Mâide Sûresi 47. Ayet

وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  ...

İncil ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلْيَحْكُمْ hükmetsinler ح ك م
2 أَهْلُ sahipleri ا ه ل
3 الْإِنْجِيلِ İncil
4 بِمَا ile
5 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
6 اللَّهُ Allah’ın
7 فِيهِ onda
8 وَمَنْ ve kim
9 لَمْ
10 يَحْكُمْ hükmetmezse ح ك م
11 بِمَا ile
12 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
13 اللَّهُ Allah’ın
14 فَأُولَٰئِكَ işte
15 هُمُ onlar
16 الْفَاسِقُونَ fasıklardır ف س ق
 

Semavî kitaplar genel itikadî esaslarda aynı olmakla birlikte şeriatlarında değişiklikler olmuş ve sonra gelen öncekinin bazı hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır. 46 ve 47. âyetlerden anlaşıldığına göre Hz. Îsâ genel ilkelerde önceki peygamberlerin izine tâbi olmakla beraber bağımsız bir şeriata sahiptir. Kur’an gelinceye kadar hıristiyanlar İncil’le mutlak olarak, Tevrat’la da İncil’in tasdik ettiği çerçevede amel etmek ve bu çerçevede verilen hükümleri kayıtsız şartsız kabullenmek mecburiyetindedirler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmedikleri takdirde itikadî durumlarına göre kâfirler, zalimler veya fâsıklar zümresine dahil olurlar; yani Allah’ın hükmüne iman etmekle beraber onunla amel etmeyen kimse isyankâr fâsık olur; Allah’ın hükmüne inanmadığı veya onu küçümsediği için onunla amel etmeyen kimse ise kâfir ve fâsık olur (Elmalılı, III, 1695). Ancak Kur’an geldikten sonra müminler onunla amel etmekle yükümlüdürler. Çünkü “… aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet…” buyurulmaktadır ve Kur’an en son ve en mükemmel kitaptır, kendinden önceki kitapların büyük bir bölümünü yürürlükten kaldırmıştır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 285

 

وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ

 

وَ  istînâfiyye,  لۡ  emir lâmıdır.  يَحْكُمْ  meczum muzari fiildir.  اَهْلُ  faildir.  الْاِنْج۪يلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَحْكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası   اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.


وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ يَحْكُمْ  fiili  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَحْكُمْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَحْكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْفَاسِقُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَاسِقُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْفَاسِقُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْفَاسِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ, faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi emre itaati sağlamak içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ  izafeti veciz ifade yanında, muzâfın şanı içindir.


وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ  mübteda, 

 لَمْ يَحْكُمْ  şart cümlesidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ, faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi emre itaati sağlamak içindir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ, fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

İsim cümlesindeki ism-i fail  الْكَافِرُونَ, istimrara delalet eder. 

Cevap cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tahkir ve işin sonunda varılacak noktayı ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır ve mübteda olan  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

44 ve 47. ayetlerin fasılasıyla bu cümle hemen hemen aynı gelmiştir. Önceki ayetlerdeki  الْكَافِرُونَ ,الظَّالِمُونَ  kelimeleri yerine bu ayette  الْفَاسِقُونَ  gelmiştir. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَمْ يَحْكُمْ - لْيَحْكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Ayetteki mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ  ibaresi ayette tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْفَاسِقُونَ kelimesi ile murad edilen, kâfirlerdir. Fısk, inançsızlık için kullanılır. Yani mana ilk ayette olduğu gibidir. İster inkâr etsinler ister etmesinler kastedilen, onların şeriatlarının hükümlerinden çıkmaları olabilir. Ama onlar şeriatlarına karşı çıkıyorlardı, bu yüzden kitaplarının hükümlerini küçümseme bakımından Hristiyanların zemleri Yahudilerin zemlerinden daha zayıftır. (Âşûr)

Kim, Allah Teâlâ’nın indirdiği hükümleri tahkir ve inkâr ile onlarla hükmetmekten kaçınırsa işte onlar, imandan çıkanların ta kendileridir.

Bu cümle, geçen cümlenin içeriğini açıklayan ve emre uymanın zorunlu olduğunu vurgulayan bir zeyl mahiyetindedir. Bu kelam, şuna delalet eder:

İncil, az veya çok bazı hükümleri içermekteydi. İsa’nın müstakil bir şeriati vardı ve o hükümlerle amel etmeye memurdu; yalnız Tevrat hükümlerini uygulamaya memur değildi. (Ebüssuûd)

Hakk Teâlâ, وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ [Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.]  buyurmuştur. Müfessirler ihtilaf etmiş ve bazıları, bu üç (ayetin sonunda gelen) üç sıfatı yani “Onlar kâfirlerdir, zalimlerdir, fasıklardır.” şeklindeki sıfatları, tek bir mevsûfun sıfatı kabul etmişlerdir. Kaffal şöyle demiştir: “Bu üç lafzın her birinin ifade ettiği manalar arasında birbirine zıtlık yoktur, aksine bu tıpkı [Kim Allah’a itaat ederse mümindir. Kim Allah’a itaat ederse ebrârdan (iyi kimselerdendir), kim Allah’a itaat ederse müttakidir] denilmesi gibidir. Çünkü bu farklı sıfatların hepsi aynı mevsûfa (varlığa) aittir.

Diğer müfessirler de şöyle demişlerdir: “Bu sıfatlardan birincisi inkâr edenler, ikinci ile üçüncü sıfat ise ikrar ve iman ettiği halde imanının gereğini yapmayan kimseleri ifade eder.” Esâmm; birinci ve ikinci sıfatların Yahudiler, üçüncüsünün ise Hristiyanlar hakkında olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)