2 Ağustos 2024
Mâide Sûresi 46-50 (115. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mâide Sûresi 46. Ayet

وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ  ...


O peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona, içerisinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı doğrulayan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَفَّيْنَا ve gönderdik ق ف و
2 عَلَىٰ üzerine
3 اثَارِهِمْ onların ardından ا ث ر
4 بِعِيسَى Îsa’yı
5 ابْنِ oğlu ب ن ي
6 مَرْيَمَ Meryem
7 مُصَدِّقًا doğrulayıcı olarak ص د ق
8 لِمَا olan
9 بَيْنَ ب ي ن
10 يَدَيْهِ ellerinde ي د ي
11 مِنَ
12 التَّوْرَاةِ Tevrat’ı
13 وَاتَيْنَاهُ ve ona verdik ا ت ي
14 الْإِنْجِيلَ İncil’i
15 فِيهِ içinde bulunan
16 هُدًى yol gösterme ه د ي
17 وَنُورٌ ve nur ن و ر
18 وَمُصَدِّقًا ve doğrulayan ص د ق
19 لِمَا olan
20 بَيْنَ ب ي ن
21 يَدَيْهِ ellerinde ي د ي
22 مِنَ
23 التَّوْرَاةِ Tevrat’ı
24 وَهُدًى ve yol gösterici ه د ي
25 وَمَوْعِظَةً ve öğüt و ع ظ
26 لِلْمُتَّقِينَ korunanlar için و ق ي

Her peygamber kendisinden önce gelmiş olan peygamberleri ve kitaplarını tasdik ettiği gibi Hz. Îsâ da genelde kendisinden önce gelen bütün peygamberleri ve getirdikleri kitapları, özel olarak da Hz. Mûsâ’yı ve ona gönderilmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak gelmiştir. 

Bu durum tefsiri yapılan âyette bildirildiği gibi İncil’de de bildirilmiştir (Matta, 5/17-18). Kur’ân-ı Kerîm de kendisinden önce gelmiş olan bütün peygamberleri ve kitapları tasdik edici olarak gelmiş (bk. Bakara 2/97; Âl-i İmrân 3/3; Mâide 5/48) ve Hz. Peygamber’e İbrâhim’in dinine tâbi olması emredilmiştir (Nahl 16/123). Şüphesiz ki Allah katında din İslâm’dır (Âli İmrân 3/19); bu sebeple bütün peygamberler İslâm dini üzere gelmiş olup kitapların değişmesiyle dinin esasları değişmemiştir. 

Değişiklik ancak şeriatlarında yani dinin pratiğe yönelik alanlarında olmuştur. Peygamberlerin ve kitapların kendilerinden öncekilerini tasdik etmeleri dinin ana ilkelerini tasdik etmeleri anlamına gelir. Bununla birlikte yeni detayların, yeni şeriatın gelmesiyle önceki şeriatın bazı fürû hükümlerinin kaldırıldığı da peygamberler ve kitaplar tarafından ifade edilmiştir. 

Önceki âyetlerde Tevrat’ın bir ışık ve bir hidayet kaynağı olduğu bildirilmişti. Burada da İncil’de bir nur, bir hidayet, takvâ sahipleri için bir öğüt bulunduğu ifade buyurulmuştur. Ayrıca hem Hz. Îsâ’nın hem de İncil’in Tevrat’ı tasdik edici olduğu belirtilmektedir. Hz. Îsâ’nın Tevrat’ı tasdikinden maksat ona iman etmesi, emir ve yasaklarını yaşaması ve yaşatmaya çalışmasıdır. İncil’in Tevrat’ı tasdiki ise onun tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet gibi ana ilkeleriyle neshedilmemiş birçok hükmünü içermesi demektir. Ancak Allah’ın gönderdiği bir peygamberin Tevrat’ta yapılmış olan tahrif ve katmaları tasdik etmesi söz konusu değildir. Bu sebeple “Tevrat’ı tasdik edici olarak” diye tercüme edilen kısmı “Tevrat’ın bir kısmını tasdik edici olarak” şeklinde tercüme edenler de olmuştur.

 Bize göre tasdik edilen, Allah’ın vahyettiği kitaplar, Tevrat ve İncil’in asıllarıdır. İncil’in hidayet kaynağı olmasından maksat, “onun Allah’ın birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu, –hıristiyanların iddiasının aksine– çocuğu, eşi ve benzeri bulunmadığını gösteren delilleri içermesi, peygamberlik ve âhiretle ilgili bilgileri kapsaması”dır. İncil, Hz. Muhammed’in geleceği müjdesini de içerdiği için âyette hidayete erdiricilik vasfı iki defa zikredilmiştir. Şeriatın hüküm ve mükellefiyetlerini açıkladığından dolayı “Onda nur bulunduğu”, içinde insanlar için çokça öğüt ve nasihat yer aldığından dolayı da “Onda takvâ sahipleri için öğüt bulunduğu” belirtilmiştir (Râzî, XII, 9).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 284-285

Sözlükte قفو kelimesi boynun arka tarafı, ense demektir, dolayısıyla iyi bilinmek manasına gelir. Ona yakın anlamda kullanılan إقْتَفَى ve قَفَوْتُ أثَرَهُ ifadeleri bir kimsenin ensesinde olup onun izini adım adım takip etmek demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kafa ve kafiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَفَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ  car mecruru  قَفَّيْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِع۪يسَى  car mecruru  قَفَّيْنَا  müteallıktır.  ابْنُ  ise  ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir.  مَرْيَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

مُصَدِّقًا  kelimesi  ع۪يسَى ‘nın hali olup fetha ile mansubtur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مُصَدِّقًا ’a müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. Îrabtan mahalli yoktur.

Mekân zarfı  بَيْنَ  ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

مِنَ التَّوْرٰيةِ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.

 

وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اٰتَيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْاِنْج۪يلَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  ف۪يهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  هُدًى  muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

نُورٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

مُصَدِّقًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  هُدًى ’e matuftur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مُصَدِّقًا ’a müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. Îrabtan mahalli yoktur.

Mekân zarfı  بَيْنَ  ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

مِنَ التَّوْرٰيةِ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.

هُدًى  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُصَدِّقًا ’a matuftur.  مَوْعِظَةً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُصَدِّقًا ’a matuftur.

لِلْمُتَّق۪ينَ  car mecruru  هُدًى  veya  مَوْعِظَةٌ  kelimesine müteallıktır.

اَلْمُتَّق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir. İftial babının fael fiili  و , ي , ث  harflerinden biri olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِع۪يسَى ,مُصَدِّقًا ’dan haldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Müşterek ism-i mevsul  مَا, zaid  لِ  harfi nedeniyle lafzen mecrur mahallen mansubtur. Mevsûlün sılası mahzuftur. Mekân zarfı  بَيْنَ  mahzuf sılaya müteallıktır.

Sıla cümlesinin hazf-i îcâz-ı hazif sanatıdır.

İsa peygamberin annesinin adıyla anılması, annesine ve İsa’ya atılan iftirayı aklayan ve Hz Meryem’i yücelten bir idmâcdır. Kur’an’da geçen tek kadın ismidir.

قَفَّيْ, “destekledi” demektir. Mana olarak “kafanın arka kısmı” demektir. Sırt kelimesi gibi destekleme manasında kullanılır.

لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ  zarftır. “Önü” anlamında bir kinayedir. Kişi nereye dönerse orası önü olur.

Bir kimseyi izlediğim zaman söylemiş olduğum  عقبته  ifadesi gibi, denir. Sonra bu kelimeler  عقبته بفلان وقفيته به (Onu, falancanın peşine getirdim, peşinden gönderdim.) şeklinde de kullanılır. Binaenaleyh bu fiiller,  ب  harf-i ceri ile ikinci mef'ûlü de alırlar. Buna göre eğer, “Öyle ise ayette, birinci mef'ûl nerede?” denir ise biz deriz ki: O mahzûftur. Ayetteki “izlerince” ifadesi, sanki hazfedilen mef’ûlün yerine geçmiştir. Çünkü birisi, birisini birisinin peşinden gönderdiğinde denilir.  اٰثَارِهِمْ ifadesindeki  هِمْ  zamiri, “Kendisini (Allah’a) teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri” (Maide Suresi, 44) ifadesindeki “peygamberleri” ismine râcidir. (Fahreddin er-Râzî)

آثارِهِمْ’deki zamir rahipler, hahamlar ve peygamberlere aittir. İsa, annesi Meryem’e kefil olan ve Yahya’nın babası olan Zekeriya’nın ardından gönderildi. (Âşûr)


وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ

 

Makabline matuf olan cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan müekked hal cümlesidir. 

Cümlenin وَ ’sız gelmesi, bu özelliğin hal sahibi olan  الْاِنْج۪يلَ ’de sabit kalıcı olduğunun işaretidir.

مُصَدِّقًا  kelimesi hal cümlesine matuftur. Hal dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, zaid  لِ  harfi nedeniyle lafzen mecrur mahallen mansubtur. Fiil gibi amel eden ism-i fail için mef’ûl konumundadır.

Mevsûlün sılası mahzuftur. Mekân  zarfı  بَيْنَ, mahzuf sılaya müteallıktır.

Sıla cümlesinin hazf-i îcâz-ı hazif sanatıdır.

مُصَدِّقًا ,هُدًى وَمَوْعِظَةً’ne matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

İncil, hidayet ve nura benzetilmiştir. Teşbih-i beliğ vardır.

هُدًى - نُورٌۙ- الْاِنْج۪يلَ - التَّوْرٰيةِۖ - مَوْعِظَةً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ  ibaresi ve  هُدًى  tekrar edilmiştir. Reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Cenab-ı Hakk bu ayette, [kendinden önceki Tevrat’ın bir tasdik edici olarak] ifadesini niçin tekrar etmiştir?

Cevap: Aslında bunda bir tekrar yoktur. Çünkü birincisinde “Hazreti İsa Tevrat’ı tasdik edici olarak”, ikincisinde ise “İncil, Tevrat’ı tasdik edici olarak” demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Mâide Sûresi 47. Ayet

وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  ...


İncil ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلْيَحْكُمْ hükmetsinler ح ك م
2 أَهْلُ sahipleri ا ه ل
3 الْإِنْجِيلِ İncil
4 بِمَا ile
5 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
6 اللَّهُ Allah’ın
7 فِيهِ onda
8 وَمَنْ ve kim
9 لَمْ
10 يَحْكُمْ hükmetmezse ح ك م
11 بِمَا ile
12 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
13 اللَّهُ Allah’ın
14 فَأُولَٰئِكَ işte
15 هُمُ onlar
16 الْفَاسِقُونَ fasıklardır ف س ق

Semavî kitaplar genel itikadî esaslarda aynı olmakla birlikte şeriatlarında değişiklikler olmuş ve sonra gelen öncekinin bazı hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır. 46 ve 47. âyetlerden anlaşıldığına göre Hz. Îsâ genel ilkelerde önceki peygamberlerin izine tâbi olmakla beraber bağımsız bir şeriata sahiptir. Kur’an gelinceye kadar hıristiyanlar İncil’le mutlak olarak, Tevrat’la da İncil’in tasdik ettiği çerçevede amel etmek ve bu çerçevede verilen hükümleri kayıtsız şartsız kabullenmek mecburiyetindedirler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmedikleri takdirde itikadî durumlarına göre kâfirler, zalimler veya fâsıklar zümresine dahil olurlar; yani Allah’ın hükmüne iman etmekle beraber onunla amel etmeyen kimse isyankâr fâsık olur; Allah’ın hükmüne inanmadığı veya onu küçümsediği için onunla amel etmeyen kimse ise kâfir ve fâsık olur (Elmalılı, III, 1695). Ancak Kur’an geldikten sonra müminler onunla amel etmekle yükümlüdürler. Çünkü “… aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet…” buyurulmaktadır ve Kur’an en son ve en mükemmel kitaptır, kendinden önceki kitapların büyük bir bölümünü yürürlükten kaldırmıştır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 285

وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ

 

وَ  istînâfiyye,  لۡ  emir lâmıdır.  يَحْكُمْ  meczum muzari fiildir.  اَهْلُ  faildir.  الْاِنْج۪يلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَحْكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası   اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.


وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ يَحْكُمْ  fiili  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَحْكُمْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَحْكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْفَاسِقُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَاسِقُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْفَاسِقُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْفَاسِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ, faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi emre itaati sağlamak içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ  izafeti veciz ifade yanında, muzâfın şanı içindir.


وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ  mübteda, 

 لَمْ يَحْكُمْ  şart cümlesidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ, faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi emre itaati sağlamak içindir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ, fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

İsim cümlesindeki ism-i fail  الْكَافِرُونَ, istimrara delalet eder. 

Cevap cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tahkir ve işin sonunda varılacak noktayı ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır ve mübteda olan  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

44 ve 47. ayetlerin fasılasıyla bu cümle hemen hemen aynı gelmiştir. Önceki ayetlerdeki  الْكَافِرُونَ ,الظَّالِمُونَ  kelimeleri yerine bu ayette  الْفَاسِقُونَ  gelmiştir. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَمْ يَحْكُمْ - لْيَحْكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Ayetteki mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ  ibaresi ayette tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْفَاسِقُونَ kelimesi ile murad edilen, kâfirlerdir. Fısk, inançsızlık için kullanılır. Yani mana ilk ayette olduğu gibidir. İster inkâr etsinler ister etmesinler kastedilen, onların şeriatlarının hükümlerinden çıkmaları olabilir. Ama onlar şeriatlarına karşı çıkıyorlardı, bu yüzden kitaplarının hükümlerini küçümseme bakımından Hristiyanların zemleri Yahudilerin zemlerinden daha zayıftır. (Âşûr)

Kim, Allah Teâlâ’nın indirdiği hükümleri tahkir ve inkâr ile onlarla hükmetmekten kaçınırsa işte onlar, imandan çıkanların ta kendileridir.

Bu cümle, geçen cümlenin içeriğini açıklayan ve emre uymanın zorunlu olduğunu vurgulayan bir zeyl mahiyetindedir. Bu kelam, şuna delalet eder:

İncil, az veya çok bazı hükümleri içermekteydi. İsa’nın müstakil bir şeriati vardı ve o hükümlerle amel etmeye memurdu; yalnız Tevrat hükümlerini uygulamaya memur değildi. (Ebüssuûd)

Hakk Teâlâ, وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ [Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.]  buyurmuştur. Müfessirler ihtilaf etmiş ve bazıları, bu üç (ayetin sonunda gelen) üç sıfatı yani “Onlar kâfirlerdir, zalimlerdir, fasıklardır.” şeklindeki sıfatları, tek bir mevsûfun sıfatı kabul etmişlerdir. Kaffal şöyle demiştir: “Bu üç lafzın her birinin ifade ettiği manalar arasında birbirine zıtlık yoktur, aksine bu tıpkı [Kim Allah’a itaat ederse mümindir. Kim Allah’a itaat ederse ebrârdan (iyi kimselerdendir), kim Allah’a itaat ederse müttakidir] denilmesi gibidir. Çünkü bu farklı sıfatların hepsi aynı mevsûfa (varlığa) aittir.

Diğer müfessirler de şöyle demişlerdir: “Bu sıfatlardan birincisi inkâr edenler, ikinci ile üçüncü sıfat ise ikrar ve iman ettiği halde imanının gereğini yapmayan kimseleri ifade eder.” Esâmm; birinci ve ikinci sıfatların Yahudiler, üçüncüsünün ise Hristiyanlar hakkında olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Mâide Sûresi 48. Ayet

وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ  ...


(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
2 إِلَيْكَ sana
3 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
4 بِالْحَقِّ gerçekle ح ق ق
5 مُصَدِّقًا doğrulayıcı ص د ق
6 لِمَا bulunan
7 بَيْنَ ب ي ن
8 يَدَيْهِ ellerinde ي د ي
9 مِنَ
10 الْكِتَابِ Kitabı ك ت ب
11 وَمُهَيْمِنًا ve kollayıp koruyucu olarak ه م ن
12 عَلَيْهِ onu
13 فَاحْكُمْ artık hükmet ح ك م
14 بَيْنَهُمْ onların aralarında ب ي ن
15 بِمَا ile
16 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
17 اللَّهُ Allah’ın
18 وَلَا
19 تَتَّبِعْ ve uyma ت ب ع
20 أَهْوَاءَهُمْ onların keyiflerine ه و ي
21 عَمَّا
22 جَاءَكَ sana gelen ج ي ا
23 مِنَ
24 الْحَقِّ gerçek(ten ayrılıp) ح ق ق
25 لِكُلٍّ her biriniz için ك ل ل
26 جَعَلْنَا belirledik ج ع ل
27 مِنْكُمْ sizden
28 شِرْعَةً bir şeri’at ش ر ع
29 وَمِنْهَاجًا ve bir yol ن ه ج
30 وَلَوْ ve eğer
31 شَاءَ isteseydi ش ي ا
32 اللَّهُ Allah
33 لَجَعَلَكُمْ hepinizi yapardı ج ع ل
34 أُمَّةً ümmet ا م م
35 وَاحِدَةً bir tek و ح د
36 وَلَٰكِنْ fakat
37 لِيَبْلُوَكُمْ sizi sınamak istedi ب ل و
38 فِي
39 مَا ile
40 اتَاكُمْ size verdiği ا ت ي
41 فَاسْتَبِقُوا öyleyse koşun س ب ق
42 الْخَيْرَاتِ hayır işlerine خ ي ر
43 إِلَى
44 اللَّهِ Allah’adır
45 مَرْجِعُكُمْ dönüşü ر ج ع
46 جَمِيعًا hepinizin ج م ع
47 فَيُنَبِّئُكُمْ O size haber verecektir ن ب ا
48 بِمَا şeyleri
49 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
50 فِيهِ onda
51 تَخْتَلِفُونَ ayrılığa düşmüş خ ل ف

Nehece نهج : نَهْجٌ apaçık yol demektir. نَهَجَ Ve أنْهَجَ fiilleri iş/mesele açık ve belli hale geldi anlamındadır. Son olarak مَنْهَجٌ ve مِنْهاجٌ kelimeleri program ve rota manasında kullanılır. (Müfredat)  Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekli menhecdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَنْزَلْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلْنَٓا  fiiline müteallıktır.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بِالْحَقِّ  car mecruru  الْكِتَابَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مُصَدِّقًا ’a müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. Îrabtan mahalli yoktur.

Mekân zarfı  بَيْنَ  ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

مِنَ الْكِتَابِ  car mecruru  مَا’nın mahzuf haline müteallıktır.

مُهَيْمِنًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُصَدِّقًا ’a matuftur.  عَلَيْهِ  car mecruru  مُهَيْمِنًا ’e müteallıktır.

مُصَدِّقًا - مُهَيْمِنًا kelimeleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  احْكُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

بَيْنَ  mekân zarfı,  احْكُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle birlikte  احْكُمْ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّبِعْ  meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

اَهْوَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  عن  harf-i ceriyle birlikte  تَتَّبِعْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri,  منحرفا عمّا جاءك (Sana gelen şeyden saparak, ayrılarak) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

جَٓاءَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنَ الْحَقّ  car mecruru  جَٓاءَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

تَتَّبِعْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  تبع ’dir. İftial  babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 


  لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ

 

لِكُلٍّ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْكُمْ  car mecruru  كُلٍّ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri,  لكلّ نبيّ منكم (Sizden her bir nebi için) şeklindedir.  شِرْعَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مِنْهَاجًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  شِرْعَةً ’e matuftur. 


وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوۡ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شَٓاءَ  şart fiilidir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  جَعَلَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اُمَّةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  وَاحِدَةً  kelimesi  اُمَّةً ’in sıfatıdır.

لَوْ شَٓاءَ ’nin mef'ûlu mahzûftur, لَوْ’in cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Mananın şöyle olduğu da söylenmiştir: Allah hepinizin İslam üzerinde birleşmenizi isteseydi sizi ona zorlardı. (Beyzâvî)


 وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ

 

وَ  atıf,  لٰكِنْ  istidrak harfidir.  لِ  harfi,  يَبْلُوَكُمْ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, فرّقكم (Sizi ayırdı) şeklindedir.  يَبْلُوَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  يَبْلُوَكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتٰيكُمْ mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كنتم في موضع الاختبار فاستبقوا (Eğer deneme yapacak konumdaysanız bu konuda yarışın) şeklindedir.

اسْتَبِقُوا  fiili  نَ ‘nun hazfiyla mebni emir fiildir.  الْخَيْرَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir.

اسْتَبِقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  سبق’dir. İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 

 

 اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ

 

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَرْجِعُكُمْ  muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَم۪يعًا  kelimesi  مَرْجِعُكُمْ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  يُنَبِّئُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  يُنَبِّئُكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

 كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

 ف۪يهِ  car mecruru  تَخْتَلِفُونَ  fiiline müteallıktır.  تَخْتَلِفُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.

تَخْتَلِفُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلفdır. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِناً عَلَيْهِ 

 

Ayet  وَ ’la, 44. ayetteki  أنزلنا التوراة ’ye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْزَلْنَٓا ,بِالْحَقِّ ’nın failinden veya  اِلَيْكَ ’deki muhatap zamirinden veya  الْكِتَابَ ’den mahzuf hale müteallıktır.

Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Âşûr Mümtehine/6 ,Vakafat 107)

الْكِتَابَ, Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.

Farklı iki kitabı temsil eden  الْكِتَابَ  kelimeleri arasında tam cinas, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Birinci  الْكِتَابَdeki el takısı malumluk ifade eder çünkü onunla Kur’an kastedilmiştir. İkincide kelimede ise el takısı cins içindir, çünkü onunla da indirilen kitapların cinsi murad edilmiştir. Şöyle demek de caizdir: Lâm-ı tarif malumluk ifade eder, çünkü الْكِتَابَ denilirken mutlak anlamda kendisine kitap denilen her şey kastedilmemiş, aksine onlar içinden belli bir kitap nev’i murad edilmiştir. O da semadan indirilmiş - Kur’an dışındaki- kitaplardır. (Keşşâf)

Birinci  الْكِتَابَ’deki el takısı ahd için ikinci الْكِتَابَ’deki  el takısı cins içindir. (Âşûr)

الْكِتَابَ ,مُصَدِّقًا ’den haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, zaid  لِ  harfi nedeniyle lafzen mecrur mahallen mansubtur. İsm-i fail olan  مُصَدِّقًا  için mef’ûldür. Mevsûlün sılası mahzuftur. Mekân  zarfı  بَيْنَ  mahzuf sılaya müteallıktır. Sıla cümlesinin hazf-i îcâz-ı hazif sanatıdır.

مُهَيْمِنًا  tezâyüf sebebiyle  مُصَدِّقًا ’a matuftur.

الْحَقِّ - مُصَدِّقًا - مُهَيْمِنًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِالْحَقِّ [Hak olarak] vasfı, Kitabı tekid eder. Yani “Resulüm, Sana indirdiğimiz kitap, hak ve doğrudur.” anlamını vurgular. (Ebüssuûd)

لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ  [önündeki] daha önceki kitaptan maksat, bütün eski semavî kitaplardır. Bu beyan cins itibarıyla hepsine şamildir. Kur’an-ı Kerim, bütün eski semavî kitapların murakıbı olup onları tebdil ve tağyirden korur. Çünkü Kur’an, o eski kitapların, sıhhat ve sebatına şahadet; şer’i usûl ve devamlı olan fer’i hükümlerini tebyin; mensûh hükümlerini tayin ve tespit; o hükümlerin, o kitaplardan kaynaklanan meşruiyetinin sona erdiğini ve onlarla amel zamanının geçtiğini izhar eder. (Ebüssuûd)


  فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ 

 

فَ, takdiri  إن سئلت  [eğer sorarlarsa] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ, faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi emre itaati sağlamak içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Cevap cümlesine matuf olan …لَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Mecrur mahaldeki ikinci ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقّۜ, faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

لَا تَتَّبِعْ  fiili,  ولا تنحرف  anlamı yüklendiği için  عن  harf-i ceri ile geçişli kılınmıştır. (Keşşâf)

تَتَّبِعْ  fiilinin  عن  harfiyle geçişli kılınması tazmin sanatıdır.

Hak kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقّ  ibaresinda istiare vardır. Hak yani vahiy canlı bir varlığa benzetilmiştir.

Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak ve hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

تَتَّبِعْ  ifadesi ile “Haktan sapma!” manası kastedilmiştir. Bundan dolayı fiil, عن harf-i ceri ile kullanılmıştır. Sanki “Onların hevalarına uyarak Sana gelen haktan sapma!” denilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)


لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاًۜ 


Müstenefe olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لِكُلٍّ  amili olan  جَعَلْنَا  fiiline önemine binaen takdim edilmiştir. 

جَعَلْنَا  fiilinin iki mef’ûlu olan  شِرْعَةً  ve  مِنْهَاجً  kelimelerindeki tenvin, tazim ifade eder. Atıf temâsül nedeniyledir.

شِرْعَةً  kelimesinde istiare vardır. Çünkü şeriatın sözlükteki anlamı, “su kaynağına ulaştıran yol”dur. Dinler, sevap kazanılacak yerler ve kulları menfaatlerine ulaştıran yollar olduğundan şeriatlar diye isimlendirilmiştir. Bu durumda dinler suya, özellikle de tatlı ve kandıran suya ulaştıran pınar yollarına benzetilmiş oluyor. (Şerîf er-Radî)

شِرْعَةً, bir şeyin başlangıç hali, مِنْهَاجًاۜ, gelişme halidir.

مِنْهَاجً, geniş yoldur. Burada kavmin suya giden yolu kastedilmiştir. (Âşûr)

“İçinizden herkes için kıldık” ey insanlar “bir şeriat” o da suya götüren yoldur. Din ona benzetilmiştir, çünkü ebedî hayata sebep olacak şeye götürür. (Beyzâvî)


وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ

 

Cümle  جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً’e matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  شَٓاءَ اللّٰهُ  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celalin müsnedün ileyh olması, müminleri uyarmak ve emre itaate teşvik amacına matuftur.

Şartın cevabı  لَ karinesiyle gelen  لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır.

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

اُمَّةً وَاحِدَةً  tekid için gelmiş bir sıfat tamlamasıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

وَ  atıf,  لٰكِنْ  istidrâk harfidir.  لٰكِنْ  kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474) 

…لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي  cümlesine dahil olan  لِ, lâm-ı ta’lîldir. Gizli bir  اَنْ’le arkasından gelen muzari fiili nasb eder. Masdar teviliyle takdiri  فرّقكم (Sizi ayırdı) olan fiile müteallak olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اٰتٰيكُمْ , faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

لَجَعَلَكُمْ - جَعَلْنَا  ve  اَنْزَلَ - اَنْزَلْنَٓا  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ 


فَ, takdiri  إن كنتم في موضع الاختبار  [Eğer deneme yapacak konumdaysanız] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ  [Hayırlarda yarışınız] ibaresinde istiare vardır. Hayırda yarışanlar at üzerinde yarışanlara benzetilmiştir. Yarışanların her biri hedefe ulaşmak için arkadaşı ile yarış eder.(Safvetü’t Tefasir) 


اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ

 

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًا  cümlesi ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

اِلَى اللّٰهِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَرْجِعُكُمْ  muahhar mübtedadır. Bu takdim, kasr ifade eder. Müsnedün ileyh, müsnede tahsis edilmiştir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Ayetin başındaki mütekellim zamirinden bu cümlede gaib zamire iltifat edilmiştir.

Ayetin son cümlesi  فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كاَن ’nin  haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Car mecrur  ف۪يهِ  önemine binaen amili olan  تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.

جَم۪يعًا - وَاحِدَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعً şeklindeki istînafî kelam da, hayra koşmanın illetini beyan eder. Çünkü zımnen mükâfat ve mücazat vaadini kapsar. (Ebüssuûd)
Mâide Sûresi 49. Ayet

وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ  ...


Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنِ ve
2 احْكُمْ hükmet ح ك م
3 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
4 بِمَا ile
5 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
6 اللَّهُ Allah’ın
7 وَلَا
8 تَتَّبِعْ uyma ت ب ع
9 أَهْوَاءَهُمْ onların keyiflerine ه و ي
10 وَاحْذَرْهُمْ ve onlardan sakın ح ذ ر
11 أَنْ
12 يَفْتِنُوكَ seni şaşırtmalarından ف ت ن
13 عَنْ -ndan
14 بَعْضِ bir kısmı- ب ع ض
15 مَا şeylerin
16 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
17 اللَّهُ Allah’ın
18 إِلَيْكَ sana
19 فَإِنْ eğer
20 تَوَلَّوْا dönerlerse و ل ي
21 فَاعْلَمْ bil ki ع ل م
22 أَنَّمَا şüphesiz
23 يُرِيدُ istiyor ر و د
24 اللَّهُ Allah
25 أَنْ
26 يُصِيبَهُمْ onları felakete uğratmak ص و ب
27 بِبَعْضِ bazı ب ع ض
28 ذُنُوبِهِمْ günahları yüzünden ذ ن ب
29 وَإِنَّ ve şüphesiz
30 كَثِيرًا çoğu ك ث ر
31 مِنَ -dan
32 النَّاسِ insanlar- ن و س
33 لَفَاسِقُونَ yoldan çıkmışlardır ف س ق

Rivayete göre yahudilerin ileri gelenlerinden bir grup Hz. Peygamber’i yanıltmak ve ona yanlış hüküm verdirmek maksadıyla şöyle demişlerdi: “Ey Muhammed! Bilirsin ki biz yahudilerin bilginleri ve eşrafıyız. Biz sana tâbi olursak bütün yahudiler sana tâbi olur. Şimdi bizimle hasımlarımız arasında bir dava var, davayı sana getirelim, sen de bizim lehimize hüküm ver. Böyle yaparsan sana iman eder ve seni tasdik ederiz.” Hz. Peygamber ahlâka aykırı olan bu teklifi reddetmiş, olay üzerine bu âyet inmiştir (İbn Kesîr, III, 122; Şevkânî, II, 58). 

Yüce Allah, yahudilerin ve başkalarının tuzağına düşmemeleri için Hz. Peygamber’in şahsında müminleri de uyarmakta, kendisine dava getirdikleri takdirde onların isteklerine göre değil, Allah’ın indirdiğine göre hükmetmesini, onların şaşırtmalarına aldanıp da Allah’ın indirdiği hükümlerden herhangi birini ihmal etmemesini emretmekte; yahudiler Hz. Peygamber’in vereceği hükmü kabul etmeyip ondan yüz çevirdikleri takdirde bundan dolayı başlarına felâketlerin geleceğini Resûlullah’a haber vermektedir. 

 

Çünkü Hz. Peygamber’in verdiği hükümden yüz çevirmek “adaleti kabul etmeyip haksızlığa ve zulme yönelmek” demektir. Adaletin saptırılması ise toplumu felâketlere sürükler. Medine yahudileri her fırsatta İslâm’a karşı tavır aldıkları ve müslümanlara ihanet ettikleri için başlarına belâ açmışlar; bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı da sürgün edilmiştir (Buhârî, “Megåzî”, 14). Yüce Allah olup bitenlerden ibret almayan insanların birçoğunun fâsık olduğunu yani hükmünü kabul etmeyip kanunlarının dışına çıktığını haber vermektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 288

حذر Korku veren şeye karşı ihtiyatlı ya da tedbirli olup ondan sakınmaktır. Kuran’da da geçen tef’il babında kullanımı (حَذَّرَ) sakındırmak manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 21 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mahzurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اَنِ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf haberin mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri, حكمك بما أنزل الله أمرنا.. أو من الواجب حكمك بما أنزل الله (Senin onlar hakkında Allah’ın indirdiğiyle hükmetmen veya Sana düşen Allah’ın indirdiğiyle hükmetmendir.) şeklindedir.

احْكُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

بَيْنَ  mekân zarfı,  احْكُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle birlikte  احْكُمْ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّبِعْ  meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

اَهْوَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَتَّبِعْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındandır. Sülâsîsi  تبع’dir. İftial  babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَ  atıf harfidir.  احْذَرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  احْذَرْهُمْ ’deki zamirden bedel-i iştimal olarak mahallen mansubtur.

يَفْتِنُوكَ  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَنْ بَعْضِ  car mecruru  يَفْتِنُوكَ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.


 فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّوْا  şart fiili, damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اعْلَمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

اَنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يُص۪يبَهُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِبَعْضِ  car mecruru  يُص۪يبَهُمْ  fiiline müteallıktır.  ذُنُوبِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَث۪يرًا  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  مِنَ النَّاسِ  car mecruru  كَث۪يرًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  فَاسِقُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

فَاسِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ


وَ  atıftır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan …احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا  cümlesi,  اَنِ  sebebiyle masdar teviliyle mübteda konumundadır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri,  حكمك بما أنزل الله أمرنا.. أو من الواجب حكمك بما أنزل الله  [Senin onlar hakkında Allah’ın indirdiğiyle hükmetmen veya Sana düşen Allah’ın indirdiğiyle hükmetmendir.] şeklindedir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ, faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi emre itaati sağlamak içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

احْكُمْ  fiiline matuf olan …لَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  وَاحْذَرْهُمْ  cümlesi makabline matuftur.

Masdar harfi ve … يَفْتِنُوكَ عَنْ  cümlesi masdar teviliyle  وَاحْذَرْهُمْ ’daki zamirden bedel-i iştimaldir. Bedel ıtnâb babındandır.

بَعْضِ ’nin muzâfun ileyhi konumunda olan ism-i mevsulûn sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَ  cümlesi müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün  ileyhin lafza-i celâlle marife olması, telezüz, teberrük ve emre itaate teşvik amacına matuftur.

مَٓا - اَنْزَلَ - اللّٰهُ - اَنِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَاَنِ احْكُمْ …. cümlesi önceki ayette de geçmişti, dolayısıyla reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ  [Hevaya tabi olmak] ibaresinde istiare vardır. Onların kötü arzuları helake çağıran davetçiler, dalalet yollarını gösteren rehberler yerine konmuştur. (Şerîf er- Radî)

اَنْ يَفْتِنُوكَ [Fitneye düşürmek] fikrini çelmek manasındadır.

بَعْضِ - كَث۪يرًا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

Burada  بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ  [Allah’ın indirdiği] deyiminin kullanılması, ilâhî emre uymanın zorunluluğunu tekid içindir. Ya da yine 48. ayetteki  بِالْحَقِّ [hak ile] kelimesine matuftur. Yani Kitabı (Kur’an) hak ile ve Allah Teâlâ’nın onun içinde indirdikleriyle hükmedilmek üzere indirdik. Kur’an ile hükmetmek emri daha önce sarahatle geçtiği halde şimdi burada hikâye edilerek tekrarlanması, o geçen emir için tekid ve gelecek emir için de hazırlıktır. (Ebüssuûd)

احْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَ  [Onların, batılı hak suretinde göstererek pek az da olsa Allah Teâlâ’nın Sana indirdiği hükümlerin bir kısmından Seni saptırmak gayretlerine de dikkat et.]

Burada ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, durumun vehametini göstererek tekid içindir.

مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ  [Allah’ın indirdiği] ifadesinin tekrar edilmesi, durumun vehametini göstererek sakındırma emrini tekid içindir. (Ebüssuûd)


فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi …فَاعْلَمْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Kasr harfi  اَنَّمَا ’nn dahil olduğu …يُر۪يدُ اللّٰهُ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasındadır. اعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindeki cümle, faide-i haber talebî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi, tazim ve haşyeti artırmak amacına matuftur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel olan يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ  cümlesi  يُر۪يدُ  fiili için mef’ûl konumundadır.

بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ [bir kısım günahlarından ötürü]  ifadesi, onların birçok günahları olduğunu ve bu günahlarının da o cümleden sadece biri olduğunu bildirir. Allah’ın hükmünden yüz çevirme günahının, “bir kısım günahlar” şeklinde müphem ifadesi, bu günahın büyüklüğünü zımnen belirtmek içindir. (Ebüssuûd) 


وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ


وَ  istînâfiyyedir. Sübut  ifade eden isim cümlesidir.  إِنَّ  ve  لَ ’la tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. 

لَفَاسِقُونَ - ذُنُوبِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


Mâide Sûresi 50. Ayet

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟  ...


Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَحُكْمَ hükmünü mü? ح ك م
2 الْجَاهِلِيَّةِ cahiliyye ج ه ل
3 يَبْغُونَ arıyorlar ب غ ي
4 وَمَنْ kim olabilir?
5 أَحْسَنُ daha güzel ح س ن
6 مِنَ -tan
7 اللَّهِ Allah-
8 حُكْمًا hüküm veren ح ك م
9 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
10 يُوقِنُونَ iyi bilen ي ق ن

Câhiliye kelimesi, sözlükte bilgisizlik anlamına gelen cehl kökünden türetilmiş olup, “bilgiden yoksun olmak, bir konuda doğru olanın tersine inanmak, yapılması gerekenin tersini yapmak” demektir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “chl” md.). İslâmî dönemde ortaya çıkmış olan câhiliye kelimesi özel olarak, Araplar’ın İslâm’dan önceki dinî ve sosyal hayat telakkilerini, genel olarak da kişilerin ve toplumların günah ve isyanlarını ifade eden bir terimdir. Kur’an’da dört yerde geçen câhiliye terimi (Âl-i İmrân 3/154; Mâide 5/50; Ahzâb 33/33; Feth 48/26) Araplar’ın İslâm’dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını İslâmî devirden ayırt etmek için kullanılmıştır. Bu sebeple genel olarak Araplar’ın İslâm’dan önceki dönemine Câhiliye veya Câhiliye çağı denilmektedir (bu konuda bilgi için bk. Mustafa Fayda, “Câhiliye”, DİA, VII, 17). 

 Burada câhiliye terimi ile yalnızca İslâm’dan önceki tarihî zaman dilimi değil, o dönemin insanlar arasında farklı uygulamalar doğuran haksız ve zalim zihniyetine, kişisel ve toplumsal olguların sadece menfaat açısından yararlı olup olmadığı endişesinin karakterize ettiği ahlâkî eksikliğe dikkat çekilmekte; özellikle Araplar’dan etkilenerek Tevrat’ın hükmünü bırakıp onlarda mevcut olan eşitsizlik ve üstün ırk anlayışını yahudi kabileleri arasında dahi uygulayan Nadîroğulları’na işaret edilmekte ve onlar kınanmaktadır. 

 

Allah’tan daha üstün bir hâkim ve O’nun verdiği hükmünden daha güzel ve daha âdil bir hüküm yoktur. Bunu ancak hakka, adalete ve eşitliğe inanan toplumlar anlayabilirler. Kalplerinde hastalık olup ahlâken sapmış olanlar bunu anlayamazlar. Dolayısıyla, haksızlığı ve zulmü hakka ve adalete tercih edebilirler. 

Bu tür ahlâkî sapmalar daima ortaya çıkabileceği için Hz. Peygamber, Câhiliye dönemine geçmişte kalan bir zaman dilimi olarak bakmamış, aksine bu dönemdeki anlayışın her fırsatta tekrar ortaya çıkabileceğini düşünerek uyarılarda bulunmuştur (Buhârî, “Cenâiz”, 39, 40; “Menâkıb”, 8).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 288-289

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ 


Hemze istifham,  فَ  istînâfiyyedir.  حُكْمَ  kelimesi  يَبْغُونَ  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

الْجَاهِلِيَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  يَبْغُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

 

  وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟

 

وَ  atıf harfi,  مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَحْسَنُ  haberdir.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَحْسَنُ ’ye müteallıktır. 

حُكْمًا  temyiz olup fetha ile mansubtur.  لِقَوْمٍ  car mecruru  حُكْمًا ’in mahzuf  sıfatına müteallıktır.

يُوقِنُونَ۟  fiili  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُوقِنُونَ۟  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُوقِنُونَ۟  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  يقن’dır. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müsbet muzari fiil sıygasındaki cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Fiilin mef’ûlü olan  حُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ  amili olan  يَبْغُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, inkâr  ve kınama  anlamı taşıdığı için vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasından dolayı istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Arapçada  جَهِل  kelimesi vardır ama  الْجَاهِلِيَّةِ  kelimesini ilk defa Kur’an kullanmıştır. Dört yerde geçmiştir. İlmin zıddı değil, tutarsızlık, dengesizlik, hevaya tabi olma gibi anlamlarda gelmiştir. Hepsi Medeni ayetlerde geçmiştir. (Vakafât, Düşündüren Ayetler)

Bu kelam, onların haline râci ve onlar için yadırgama ve kınamadır. Bu cümle, makamın gerektirdiği mukadder (gizli) bir cümleye atıftır. Bunun anlamı şudur:

Resulüm, onlar senin hükmünden yüz çevirip de cahiliye hükmünü mü arıyorlar?

Mef’ûlün, fiilden önce zikredilmesi, ret ve taaccüp manasını tekid içindir. Çünkü Peygamber hükmünden yüz çevirip başka bir hüküm aramak, inkâr  ve taaccübe şayandır; cahiliye hükmünü aramak ise daha çirkindir ve daha çok taaccübü ve reddi muciptir. (Ebüssuûd)

Cumhur  يَبْغُون  fiilini  ي  harfiyle gaib sıygasıyla  okumuştur. Fiildeki zamir  وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ  ayetindeki  مَنْ ‘e aittir. İbni Âmir de  ت  harfiyle ve muhatap sıygasıyla تَبْغُونَ  şeklinde okumuştur. Yani iltifat yoluyla Yahudilere hitap edilmiştir. (Âşûr) 


وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟

 

Cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. istifham ismi  مَنْ  mübtedadır.  اَحْسَنُ  ism-i tafdil kalıbında, mübalağa ifade etmiştir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr  anlamı taşıdığı için vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasından dolayı istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır. 

حُكْمًا  temyizdir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

حُكْمًا’deki tenvin tazim ifade eder. Kelimenin ayette tekrarlanmasında ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İki cümle arasında mukabele vardır. 

Cümle kavl-i bil mucib sanatı ile Yahudilere ciddi bir tariz ifade eder. “Eğer siz yakînen inanıyorsanız elbette Allah’ın hükmünü tercih edeceksiniz. Ama Allah’ın hükmünü kabul etmiyorsanız, işte o zaman inanmadığınızı, inancınızın yakîn derecesine ulaşmadığını ortaya koymuş olursunuz. İman kadrosunun dışında kalırsınız.” demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Ayette  لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟  kısmı manayı pekiştirmek için gelmiştir. Ayrıca ayetin bu fasılayla bitmesi öncesi ve sonrasındaki ayet fasılalarına da uygun olmuştur. Bu kısım olmasa da ayetin manası tamdır. (Ali Bulut / Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

Bu istifham inkârî olup herhangi bir kimsenin hükmünün Allah Teâlâ’nın hükmüne eşit veya ondan daha güzel olamayacağını belirtir. (Ebüssuûd)

وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا  ayetindeki  وَ  haliyye ve itiraziyyedir. İstifham ise olumsuzluk manasında inkârî (red)’dir. (Âşûr)

لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟  kelimesinin başındaki lâm, tıpkı  هَيْتَ لَكَ [Daha ne duruyorsun, geliver… (Yusuf Suresi, 23)] tabirinde olduğu gibi, beyan içindir. Yani bu hitap ve bu soru, yakînen inanan kimseler içindir. Çünkü, hüküm bakımından Allah’tan daha adil ve beyan bakımından daha güzel olan hiç kimsenin bulunmadığını ancak bunlar bilirler, anlarlar. (Fahreddin er- Râzî, Âşûr, Beyzâvî)
Günün Mesajı
Cahil kelimesinin iki kelimenin zıddıdır: İlim ve Hilm. Hilm; nefsi ve tabiatı öfkenin heyecanına karşı kontrol etmek demektir. Dolayısıyla bunun zıttı olan cahil de duygularını kontrol edemeyen kişiyi ifade eder. Cahiliye kelimesi ilk defa Kur'an'ın kullandığı bir tabirdir ve Kur'an'da hiçbir zaman ilmin mukabili olarak gelmemiştir. Türkçede kullandığımız cehl-i mürekkep tabiri de bilmeyen ama bilmediğini de bilmeyen kişiler için kullanılır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Adalet, sürgündeyken uğradığı alemlerden birini daha anlatıyordu:

“Bir keresinde, bir şehirden çıkarken, Allah’a dua ettim ve ‘İnsanların, Allah’ın hükümlerinden vazgeçmesi akıl almaz iş. Nasıl bu hale düşebilir ki bir insan?’ diye soruyla karışık bir istekte bulundum.

O sırada, bir araç indi gökyüzünden. İçinden bir adam indi ve ‘Bilpiter gezegenine gitmek isteyenler.’ diye çağrıda bulundu.

Bambaşka bir aleme ayak basmıştım. Ayrılmadan önce görevli elimden yakaladı. ‘Dede, sen dünyadan geldiğin için burada her şey senin için daha hızlı geçecektir.’ dedi. Ne demek istediğini anlamamıştım. ‘Yani, senin dünya zamanına alışmış hücrelerin, buradaki zamana uyum sağlayamayacağı için vakit senin için daha hızlı akacak.’ Gözlerimdeki soru işaretleri karşısında pes etti ve ‘Neyse anlarsın’ diyerek araca geri döndü.

Daha ilk gün, gencin ne demek istediğini anlamıştım. Günler, dünyadakine kıyasla çeyrek günden de az geçiyordu. Yemek yapmaya başladı dediğin kişi arkasını dönünce, ellerinde yemekle dolu tepsiyi ikram ediyordu. Daha ne yiyoruz derken sofralar toplanıyordu. Konuşmalarına alışmak ve anlamak, bir kaç ayımı almıştı. Beni dilsiz sanıyorlardı çünkü ben konuşmaya başlayana dek konu bitmiş, herkes gitmeye başlamış oluyordu. Yaşlı halimle bu hız zihnimi döndürüyordu. Her gün geri dönmeye ve araçtan indiğim yere gitmeye karar veriyordum ama bir şeyler beni geri tutuyordu.

Bir gün, bir adamın, Allah’ın hükümlerine ‘bunlar eskiye göre, şimdi daha iyisini uygulama zamanı’ diyerek meydan okuduğunu ve kafasına eseni yaptığını duydum. Kısa sürede, bu düşünce, salgın hastalık gibi bütün gezegene yayıldı. Allah’ın hükümlerini yok saymayan, beğenmeyen ve birbirlerinden cesaret almayan kişi sayısı gittikçe azalıyordu. Daha iyisini yapabiliriz dedikleri hukuk sistemleri çökmüş, ahlak prensipleri daralmış ve edebleri beraberinde zayıflamıştı. Her gün suçlar işleniyor ama caydırıcı cezalar uygulanmıyordu. Her gün birileri daha özgür takılıyor ama başkalarının sınırlarını ihlal etmekten çekinmiyordu. Eşitlik söylemleri yapılıyor ama adalet belli kişilerin lehine işliyordu. Adeta, tarihte yaşanmış çöküşlerden birinin hızlandırılmış haline şahit oluyordum. Bizim için yaşanmaz hale geldiğinde, Allah’a sığınarak, bir kaç kişiyle beraber Bilpiter’i terk etmek zorunda kaldık. Allah’ın hükümlerinden uzaklaşan ve bu halinde ısrar eden kişiler ve onların baskın olduğu toplumlar çökmeye mahkumdur.”

 

Allahım, Senden daha güzel hüküm sahibi kim olabilir? Hevesimle hükümlerinin arasında kaldığımda, daima Sana itaati seçeyim. Dünyanın ve nefsimin tatlı çağrılarına daldığımda, yüzümü daima Sana döneyim. Gaflete düştüğümde, zikrinle uyanayım. Hangi hale bürünürsem bürüneyim, daima Sana sığınayım. Rabbim! Senin yardımınla ve izninle; Takva sahiplerinden, Hükümlerinle hükmedenlerden, Hayırlı işlerde yarışanlardan, Rızanı kazanmak için çabalayanlardan, Senin yolundan çıkmışlardan uzak duranlardan, Sevdiğin Salih kullarından olayım ve huzuruna iki dünyasını da kazanmışlardan olarak varayım.

Amin.

***

‘Paylaştıkça sevinçler çoğalır, dertler azalır.’ manasına sahip ifadeler sıklıkla söylenir. Burada asıl önemli olan paylaşmak fiili değildir, kiminle paylaşıldığıdır. Zira yanlış kişilerle paylaşılan sevinçler kursakta kalır, dertler ise derinleşir. 

Kişiyi mutsuz eden bu yanlış kişileri tanımak kolaydır. Ancak, bunlardan daha yanlış ve tehlikeli olanları da vardır. Onlar daima duymak istediklerini söyleyerek ve haksızken haklı olduğuna inandırarak konuşanın gönlünü hep hoş tutarlar.

Basit konularda bile bu tür yaklaşımlar haksızlık, küslük, tahammülsüzlük gibi sıkıntılara sebep olabilir. Zira dertler genellikle sosyal ilişkilerle alakalı olduğu için anlatılan veya tavsiye istenen durumlara başkaları da dahildir. 

Gündelik hayatta sıklıkla yaşanan ufak tefek sıkıntılar karşısında sergilenen bu tutum, hakemlik gereken yani hüküm verilmesi gereken durumlara yansıdığında ise iş daha da ciddileşir. Keyfe göre hüküm talep etmek ya da seçmek, birçok haksızlığın ve ahlaksızlığın sebebidir.

Her durumda haklı olduğunu düşünen yetişkinlerin tohumu, çocukluk çağında atılır. Bir çocuğun hatasını görmesi, sonuçlarla yüzleşmesi, vicdan azabı çekmesi, oyunlarda kaybetmesi, başarısız olması, haksızlığını itiraf etmesi, özür dilemesi ve hatta sıkılması önemlidir. Bunların da hayatın bir parçası olduğunu bilmesi gerekir. Ancak o zaman, büyüdüğü zaman bir kul ve vatandaş olarak doğru tepkiyi verir.

Ey hüküm gününün sahibi olan Allahım! Dertlerimizi ve sevinçlerimizi, doğru niyetlerle doğru kişilerle paylaşanlardan ya da onlara danışanlardan eyle. Bizi kendi ellerimizle dönüşü olmayacak şekilde haksız duruma düşmekten ve heveslerimize kapılarak hükümlerinden yüz çevirmekten muhafaza buyur. Bilerek ya da bilmeyerek haksızlık yapma ve haksızlığa uğrama tehlikelerinden Sana sığınırız. Gerektiğinde, kendisine ya da sevdiklerine haksız olduğunu söyleyebilecek erdeme sahip dürüst ve adil kullarından eyle. 

Asıl, Allah katında kazandıklarına önem vererek Allah’ın rızasına kavuşma umudu ile yarışanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji