بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا اَبَداً مَا دَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | يَا مُوسَىٰ | Musa |
|
3 | إِنَّا | şüphesiz biz |
|
4 | لَنْ |
|
|
5 | نَدْخُلَهَا | oraya girmeyiz |
|
6 | أَبَدًا | asla |
|
7 | مَا |
|
|
8 | دَامُوا | onlar olduğu sürece |
|
9 | فِيهَا | orada |
|
10 | فَاذْهَبْ | gidin |
|
11 | أَنْتَ | sen |
|
12 | وَرَبُّكَ | ve Rabbin |
|
13 | فَقَاتِلَا | savaşın |
|
14 | إِنَّا | şüphesiz biz |
|
15 | هَاهُنَا | burada |
|
16 | قَاعِدُونَ | oturuyoruz |
|
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا اَبَداً مَا دَامُوا ف۪يهَا
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا مُوسٰٓى ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfi, مُوسٰٓى münadadır. Müfret alem olup damme üzere mebni mahallen mansubtur.
Nidanın cevabı اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا’dir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. لَنْ نَدْخُلَهَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
نَدْخُلَهَا mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَبَداً zaman zarfı, نَدْخُلَهَا fiiline müteallıktır. مَا masdar harfidir. دَامُوا damme üzere nakıs mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
دَامُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan وا ; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru دَامُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır.
فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أردت قتالا فاذهب (Savaşmak istiyorsan git…) şeklindedir.
اذْهَبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. اَنْتَ munfasıl zamiri اذْهَبْ ’deki faili tekid etmek içindir.
رَبُّكَ kelimesi atıf harfi وَ ’la gizli zamire matuftur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. قَاتِلَٓا fiili ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan elif, fail olup mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
هٰا tenbih harfidir. İsm-i işaret olan هُنَا genellikle mekân zarfı olarak kullanılır. Sükun üzere mebni olup mahallen mansubtur. قَاعِدُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
قَاعِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan قعد fiilinin ism-i failidir.
قَاتِلَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا اَبَداً مَا دَامُوا ف۪يهَا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı ise اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu cümle, birden fazla unsurla tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
مَا دَامُوا ف۪يهَا cümlesi kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Zaman zarfı olan اَبَداً ’den bedeldir. Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪يهَا, nakıs fiil olan مَا دَامُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.
فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا
فَ rabıtadır. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. اذْهَبْ اَنْتَ mahzuf şartın cevabıdır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; إن أردت قتالا [Savaşmak istersen] şeklindedir. اذْهَبْ ,رَبُّكَ fiilinin faili olan اَنْتَ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Şartın cevabına فَ ile atfedilen فَقَاتِلَٓا cümlesi, aynı üslupta inşaî isnaddır.
رَبُّكَ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.
اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ
Ta’lîliye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Mekân zarfı هٰهُنَا, amiline takdim edilmiştir.
فَاذْهَبْ اَنْتَ cümlesiyle اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اذْهَبْ - قَاعِدُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelir. Itnâb babındandır.
Bu hadisenin anlatılmasından maksat, o Yahudilerin ta eskiden beri Allah’ın peygamberleri ile ne denli bir münakaşaya girdiklerini, onlara buğz edip muhalefette bulunduklarını açıklayıp ortaya koymaktır. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | رَبِّ | Ya Rabbi |
|
3 | إِنِّي | elbette ben |
|
4 | لَا |
|
|
5 | أَمْلِكُ | malik değilim |
|
6 | إِلَّا | başkasına |
|
7 | نَفْسِي | kendimden |
|
8 | وَأَخِي | ve kardeşimden |
|
9 | فَافْرُقْ | ayır |
|
10 | بَيْنَنَا | aramızı |
|
11 | وَبَيْنَ | ve arasını |
|
12 | الْقَوْمِ | toplumun |
|
13 | الْفَاسِقِينَ | yoldan çıkmış |
|
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Yani Musa (as)’dır.
رَبِّ münada olarak mansubdur. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ ’dur. قَالَ fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir ي harfi, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَٓا اَمْلِكُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَمْلِكُ merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir اَنَا’dir.
اِلَّا hasr edatıdır. نَفْس۪ي mef’ûlun bihtir. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخ۪ي kelimesi atıf harfi وَ ’la نَفْس۪ي ’ye matuftur.
فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ
فَ atıf harfidir. افْرُقْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
بَيْنَنَا mekân zarfı, افْرُقْ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَ mekân zarfı atıf harfi وَ ’la öncesindeki mekân zarfına matuftur. الْقَوْمِ kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْفَاسِق۪ينَ kelimesi ٱلۡقَوۡمِ ’nin sıfatıdır. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Cemi müzekker salim olan الْفَاسِق۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي
Fasılla gelen ayette fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri mahzuftur. Nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan …اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي cümlesi ise اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu cümle, birden fazla unsurla tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. اَخ۪ي tezâyüf sebebiyle نَفْس۪ي ’ye matuftur.
Nidanın cevabı, haber cümlesi formunda gelmiş olmasına rağmen anlam itibariyle dua manasındadır. Vaz edildiği anlamın dışında anlam ifade ettiği için bu haber cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Bu ayette de Musa (as) kendisine ve kardeşine malik olabildiğini söylerken başkasına malik olamadığını da zımnen ifade etmiştir. Malik olmak, sıfat ve maksûrdur. Nefsi ve kardeşi de, mevsûf ve maksûrun aleyhdir. Murad; Allah yolunda ve hak kelimeyi savunma konusunda sadece kendisine ve kardeşine söz geçirebildiğini ifade etmektir. Halbuki ayetin siyakında Allah’tan korkan başka iki kişiden bahsedilmektedir. Allah Teâlâ o iki kişiye de iman lütfetmiştir. Ama Musa (as) kavmindeki değişikliği görünce o ikisindeki imana da güvenemediği için فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ diye dua etmiştir. Demek ki buradaki kasr hakiki, iddiaidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
لَٓا اَمْلِكُ cümlesinde istiare vardır. لا اقدر manasındadır.
فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Cümle mekulü’l-kavle matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle de emir formunda gelmiş olmasına rağmen anlam itibariyle dua manasındadır. Vaz edildiği anlamın dışında anlam ifade ettiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
بَيْنَنَا - بَيْنَ kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
افْرُقْ [Ayır] fiili hüküm verilmesi, cezalarının farklı olması anlamındadır. Onun için istiare vardır.
Hz. Musa, bunların sapıklık ve inadını, inkârlarını görünce tam hüzün ve kırgınlıkla ve ilâhî rahmet ve icabeti çekecek olan bir kalp inceliği ile Allah’a şikayet ederek şöyle dedi: Ey Rabbim! Ben kendimden başkasına malik değilim, bir canım var ki kudretim, iradem, hükmüm ancak ona geçer, bir de kardeşime yahut kardeşim de benim gibi hükmü ancak kendi nefsine geçer. Şu halde bizimle şu itaatten çıkan, isyanda ısrar eden sapık kavmin arasını ayır yani bize bizim hak ettiğimize, onlara da kendi hak ettiklerine göre hükmedip aramızı ayır. Demek ki Hz. Musa ya o iki kişiye bile tamamen inanmayarak veya din kardeşi manasını kastedip onları da hesaba katarak böyle dua etti. (Elmalılı, Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd, Âşûr)قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Allah) buyurdu ki |
|
2 | فَإِنَّهَا | şüphesiz orası |
|
3 | مُحَرَّمَةٌ | yasaklandı |
|
4 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
5 | أَرْبَعِينَ | kırk |
|
6 | سَنَةً | yıl |
|
7 | يَتِيهُونَ | şaşkın şaşkın dolaşacaklar |
|
8 | فِي |
|
|
9 | الْأَرْضِ | o yerde |
|
10 | فَلَا |
|
|
11 | تَأْسَ | sen üzülme |
|
12 | عَلَى | üzerine |
|
13 | الْقَوْمِ | toplum |
|
14 | الْفَاسِقِينَ | yoldan çıkmış |
|
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنت ضيّقا بهم فإنّها محرّمة (Eğer onlara baskı yaparsan da bil ki onlara haramdır.) şeklindedir.
Mekulü’l-kavl cümlesi mukadder şart ve cevabından oluşmuştur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هَا muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مُحَرَّمَةٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru مُحَرَّمَةٌ’e müteallıktır.
اَرْبَع۪ينَ zaman zarfı, مُحَرَّمَةٌ ’e müteallıktır. اَرْبَع۪ينَ kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir.
سَنَةً temyiz olup fetha ile mansubtur.
مُحَرَّمَةٌ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟
Cümle عَلَيْهِمْ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur. Fiil cümlesidir. يَت۪يهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru يَت۪يهُونَ fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عظم لديك هذا العقاب فلا تأس (Bu ceza sana zor geldiyse de üzülme) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَأْسَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلَى الْقَوْمِ car mecruru تَأْسَ fiiline müteallıktır.
الْفَاسِق۪ينَ kelimesi ٱلۡقَوۡمِ ’nin sıfatıdır. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Cemi müzekker salim olan الْفَاسِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ
Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda haberî isnaddır. Fasiha فَ ’si ile gelen cümle, takdiri إن كنت ضيّقا بهم (Eğer onlara baskı yaparsan da) olan mahzuf şartın cevabıdır.
İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî olan اِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ cümlesi şartın cevabıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ cümlesi عَلَيْهِمْ’deki mecrur zamirin halidir. Halin و’sız gelmesi, bu durumun onlarda kalıcı olduğunun işaretidir. Müsned muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟
فَ mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf şartın takdiri إن عظم لديك هذا العقاب (Bu ceza sana zor geldiyse de) olabilir.
Cevap cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتْلُ | oku |
|
2 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
3 | نَبَأَ | haberini |
|
4 | ابْنَيْ | iki oğlunun |
|
5 | ادَمَ | Adem |
|
6 | بِالْحَقِّ | gerçek olarak |
|
7 | إِذْ | hani |
|
8 | قَرَّبَا | sunmuşlardı |
|
9 | قُرْبَانًا | birer kurban |
|
10 | فَتُقُبِّلَ | kabul edilmiş |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | أَحَدِهِمَا | birinden |
|
13 | وَلَمْ |
|
|
14 | يُتَقَبَّلْ | kabul edilmemişti |
|
15 | مِنَ |
|
|
16 | الْاخَرِ | ötekinden |
|
17 | قَالَ | demişti |
|
18 | لَأَقْتُلَنَّكَ | seni öldüreceğim |
|
19 | قَالَ | dedi |
|
20 | إِنَّمَا | sadece |
|
21 | يَتَقَبَّلُ | kabul eder |
|
22 | اللَّهُ | Allah |
|
23 | مِنَ |
|
|
24 | الْمُتَّقِينَ | korunanlardan |
|
Bu kıssa düşmanlık ve kötülüğün fıtratını ve yardım bekleyen düşmanın durumunu örnek olarak bize bildiriyor. Çünkü iyilik ve hoşgörü fıtratın ve gönülden dostluğun en güzel örneğidir. Şu bir gerçek ki bunlar daima yüz yüzedir. İyi veya kötü kendi yapısına uygun davranışta bulunurlar. Suç tiksindiricidir, kötü insan tarafından ilgi uyandırır. Yardım isteyen insanın çığlıkları diğer insanların vicdanlarında büyük çapta etkili ve tesirli olur. Şuur adil bir kısası emreden kanunun varlığına büyük ihtiyaç duyar. Bundan dolayı kötü insan bu yaptırımdan dolayı suçu işlemeye korkar. Buna rağmen suçu işlerse, işlediği suç oranında cezaya çarptırılır. İyi insan daima masumdur ve yaşaması gerekir. Adil bir nizamın gölgesi altında huzur içinde korunması gerekir.
Hz. Adem (selâm üzerine olsun) oğullarının kıssası ne zamanla ne mekanla ne de o iki insanla sınırlıdır. Bu örnek hakkında birçok rivayetler vardır. Fakat biz ayet-i kerimenin bildirdiği sınırlar çerçevesinde kalmayı benimsiyoruz. Çünkü ileri sürülen tüm rivayetler şüphelidir. Kıssa Tevrat’ta geçmektedir ve isimleri, zamanı, mekanı sabittir. Sahih hadislerde ise fazla bilgi verilmemiştir. İbn-i Mesut Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Zulme uğrayıp bir insan öldürülürse, onun kanında Adem’in.-ilk oğluna bir pay düşmemesi imkansızdır. Çünkü adam öldürmeyi ilk icad eden odur.”
Bu hususta söyleyebileceğimiz yegane söz şudur: Bu olay insanlığın ilk çağında meydana gelmiştir ve kasten adam öldürmenin ilk örneğidir. Katil cesetlerin nasıl gömüleceğini bile bilmiyordu. Kapsamlı öğütlere, yer verilmiş, fakat bu temel hedeflere fazla bir şey ilan edilmemiştir… Bu yüzden, bu genel ayet karşısında duruyor ve onu ne özelleştiriyor ne de fazla izaha kalkışıyoruz..
“Ey Muhammed onlara Adem’in iki oğlunun gerçeğe dayalı hikayesini anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinin kurbanı kabul edilmiş, öbürünün ki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kardeşine, “Yemin ederim ki, seni öldüreceğim” deyince öbür kardeşi şöyle dedi: “Allah sadece takva sahiplerinin ibadetini kabul eder.”
Yahudilerin Hz. Musa ile başlarından geçen kıssayı okuduktan sonra, insanlığa birer numune olan şu iki kişinin hikayesini anlat; Onlara gerçeği anlat. Bu hikayenin, rivayeti gerçek ve doğrudur. O insan fıtratını gerçek şekliyle bildirmekte ve caydırıcı adil şeriatın zorunluluğunu doğru bir şekilde ortaya koymaktadır. Adem’in bu iki oğlu, temiz bir ruhun saldırganlık hissine kapılmak için bahane bulamayacağı bir konumdalar. Çünkü onlar, Allah’ın huzurunda itaat etmek ve kendisiyle Allah’a yaklaşacakları kurban sunmak üzereler:
“Hani ikisi birer kurban sunmuştu..”
“Birinin kurbanı kabul edilmiş öbürününki kabul edilmemişti.”
Ayetteki fiil, kabul edilme ve edilmeme işinin gizli bir kuvvete dayandığı ve gizli bir şekilde olduğuna işaret etmek için edilgen çatı kurmuştur. Bu sorgu ile bize iki durum hatırlatılıyor:
1- Bu kabul edişin nasıl olduğundan bahsetmememiz ve Tevrat’ın hikayelerinden alındığı görüşünde olduğumuz, rivayetlere tefsir kitaplarının daldığı gibi dalmamamız hatırlatılıyor.
2- Kurbanı kabul edilenin, kin duyulmasını gerektiren ve öldürülmesine gerekçe olacak bir suçu olmadığı hatırlatılıyor. Çünkü kurban kabulünde, onun bir rolü yok. Onu ancak meçhul bir kuvvet, bilinmeyen bir şekilde kabul etmiş ve olay her ikisinin de kavrayış alanı ve iradesi dışında gerçekleşmiştir. Burada bir kardeşin kardeşini öldürmesi ve kişinin ruhunda adam öldürecek derecede kin oluşması için hiçbir neden yoktur. Öldürme fikri bu noktada… İbadet ve Allah’a yakınlık noktasında, kardeşinin iradesinin hiçbir müdahalede bulunmadığı gizli-meçhul bir kudret karşısında böylesi bir sahada dosdoğru birinin düşünebileceği en uzak şeydir.
“… Yemin ederim seni öldüreceğim..” dedi.
Böylece -kararlılığını gösteren- bu sözler, nefreti körükleyen bir davranışı ortaya çıkarıyor. Şu ne pis ve inkarcı duygu, kör bir kıskançlık duygusu. Onun hiçbir vicdanda yeri yoktur. Böylece sözün akışı henüz tamamlanmadığı halde, ayetin sayesinde, kendimizi daha ilk andan itibaren bir saldırganlığın karşısında buluyoruz. Fakat sözün akışı, ikinci bir örnek olan diğer kardeşin cevabını, duasını ve temiz kalbini tasvir ederek saldırganlığı daha bir iğrenç ve daha bir korkunç hale sokarak devam ediyor.
” ..Öbür kardeşi şöyle dedi: Allah sadece takva sahiplerinin ibadetini kabul eder.”
Böylece, bu adağın kabulünün sebeplerini anlayabilecek bir iman ve bağışlanma ortamında ve saldırıya kalkışan kardeşini Allah’tan korkmaya ve ibadetlerini kalbe götüren yola girmeye teşvik eden direktifler arasında işin aslı ortaya konuyor. Üstelik ayet bunları ince bir sanatla ve kulakları tırmalayan bir sesleniş ile ifade ediyor:
“Bunun üzerine Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gözlerden saklayacağını göstermek üzere ona toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kardeş katili, eşinen kargayı görünce ‘Yazık bana, şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemiyor muyum?” dedi ve arkasından ettiğine pişman olanlardan oldu.”
Sonra imanlı, takva sahibi müslüman kardeş, kötü kardeşinin ruhundaki kini ve kötü niyetleri yumuşatıp gidermeye çalışıyor:
“..Eğer sen öldürmek amacı ile elini bana doğru uzatacak olursan ben öldürmek amacı ile elimi sana doğru uzatacak değilim. çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
İnsanın vicdanını etkileyen çok güç bir durumda bile saldırının karşısında saldırıya uğrayanın yiğitliği, saldırganın korkutması karşısında şaşılacak şekilde güven ve huzur içinde olması, kalbinin sadece alemlerin Rabbi Allah’tan korkup sakınması… İşte tüm bunlar, huzur, güven ve takva örneğinin vasıfları olarak tasvir ediliyor..
Bu pek yumuşak sözler, kinleri dağıtmakta, kıskançlığı kaldırmakta, kötülüğe direnmekte, kabarmış sinirleri teskin etmekte muhatabına kardeşlik bağını, iman neşesine ve takva duyarlılığına yöneltmektedir.
Evet bu sözler yeterli idi. Fakat salih kardeş, yanı sıra korkutup, sakındırmayı da unutmuyor:
“İstiyorum ki, hem kendi günahını hem de benim günahımı yüklenerek cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası budur.”
Sen öldürmek amacı ile elini bana uzattığın zaman, benim de senin yaptığın bu fiili işlemem ne durumuna ne de tabiatına uygundur. Bu fikir -öldürmek fikri- kesinlikle aklına gelmemiş, fikrimi hiçbir şekilde çelmemiştir. Çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Yoksa bu cinayeti işleyemem. Ben seni, Allah’ın kurbanını kabul etmemesine sebep olan günahına ek olarak beni öldürme günahını da yüklenmiş halde bırakıyorum. Böylece günahın da azabın da kat kat artar. “Zalimlerin cezası budur…”
Buna rağmen müslüman kardeş kendine karşı aklına gelen bu fikirden utanç duyması ve yeltendiği şeyden vazgeçmesi için, cinayet suçunu işlemeye kalkışan kardeşine acıyor.
Nefret etmesi için bu günahını ona gösteriyor ve alemlerin Rabbi Allah korkusuyla katmerli günahtan kurtulmasını göstermeye çalışıyor. Böylece bir insanın kalbini kötülükten çevirip, engelleyebilmek için harcanacak bütün çabayı sarf ediyor. “Buna rağmen öbür kardeş ihtiraslarına boyun eğerek kardeşini öldürdü ve böylece hüsrana uğrayanlardan oldu.”
Fakat kötü kardeş -onun nasıl bir tepki gösterdiğini öğrenmemizi de sağlayacak şekilde- kötü örnekliğinin tablosunu tamamlıyor.
Tüm bunlardan sonra… Bu hatırlatma, nasihat, barışma teklifleri ve sakındırmalardan sonra… Tüm bunlardan sonra bile, bu kötü nefis saldırdı ve suçu işledi, işledi ve nefsi onu bütün neticeleri ile rezil etti. Bütün engelleri aşmasını teşvik etti.. Cinayeti kendisine güzel gösterip onu özendirdi. Kimi öldürdü? Kardeşini öldürdü… Ve cezayı hakketti..
“… Ve hüsrana uğrayanlardan oldu.”
Hüsrana uğradı ve kendini perişanlık yollarına saldı. Kardeşini kaybetti ve bir yardımcı, bir dosttan oldu. Dünyası perişan oldu. Çünkü katillik hakkı yoktur. ahireti de perişan oldu. Çünkü önceki günahı ve son günahını taşıyarak geçip gitti.
İşlediği suçun cesedi, onu somut bir biçimde hayattan ayrılmış, bozulmaya başlayan bir et ve kemik yığını haline gelmiş ve hiç kimsenin tahammül edemeyeceği şekilde kokmaya başlamış bir ceset olarak gösterildi. Allah’ın takdiri onun kardeşinin cesetini gözlerden saklamaktan acziyeti karşısında saldırgan bir katil olarak kala kalmasını diledi. Kuşların en değersiz sayılan bir karga gibi olamamanın acziyet içerisinde:
Bunun üzerine Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gözlerden saklayacağını göstermek üzere ona toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kardeş katili, eşinen kargayı görünce “Yazık bana, şu karga kadar olup, kardeşimin cesedini gömemiyor muyum? dedi ve arkasından ettiğine pişman olanlardan oldu.”
Kimi rivayetlerde: “Karga, başka bir kargayı öldürdü, veya bir karga ölüsü buldu ya da bir karga ölüsü getirdi. Yere bir çukur açtı. Sonra kargayı oraya gömdü. Bunun üzerine katil yukarıdaki sözü söyledi ve kargadan gördüklerinin aynısını yaptı” denilmektedir.
Açıktır ki, katil daha önce bir cesedin gömülüşünü görmemişti. Görseydi bunu yapabilirdi. Bu cesedin yeryüzünde Adem oğullarından ölen ilk kişi olması veya bu katilin daha önce bir ölünün gömülmesini hiç görmemesi şeklinde iki ihtimalin birinden kaynaklanmaktadır. Açıktır ki, katilin pişmanlığı tevbe pişmanlığı değildir. Öyle olsaydı Allah tevbesini kabul ederdi. Pişmanlığı ancak işlediği cinayetin gerekçesiz oluşundan ve karşılaşacağı eziyet, yorgunluk ve üzüntüden kaynaklanmaktaydı. Karganın kendi cinsi kargayı gömmesine gelince… Kimi bunun kargalar arasında bir adet olduğunu kimi de Allah’ın icra ettiği fevkalade bir olay olduğunu söylemiştir. Her iki şekilde de durum değişmez. Canlılara tabiatlarını veren Allah, onlara istediğini yaptırabilir. Bu O’nun gücü dahilindedir. Burada ayetlerin dizilişi, ruhlarda yaptığı derinlemesine etkileri bırakarak, bir haberin ardarda nakline geçiyor. Bizde, bu zincirleme içinde olayı nakletmenin ve vicdanlarda bıraktığı izleri birleştirerek duygusal bir gerekçe oluşturuyor. Bu sayede de, kendisini bekleyen kısasın acılarının suçu onu işlediğinden dolayı, suçlunun ruhunda bilinçte, suçun karşılığını bulması ve adilce bir kısasın yapılması için gerekli gördüğü hükümleri duygusal bir ağırlık noktası oluşturmayı amaçlıyor.
Fizilal-il Kuran- Seyyid Kutub
Habil ve Kabil :
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ
وَ istînâfiyyedir. اتْلُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir.
عَلَيْهِمْ car mecruru اتْلُ fiiline müteallıktır. نَبَاَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ابْنَيْ muzâfun ileyh olup müsennaya mülhak olduğu için ى ile mecrurdur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
اٰدَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. بِالْحَقِّۢ car mecruru اتْلُ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.
اِذْ zaman zarfı, نَبَاَ’ye müteallıktır. قَرَّبَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَرَّبَا mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur. قُرْبَانًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ atıf harfidir. تُقُبِّلَ meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ اَحَدِهِمَا car mecruru تُقُبِّلَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُتَقَبَّلْ meczum muzari fiildir.
مِنَ الْاٰخَرِ car mecruru يُتَقَبَّلْ fiiline müteallıktır.
تُقُبِّلَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قبل’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَ mahzuf kasemin başına gelen vakıadır. اَقْتُلَنَّكَ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
اَقْتُلَنَّكَ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
Mekulü’l-kavli, يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mensubtur. يَتَقَبَّلُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مِنَ الْمُتَّق۪ين car mecruru يَتَقَبَّلُ fiiline müteallıktır.
الْمُتَّق۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُتَّق۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye muzâf olan mazi manalı zaman zarfı نَبَاَ ,اِذْ ’ye müteallıktır. Veya isim manasında نَبَاَ ’den bedeldir.
Mazi fiil sıygasıyla gelen قَرَّبَا قُرْبَانًا cümlesi zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
قَرَّبَا fiilinin hem tef’il babında hem de mef’ûlu mutlak ile gelmesinde kurban kesmenin ve benzeri ilâhi emirlerin, farz ve nafile ibadetlerin yerine getirilmesinin kulu Allah’a yaklaştıracağına işaret vardır.
“Kurban” kelimesinin, bir cins ismi olduğu ve bir kurban ile birden fazla kurbana şamil olduğu söylenmiştir. Hem kurban lafzı, tıpkı رُجْحَان , العدوان ve كُفْرَان kelimeleri gibi bir masdardır. Masdar (mef’ûlu mutlak) ise tesniye ve cemi olarak gelmez. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Bu fiil kurban kesmek manasında kullanılmıştır, istiare vardır. Maksat; güzel göstermek, zihne yerleştirmek, müşebbehin halini beyandır.
Meçhul bina edilmiş muzari fiil cümlesi فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا, muzâfun ileyhe matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِ cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.
فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا cümlesiyle لَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِ arasında mukabele sanatı vardır.
فَتُقُبِّلَ - لَمْ يُتَقَبَّلْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
نَبَاَ - ابْنَيْ kelimeleri arasında cinâs-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَرَّبَا - قُرْبَانًا ve فَتُقُبِّلَ - يُتَقَبَّلْ - يَتَقَبَّلُ kelime grupları arasında istikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cem' ma’at-tefrik ve tamim vardır.
قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ
Müstenefe olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli لَاَقْتُلَنَّكَ cümlesi ise, mahzuf kasemin cevabıdır. لَ ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş muzari fiille gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ
Müstenefe olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli لَاَقْتُلَنَّكَ cümlesi ise اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Kasr, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Muhatabın bildiği konularda kasr اِنَّمَا ile yapılır. Ancak bunun aksi durumlarda da اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur.
Bu ayette zikredilen اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ [Allah sadece müttakilerden kabul eder.] bölümü bunu haber vermek için gelmemiştir. Kâfirleri kınamak, azarlamak için gelmiştir. Tariz olarak onlardan düşünmeleri ve ibret almaları istendiğinde bundan yüz çevirdikleri anlatılmıştır. (Âşûr)
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil Allah lafzıyla gelmesi tazim, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur.
قَالَ fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Amellerin kabul edilmesi için, takvanın bulunması şarttır. Nitekim Allah burada haklı olanın ağzından, “Allah ancak müttakilerden kabul buyurur.” demiştir. Cenab-ı Hak, bize deveyi kurban olarak kesmemizi emrederken de “Onların ne etleri ne kanları hiç bir zaman Allah’a erişmez. Fakat sizden O’na, takva ulaşır.” (Hac Suresi, 37) buyurmuş ve böylece Allaha varan şeyin sadece takva olduğunu haber vermistir.
Takva ise kalbin sıfatlarındandır. Nitekim Hz. Peygamber (sav), kalbine işaret ederek “Takva buradadır.” (Müslim, Birr, 32 (4/1986); Tirmizî, Birr, 18 (4/325) demiştir.
Takva birçok şeyi ifade eder:
1. İnsanın, yaptığı ibadetlerde kusur edeceği endişesi ve korkusuna düşerek elinden geldiği nispette kusurlardan korunması...
2. İnsanın, yaptığı taatları, Allah rızasını istemenin dışında herhangi bir maksat için yapmaktan korunması...
3. İnsanın, ibadetlerinde Allah'tan başkasının ortak olmasından ittika edip korunmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَئِنْ | andolsun eğer |
|
2 | بَسَطْتَ | sen uzatırsan |
|
3 | إِلَيَّ | bana |
|
4 | يَدَكَ | elini |
|
5 | لِتَقْتُلَنِي | beni öldürmek için |
|
6 | مَا |
|
|
7 | أَنَا | ben |
|
8 | بِبَاسِطٍ | uzatmam |
|
9 | يَدِيَ | elimi |
|
10 | إِلَيْكَ | sana |
|
11 | لِأَقْتُلَكَ | seni öldürmek için |
|
12 | إِنِّي | çünkü ben |
|
13 | أَخَافُ | korkarım |
|
14 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
15 | رَبَّ | Rabbi |
|
16 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
Riyazus Salihin, 10 Nolu Hadis
Ebû Bekre Nüfey` İbni Hâris es-Sekafî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir”.
Bunun üzerine ben:
Yine bir defasında Resul-i Ekrem: “İleride fitneler meydana gelecek; o zaman oturan ayakta olandan daha hayırlıdır ; ayakta olan yürüyenden daha hayırlıdır; yürüyen koşandan daha hayırlıdır “ buyurmuştur. Sa’d ibni Vakkas: “Ya adam evime girip beni öldürmek için elini kaldırırsa ben ne yapmalıyım?” diye sordu. Peygamber Efendimiz de (sav) ona “Âdem’in oğlu gibi ol!” buyurdu.
(Ebu Davud, Fiten 2; Tirmizi, Fiten 29; Ahmed b. Hanbel, I,185)
Yine Peygamber Efendimiz (sav) bazi degerlerin savunulmasini tavsiye ederek şöyle buyurmuştur:” Malı uğrunda öldürülen şehittir; kanı uğrunda öldürülen şehittir; dini uğrunda öldürülen şehittir “
(Ebu Davud, sunnet 29; Tirmizi, Diyat 21; Nesai, Tahrimü’d-dem 21-15)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ
لَ harfi, mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıadır. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
بَسَطْتَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيَّ car mecruru بَسَطْتَ fiiline müteallıktır. يَدَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, تَقْتُلَن۪ي fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
Gizli اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfiyle birlikte بَسَطْتَ fiiline müteallıktır. تَقْتُلَن۪ي fiilinin sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir:
1. Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,
2. Atıf olan اَوْ ’den sonra,
3. Lâm-ı cuhuddan sonra,
4. Lâm-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra,
5. Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra,
6. Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lâm-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. اَنَا۬ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harfi zaiddir. بَاسِطٍ lafzen mecrur, mahallen مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubtur.
يَدِيَ ism-i fail olan بَاسِطٍ ’in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَيْكَ car mecruru بَاسِطٍ ’e müteallıktır.
لِ harfi, اَقْتُلَكَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfiyle birlikte بَاسِطٍ ’e müteallıktır. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اَخَافُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَخَافُ merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir اَنَا ‘dir.
رَبَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْعَالَم۪ينَ lafzı رَبَّ kelimesinin muzâfun ileyhi olduğundan mecrurdur. الْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ
Ayet, istînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşaî isnaddır. لَ mahzuf kasem fiili için gelen lâm-ı muvattıa, ئِنْ şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart cümlesi olan … بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِتَقْتُلَن۪ي cümlesi, fiile dahil olan lam-ı ta’lil sebebiyle masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel cer mahallinde بَسَطْتَ fiiline müteallıktır.
مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَ cümlesi kasemin cevabıdır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
ما , cevap cümlesinin başında gelmiş ve ليس gibi amel etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. Cümle müsnede dahil olan zaid harf بِ ile tekid edilmiştir.
Şart بَسَطْتَ şeklinde fiille geldiği halde cevabı, مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ cümlesinde بَاسِطٍ şeklinde ism-i faille gelmiştir ve bu münker ameli yüklenmenin yapılmayacak bir şey olduğunu ifade etmiştir. Bunun için kelime nefyi kuvvetlendirmek üzere zaid بِ ile tekid edilmiştir.
Niçin şart fiil olarak, cevap ise ism-i fail sıygasında getirilmiştir? Bu, “And olsun ki beni öldürmek için elini bana uzatırsan ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim.” ifadesidir.
Cevap: Bu, Habil'in o kötü işi kesinlikle yapmayacağını ifade eder. İşte bundan dolayı sözünü nefyi tekid eden ba بِ harf-i ceri ile söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Cümledeki ikinci lam-ı ta’lil ve masdar-ı müevvel, بَاسِطٍ ’ne müteallıktır.
El uzatmak ‘öldürmek’ten kinayedir. Tecessüm sanatı da vardır.
بَسَطْتَ - بِبَاسِطٍ ve لِتَقْتُلَن۪ي - لِاَقْتُلَكَۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي cümlesiyle مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَدَكَ - يَدِيَ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Aynı ayette iki yerde car mecrurların farklı geldiği görülüyor. Bunun sebebi kınamadır. Çünkü kardeşine yapmak istediği şey çok büyük bir kötülüktür. Sadece öldürmek değil, kardeşini öldürmektir. Onun için buna işaret etmek üzere belki vazgeçer diye önce اِلَيَّ takdim edilmiştir. İkincide ise önemi olmadığı için tehir edilmiştir. Bu tehir aynı zamanda o kardeşin, değil kardeşini öldürmek, kendisini savunmak için bile elini uzatmayacağını ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu Kur’ân Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
اَنَا۬ - يَدِيَ lafızlarında cinası- kalb vardır.
Bu cümle, makablinin anlamını tekid eder. Bu şart cümlesinin başındaki yemin (lâm-ı kasem), el uzatmanın sorumluluğun ve zararın el uzatana ait olduğunu önceden bildirir. İfade edilmek istenen şudur:
- Vallahi, tehdit ettiğin gibi beni katle teşebbüs edersen ben sana misliyle karşılık verecek değilim. Çünkü ben gerçekten Allah’tan korkarım. (Ebüssuûd)
اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi اَخَافُ , muzari fiil cümlesi şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Lafza-i celâlin sıfatı olarak gelen رَبَّ الْعَالَم۪ينَ izafeti veciz ifade içindir. Rab ismine muzafun ileyh olan الْعَالَم۪ينَ için şan ve şeref ifade eder.
Habil’in,
- “Ben gerçekten Allah’tan korkarım / اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ” sözü, Kabil’i, en anlamlı ve kuvvetli şekilde Allah Teâlâ’nın korkusuna irşattır. Bu kelamın takdiri şöyledir: “Senin bana olan düşmanlığını önlemek (kendimi savunmak) için de olsa sana el uzatırsam, Allah Teâlâ’nın bana azap etmesinden korkarım. O halde senin halin ne olacak?” (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ’nın âlemlerin Rabbi olarak vasıflandırılması, korkma ve sakınmayı tekid içindir. (Ebüssuûd)
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓوأَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنِّي | ben |
|
2 | أُرِيدُ | isterim ki |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | تَبُوءَ | sen yüklenip |
|
5 | بِإِثْمِي | benim günahımı |
|
6 | وَإِثْمِكَ | ve kendi günahını |
|
7 | فَتَكُونَ | olasın |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | أَصْحَابِ | halkından |
|
10 | النَّارِ | ateş |
|
11 | وَذَٰلِكَ | ve budur |
|
12 | جَزَاءُ | cezası |
|
13 | الظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
باء Bu fiilin mastarı olan بَوَاءٌ sözcüğünün aslı bir yerdeki cüzlerin, parçaların birbirine eşit ve denk olması anlamına gelir. Ayrıca بَوَاءٌ kelimesi sıhriyette, evlilik sonucu oluşacak hısımlıkta ve kısasta birbirine denkliğe riayet etme, bunu gözetme anlamında kullanılır. Örneğin falan falana denktir gibi.. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
إثْم ve أثَام kişiyi sevaptan geri bırakan/ hayırdan alıkoyan fiillerin adıdır. Yavaşlık ve gecikme anlamını da içerir. آثِمٌ bir günahı yüklenen demektir. Resulullah (sav) bir hadislerinde إثْم in karşıtı olarak بِرٌّ kelimesini zikretmişlerdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 48 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓوأَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ي muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اُر۪يدُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir اَنَا’dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
تَبُٓواَ mansub muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
بِاِثْم۪ي car mecruru تَبُٓواَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِثْمِكَ atıf harfi وَ ’la اِثْم۪ي ’ye matuftur.
تَكُونَ fiili atıf harfi فَ ile تَبُٓواَ ’ye matuftur. تَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَ ‘nin ismi, müstetir olup takdiri أنت’dir.
مِنْ اَصْحَابِ car mecruru تَكُونَ’nin mahzuf haberine müteallıktır. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُر۪يدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ
وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
جَزٰٓؤُا mübtedanın haberidir. الظَّالِم۪ينَ muzâfun ileyhtir. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓوأَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ
Müstenefe cümlesi, ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan اُر۪يدُ, muzari fiil cümlesi şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi تَبُٓواَ, masdar tevilinde olup اُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü olarak mansub mahaldedir. Masdar-ı müevvel olan cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كاَنَ ’nin dahil olduğu تَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ cümlesi masdar-ı müevvele فَ ile atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كاَنَ , مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
بِاِثْم۪ي - اِثْمِكَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada idmâc vardır. (Âşûr)
اَصْحَابِ النَّارِ ifadesinde istiare vardır. Uzun müddet kalmak manasında müsteardır.
“Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz.” (İsra Suresi, 15) olduğu halde katil olan, öldürülenin günahını nasıl yüklenir?
Bu nokta birkaç şekilde izah edilmiştir: Bir hadis-i şerifte: “Söğüşen iki kişinin söyledikleri başlayana aittir, zulme uğrayanı haddi aşmadıkça.” Söğüşenlerin bütün söyledikleri başlayana aittir. Yani ilk başlayan hem aynen kendinin günahını hem de sebep olduğundan dolayı arkadaşının günahının bir aynını yüklenir. Fakat mazlum (zulme uğrayan), haddi aşıp daha ileri gitmedikçe. Şu halde biri tecavüz eder, diğeri de karşılık verir de her ikisi de öldürülürse başlayan iki cinayet diğeri de bir cinayet işlemiş olur. Beriki karşılık vermeyecek olursa bu bir cinayetten de kurtulur. Fakat katil yine iki cinayet yapmış ve iki günah yüklenmiş bulunur ki birisi mazlumu öldürmek diğeri kendini cezaya layık bulup ateşe atmak cinayetidir. Bundan başka “benim günahım” demek, muzâfın hazfi ile yani beni öldürmek günahı ve bundan önceki günahın demektir. Bu cümleden olarak “kurbanının kabul edilmemesine sebep olan günahın” demek de olabilir ki bu mana İbni Abbas, İbni Mesud, Hasan ve Katâde hazretlerinden de nakledilmiştir. (Elmalılı, Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)
Bir insan için kendisinin Allah’a isyan etmesini istemek caiz olmadığı gibi, başkasının isyanını isteme de caiz değildir. O halde böyle bir müttakinin (Allah’tan gereğince korkan) diğeri hakkında iki günah istemesi nasıl caiz olur? Buna da iki cevap vardır:
Birincisi, bu sözden asıl maksat; diğerinin günaha girmesini istemek değil, ne kendinin ne de onun günaha girmesini istemek, günahtan uzaklaştıracak bir nasihat vermektir. (Âşûr da bu görüştedir.)
İkincisi, isyan istemek caiz değilse de isyan edenin cezalandırılmasını istemek caizdir. Bu itibar ile mana: ‘’Ben günaha girmek istemem, sen ısrar edersen ben de senin Allah’tan cezanı isterim’’, demek de olabilir. Fakat birincisi daha uygundur. (Elmalılı, Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)
وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek içindir.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir.
Cümlede ذٰلِكَ ile zalimlerin cezasına işaret edilmiştir.
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
ذٰلِكَ sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir.
اَصْحَابِ النَّارِۚ ile الظَّالِم۪ينَۚ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
Ayetin son cümlesi, makablinin anlamını açıklayan bir zeyl mahiyetindedir.
Hâbil, Kābil’i şerden vazgeçirmek için öğüt ve uyarının her türlüsüne başvurdu; teşvik etti, sakındırdı ama azgınlık ve fesadın önüne geçemedi. (Ebüssuûd)فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. طَوَّعَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
لَهُ car mecruru طَوَّعَتْ fiiline müteallıktır. نَفْسُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَتْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَخ۪يهِ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اَصْبَحَ nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
اَصْبَحَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ الْخَاسِر۪ينَ car mecruru اَصْبَحَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْخَاسِر۪ينَ kelimesinin cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْخَاسِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خسر fiilinin ism-i failidir.
طَوَّعَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi طوع’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki فَقَتَلَهُ cümlesi makabline matuftur.
فَ istînâfiyyedir. فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْخَاسِر۪ينَ, nakıs fiil اَصْبَحَ ‘nın mahzuf haberine müteallıktır.
قَتْلَ - فَقَتَلَهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
طَوَّعَ fiili bir işi yapmaya gönüllü kılmak, itaat ettirmek, uysallaştırmak, evcilleştirmek demektir. Burada istiare vardır. Nefsi bunu ona sevdirdi ve makul gösterdi, o da bunu işledi demektir. (Râdî)
Müstear minh: Boyun eğdirip itaat ettirmek.
Müstear leh: Karar verip razı olmak.
Câmi’: Tereddüt etmek, mukayese etmek, ikna etmek, boyun eğmek.
Adeta nefsindeki haset ve haşyet duyguları aralarında tartışmış, zaman içinde haset galip gelmiş ve zorlanmaksızın isteyerek kardeşini öldürmeye karar vermiştir.
Âşûr da istiare-i temsiliyye vardır, der.
“Bu, ‘Kābil’in nefsi, kardeşini öldürmesini kendisine önemsiz bir iş gibi gösterdi.’ manasındadır.” Bazıları da “Buna, Kābil'in nefsi, kardeşini öldürme hususunda kendisini cesaretlendirdi.” şeklinde mana vermişlerdir. Bu hususta sözün özü şudur: İnsan kasden ve haksız yere adam öldürmenin büyük günahlardan olduğunu düşündüğünde, bu şekildeki düşünce ve inancı o insanın böylesi bir işi yapmasına mani olur. Bundan dolayı bu düşünce ve inancı, kesinlikle insanın kendisine itaat etmeyen ve karşı koyan birşey gibi olur. Ama nefis, çeşitli vesvese ve desiselerini getirdiğinde, bu fiil o insana çok önemsiz birşey gibi gelir. Böylece de nefis, şaşırtıcı vesveseleri ile o fiili yapmama hususundaki düşüncesini, kendisine itaat eder hale getirmiş gibi olur. İşte Hak Teâlâ’nın, “Nihayet nefsi, kardeşini öldürmeyi ona güzel gösterdi…” ifadesiyle kastedilen şey budur. (Fahreddin er-Râzî)
Derler ki “İstediği gibi otlamak için otlak önüne bol bol seriliverdi.” manasındaki تَطوِى kelimesi طَوَى ‘dan tef'il veznidir. Bu şekilde nefsi ona bu cinayeti bir otlak gibi önüne serilmiş pek itaat edici ve hoş bir şey gösterdi veya isyanı bir taat gibi yapılması gerekli bir şey gibi saydırdı da kardeşini öldürdü. Ve şu halde zarar edenlerden oldu. Bununla kendisine bir fayda temin etmek ihtimali olmadığı gibi dininde de dünyasında da zarar etti, hüsran (zarar) içinde kaldı. (Elmalılı)
نَفْسُهُ kelimesinde tecrîd vardır.فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَبَعَثَ | derken gönderdi |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | غُرَابًا | bir karga |
|
4 | يَبْحَثُ | eşeleyen |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْأَرْضِ | yeri |
|
7 | لِيُرِيَهُ | ona göstermek için |
|
8 | كَيْفَ | nasıl |
|
9 | يُوَارِي | gömeceğini |
|
10 | سَوْءَةَ | cesedini |
|
11 | أَخِيهِ | kardeşinin |
|
12 | قَالَ | dedi |
|
13 | يَا وَيْلَتَا | yazık bana |
|
14 | أَعَجَزْتُ | aciz miyim |
|
15 | أَنْ |
|
|
16 | أَكُونَ | ben olmaya |
|
17 | مِثْلَ | gibi |
|
18 | هَٰذَا | şu |
|
19 | الْغُرَابِ | karga |
|
20 | فَأُوَارِيَ | gömmekten |
|
21 | سَوْءَةَ | cesedini |
|
22 | أَخِي | kardeşimin |
|
23 | فَأَصْبَحَ | ve oldu |
|
24 | مِنَ | -dan |
|
25 | النَّادِمِينَ | pişman olanlar- |
|
Tefsirlerde anlatıldığına göre Kabil kardeşini öldürdükten sonra cesedi ne yapacağını bilememiş, şaşırıp kalmıştı. Bunun üzerine yüce Allah bir karga gönderdi. Karga yerde eşinerek Kabil’e kardeşinin cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini gösterdi veya ölmüş bir kargayı bu şekilde gömdü. Böylece Allah bir kargayı örnek göstererek şaşkınlık ve cehaleti sebebiyle bocalamakta olan Kabil’i uyardı. Bir başka rivayete göre yüce Allah iki karga göndermiş, bunlardan biri diğerini öldürdükten sonra gagası ve ayaklarıyla yeri eşeleyip öldürdüğü kargayı gömmüştür. Bu konuda karganın kendisinden daha yetenekli olduğunu gören Kabil karga kadar olamadığına hayıflanmış ve yaptığına pişman olmuştur.
İbn Âşûr, görünen çirkin şeylerin örtülmesini istemek kabilinden olan bu büyük sahnenin insanlığın medeniyet yolunda attığı ilk adımı temsil ettiğini, aynı zamanda taklit ve tecrübe yoluyla kazandığı ilk bilgi olduğunu kaydeder. Ona göre bu olay insanın kendisinden daha zayıf varlıklardan bilgi edindiği sahnelerin de ilkidir. Nitekim (daha sonra) insanlar güzel görünmek için de hayvanlara benzemeye çalışmışlar, renkli, güzel deri elbiseler edinmişler, çiçeklerle, kıymetli taşlarla ve renkli tüylerle süslü taçlar giymişlerdir (VI, 174). Ölmüş bir insan cesedini gömmek geride kalanların ona karşı son insanî vazifeleri olduğu gibi tabiatın ve insan sağlığının korunması bakımından da önemlidir. Zira gömülmeyen ceset kokar, çürür ve bundan insan sağlığına zararlı mikroplar ürer. İnsanoğlu bu zararlardan kendini korumak amacıyla Allah’ın kendisine vermiş olduğu düşünme, deneme ve örnek alma yeteneği ile öğrenerek medeniyetini kurmuş ve geliştirmiştir.
Kıskançlık ve benzeri nefsânî duygulara boyun eğen insan, kardeşini dahi öldürebilir; ancak bunun sonu dünyada insanı içten içe yakan vicdan azabı ve pişmanlık, âhirette ise cehennem ateşidir. Kıskançların gözleri kendi üzerlerindeki nimetlere karşı kördür; Allah’ın kendilerine lutfettiği nimetleri göremezler, başkalarının ellerindeki nimetleri görür ve onlara karşı kin güderler. Şüphesiz bu durum kötü bir hastalıktır. Bu hastalığın şifası ise İslâm’ın kurallarını yaşayarak nefsi terbiye etmek ve onu kötülükleri emreden bir nefis olmaktan çıkarıp Allah’ın kendisine lutfettiklerine razı olan bir nefis haline getirmektir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 256-257
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. بَعَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
غُرَابًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ cümlesi غُرَابًا ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. يَبْحَثُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فِي الْاَرْضِ car mecruru يَبْحَثُ fiiline müteallıktır.
لِ harfi, يُرِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfiyle birlikte يَبْحَثُ fiiline müteallıktır. يُرِيَهُ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَنْ harfi altı yerde gizli olarak gelebilir:
1. Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,
2. Atıf olan اَوْ ’den sonra,
3. Lâm-ı cuhuddan sonra,
4. Lâm-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra,
5. Vâv-ı maiyye (وَ)’ den sonra,
6. Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lâm-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَيْفَ istifham ismi, يُوَار۪ي fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur.
يُوَار۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
سَوْاَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَخ۪يهِ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfidir. وَيْلَتٰٓى münadadır. Sonundaki elif, istiğase içindir ya da mütekellim يَ’sından bedeldir.
Nidanın cevabı اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ ’dir. Hemze istifham manasındadır. عَجَزْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf عن harf-i ceriyle birlikte اَعَجَزْتُ fiiline müteallıktır. اَكُونَ mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اَكُونَ’nin ismi müstetir olup takdiri انا ’dir. مِثْلَ kelimesi اَكُونَ’nin haberi olup lafzen mansubtur. هٰذَا işaret ismi, muzâfun olarak mahallen mecrurdur.
الْغُرَابِ ism-i işaretten bedel veya onun sıfatıdır.
اُوَارِيَ fiili atıf harfi فَ ile اَكُونَ ’ye matuftur. اُوَارِيَ fiili ی üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
سَوْاَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَخ۪ي muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir.
فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ
فَ atıf harfidir. اَصْبَحَ nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
اَصْبَحَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ النَّادِم۪ينَ car mecruru اَصْبَحَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
النَّادِم۪ينَ kelimesinin cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
النَّادِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ندم fiilinin ism-i failidir.فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ
Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki …فَاَصْبَحَ cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve tazim içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
غُرَابًا için sıfat olan …يَبْحَثُ فِي cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek tecessüm ifade etmiştir. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
… لِيُرِيَهُ كَيْفَ cümlesi, fiile dahil olan lâm-ı ta’lil sebebiyle masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel cer mahallinde يَبْحَثُ fiiline müteallıktır.
İstifham ismi يُوَار۪ي , كَيْفَ fiilinin failinden haldir. Hal, ıtnâb babındandır.
İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِ cümlesi, لِيُرِيَهُ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
بَعَثَ - يَبْحَثُ kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Denildiğine göre Kābil, Hâbil'i öldürünce ne yapacağını bilemez halde onu bırakır. Daha sonra da yırtıcı hayvanlardan dolayı, Hâbil için endişeye kapılır. Derken onu, bir tulumun içinde sırtında taşır. Nihayet Hâbil'in cesedi değişmeye, bozulmaya başlar. İşte bunun üzerine Allah bir karga gönderir. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır:
a. Allah, iki karga gönderdi. Derken bu kargalar dövüşmeye başlarlar. Neticede biri diğerini öldürerek gagası ve ayaklarıyla onun için bir çukur kazdı ve karganın cesedini o çukura attı. İşte Kābil, bunu kargadan öğrendi.
b. Esamm şöyle demektedir. “Kābil, Hâbil’i öldürüp onu öylece bırakınca Allah Teâlâ ölünün (Hâbil) üzerine toprak saçan bir karga gönderdi. Katil Kābil, Allah’ın, Hâbil’e ölümünden sonra ne şekilde ikramda bulunduğunu görünce pişman oldu ve: ‘Yazıklar olsun bana!’ dedi.”
c) Ebu Müslim de şöyle demiştir: “Kargaların âdeti, eşyayı gömmektir. İşte böylece bir karga gelip bir şeyi toprağa gömdü. Kābil de bunu kargadan öğrendi.” (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan …اَعَجَزْتُ taaccüb manasında gelmiş talebî inşâ cümlesidir.
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ, masdar tevilindedir. Takdir edilen عن harfiyle birlikte عَجَزْتُ fiiline müteallıktır.. Masdar-ı müevvel olan cümleye كاَنَ dahil olmuştur ve faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nida üslubunda gelen cümle pişmanlıkla kendine beddua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayetin mazi fiil ile başlayıp, muzari fiillerle devam etmesinde olayı zihinde canlandırmak kastı vardır.
اُوَارِيَ - يُوَار۪ي kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, غُرَابِ - سَوْاَةَ - اَخ۪ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الْغُرَابِ kelimesindeki elif-lam ahdi sarihidir.
سَوْاَةَ kelimesi ساء fiilinden müştaktır. Kötü bir şey veya kötü bir şey yapmak manasındadır.
سَوْاَةَ اَخ۪يۚ tabirinin manası, “Kardeşinin avretini…” demektir. “Avret” kelimesi de kişinin bedeninde, açılması caiz olmayan kısım demektir. O halde bu kelime, “çirkinliğinden dolayı insanı utandıran ayıp yerler, kusurlar” manasına gelir. Bu ifadenin, “kardeşinin leşi” anlamına geldiği de söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Âşûr, ‘ortada görünmesi çirkin bir hal alan ceset’ manası vermiştir.
فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ cümlesi masdar-ı müevvele matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِ cümlesiyle فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ ayetinde Kābil’in sorusunda karma bir durum söz konusudur. Kābil, burada çaresizliği hakkında soru sormayı amaçlamamış, fakat kendi kendisine bunu kabullenemediğini (inkâr), aynı zamanda kendisinin buna üzdüğünü (tahassür) ve şaşırdığını (taaccüb) kastetmiştir. (Mustafa Kayapınar, Belâğatta Talebî İnşâ)
فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ
فَ istînâfiyyedir. فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ النَّادِم۪ينَۚ, nakıs fiil اَصْبَحَ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
لنَّادِم۪ينَۚۛ kelimesi, lüzum, devamlılık için vaz edilmiştir. Meclise devam eden kimseye “nedîm” denilmesi bundandır; çünkü o, meclisten ayrılmaz.
Hz. Peygamber (sav), “Nedamet, tövbedir.” (İbni Mâce, Zühd, 30 (2/1420)) buyurmuştur. Binaenaleyh Kābil pişman olduğuna göre o, tövbe edenlerden olmuş demektir. O halde daha nasıl onun tövbesi kabul olunmaz?
Alimlerimiz bu soruya şu şekilde cevap vermişlerdir:
a.Kābil, Hâbil’i nasıl defnedeceğini kargadan öğrenince o, Hâbil’i bir sene sırtında taşıdığına pişman oldu.
b. O, kardeşini öldürdüğü için pişman oldu, çünkü o, onu öldürmekle bir şey elde edemedi, üstelik bu yüzden ebeveyni ve kardeşleri ona kızdılar, gazap ettiler. Böylece onun nedameti, öldürmenin bir günah olduğuna inandığı için değil, işte bu sebeplerden dolayı olmuştur.
c. O, Hâbil'i öldürdükten sonra ona hakaret olsun diye çölde bıraktığına pişman olmuştu. Zira karganın diğer kargayı öldürüp sonra da onu gömdüğünü görünce kalbinin bu denli katı olmasına pişman olmuş ve: “Bu benim kardeşim ve diğer taraftan aynı batından ikizimdir. Onun eti benim etime, kanı da kanıma karışmıştır. Karga kargaya şefkat etti ama benden kardeşime karşı bir şefkat zuhur etmedi. Merhamet ve güzel huylar bakımından, ben kargadan daha aşağıyım!” demiştir.
Böylece onun nedameti Allah’tan korktuğu için değil, işte bu sebeplerden dolayı pişman olmuş; bundan dolayı bu pişmanlık kendisine fayda vermemiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Hayat, uzun ya da kısa farketmez, bir yol gibidir. Attığın adımlar ve aldığın kararlar, ardında iz bırakır. Karşına çıkan seçeneklerin arasından doğrusunu seçmek; bazen kolaydır, bazen ise zordur. Seçimi daha da zorlaştıran, insanın kendi nefsidir. Çünkü o, hakkını, kendi işine yarayacağına inandığı seçenekten yana kullanmak ister. Nefsiyle kalbi arasında sıkışan insanın yükünü, belki kendisine bazı soruları sormak hafifletir. Bunlardan biri: Yeryüzünde ve göklerde nasıl anılmak istiyorum? İnsan, nasıl hatırlanmayı istiyorsa, öyle yaşamalı. Ahirette, nasıl karşılanmayı diliyorsa, öyle hazırlanmalı. Son nefesini, nasıl vermeyi umuyorsa, öyle ilerlemeli.
Nefsiyle kalbinin arasında bocalayan kişi, Hz. Adem (as)’ın oğullarını hatırlamalı: Nefsinin halinin içinde, karanlıkta kaybolanı ve hakikati hatırlatan kalbinde, aydınlığa kavuşanı. Belki, hayat zor. Belki her seferinde, nefsine karşı gelmek sıkıcı. Belki bazen, doğruyu seçmenin bedeli, dünya hevesleri içinde oldukça ağır. Şüphesiz, ahiretteki yükü hafifletmeye bakmalı. Kısacası, belki imtihan dünyasında uygulaması meşakkatli ama aslında soru da basit, cevabı da basit: Habil olmak mı? Yoksa Kabil olmak mı?
Allahım! Beni bir an olsun, nefsimle başbaşa bırakma. Kalbimdeki hakkı hatırlatan sesleri duymayacak bir hale dönüşmeme izin verme. Nefsimin şaşırtmalı hallerinden ve tükenmeyen isteklerinden, Sana sığınırım ve Senden yardımını isterim. Hakk için susanlardan, Hakk için nefsini susturanlardan, Hakk için yaşayanlardan, Hakk’a sığınanlardan ve O’nun katında -dünyasını da, ahiretini de- kazananlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji