bu azabın onlardan ayrılmayacağını ve onlar için hiçbir şekilde azabtan kurtuluş yolu olmayacağını vurgulayan bir temsildir.(Sâbûnî)

لَهُمْ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  مِثْلَهُ , ism-i mevsûle atıftır.

يَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ  cümlesine dahil olan lâm-ı ta’lil nedeniyle cümle, cer mahallindedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle masdar tevilinde,  اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ  cümlesi şartın cevabıdır. Menfi mazi  fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ilâhî kelâmdan murad, inkâr  ve küfredenler için azabın kaçınılmaz ve herhangi bir yolla bu azaptan kurtulmanın imkânsız olduğunu temsilî bir ifade ile belirtmektir.

(Ebüssuûd) 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelam olup,  اِنَّ ’nin haberidir.

[Kıyamet gününün azabı] ibaresinde kevn-i lâhik alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Çünkü kıyamet gününde hesap görülecek, azap sonra başlayacaktır. Bununla beraber o günün dehşetinin başlı başına bir azap olduğunu ifade için bir mübalağa da olabilir.

وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

Cümle  وَ  ile şartın cevabına matuftur.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Haberin takdimi kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. 

اَل۪يمٌ  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

عَذَابٌ - اَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.

Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden öylesine büyük bir azap vardır ki, bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. (Keşşâf)  

عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ifadesindeki  اَل۪يمٌۙ  kelimesi ism-i fail kalıbındadır. İşarî olarak verdiği azabın şiddetinden dolayı, azap verirken kendisi bile acımaktadır şeklinde düşünülebilir.

عَذَابٌ - مَا  kelimelerinin takrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.  

أَلِمَ  kökünden gelen “elem” acı, ağrı;  اَل۪يمٌۙ  ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada elim acı duyan anlamına alınırsa, bu, azabın değil fakat azabedilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı tekid) vardır. (Ebüssuûd)

Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyil cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâbtır
Günün Mesajı
Allah yeryüzünde fesad çıkarmayı haram kılmıştır. Buna dünyada ceza verildiği gibi ahirette de ceza verilir. Allah teala şartlarına uygun olarak tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Gönlünün sesini dinle. Uzaklarda bir yerden sesleniyor sana. Başını kaldır ve kulak ver. Gözlerinde beliren ışıkla, gönlüne düşen bir umut tohumu. Heyecandan tıkanan nefesinle, umut tohumunu sulayan göz yaşların. Adım atmaya takatim yok derken, damarlarında çoğalarak akan enerjin.

Başını kaldır ve bak. Işığı, karanlıkları yırtarak gelen güneşe bak. Ayağa kalk ve ilerle. Hayır, adım atma. Peşinden ölüm geliyormuş gibi koş. Kaçmak için değil. Hayatı yakalamak için. İç dünyanın ceplerine doldurduğun, sana geri adım attıran bahane taşlarını atarak, kendini hafifleterek koş.

 

Başını kaldır ve hatırla. Yaşadığın zorlukları bahane etme, herkesin bilinir ya da bilinmez derdi var. Yanlış olduğunu bildiklerini, masum görünen yalanlarına sarma. Ölümün bir gün sana da yetişeceğini hatırla. Heyecanını tutma. Savaşa gider gibi tekbirlerle koş. Bedeninin, zihninin ve başka insanların koyduğu sınırların doğurduğu korkularını ve vesveselerini, coşan imanınla yenerek koş.

Başını kaldır ve bak. Her sıkıntından, her düşüncenden, her korkundan, seni sen yapan her zerrenden haberdar ve sana şah damarından daha yakın olan Rabbin için koş. Yarınını yarın düşünürsün, bugününü değerlendirmek için koş.

Başını kaldır ve etrafına bak. Allah için koşmuşlara ve koşanlara selam vererek, onların hayatlarından ibret alarak ilerlemeye devam et. Yok böyle güzel bir yarış. Sonunda kaybedenin olmadığı bir yarış. Karar ver. İster yerinde sayanlardan, son nefesinde bahaneleri kabul görülmeyenlerden ol. İstersen, verilen her nefesi, her sözü, her adımı, her kararı Allah için harcanan yolda koş. Dünyanda ve ahiretinde kazananlardan ol.

Allah yolunda koşanlardan, Allah’tan korkanlardan, Allah’a yaklaşmak umuduyla çabalayanlardan ve kurtuluşa erenlerden olmak duasıyla.

Hazır mısın? Dünyalık vesveselerden, Rabbine sığınarak sıyrıl. Ve… Başla!

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji