وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يَتَوَلَّ | dost tutarsa |
|
3 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
4 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisini |
|
5 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
6 | امَنُوا | mü’minleri |
|
7 | فَإِنَّ | yalnız |
|
8 | حِزْبَ | taraftarlarıdır |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | هُمُ | onlardır |
|
11 | الْغَالِبُونَ | galib gelecek olanlar |
|
Bu galibiyet sözü, imandan kaynaklanan bir kuralın açıklanmasından sonra yer almaktadır. Bu kural Allah’a, peygamberine ve müminlere yönelik dostluktur. Ayrıca bu, yahudi ve hristiyanları dost edinmemeye, bunun müslüman saftan ayrılıp yahudi ve hristiyanların safına katılmak olduğuna, aynı zamanda dinden dönmek anlamına geldiğine ilişkin bir uyarıdır.
Burada Kur’an’ın genel bir yaklaşımı göze çarpmaktadır. Yüce Allah, sadece İslâm daha iyidir diye teslim olmalarını istemektedir müslümanlardan. İleride galip geleceği, yeryüzüne egemen olacağı için değil. Bunlar zamanı gelince gerçekleşecek sonuçlardır. Sadece yüce Allah’ın, bu dini yerleştirmesine ilişkin takdirini gerçekleştirmek için meydana gelirler, insanları bu dine girmeye teşvik etmek için değil. Müslümanların galip gelmelerinde kendileri için herhangi birşey söz konusu değildir. Ne benlikleri ne de kişilikleri için bir pay çıkarmazlar. Bu, sadece onların eliyle gerçekleşen Allah’ın kaderidir. Bunu, akideleri için bahşetmiştir yüce Allah, şahıslardan dolayı değil. Elbette bu uğurda sarf ettikleri çabanın mükafatını alacaklardır. Bu dinin yeryüzüne yerleşmesinin ve bu yerleşmeden dolayı yeryüzünün ıslah olmasının doğurduğu sonuçların sevabını alacaklardır.
Aynı şekilde yüce Allah, kalplerini sağlamlaştırmak, onları karşılarına çıkan red engellerden kurtarmak için, müslümanlara galibiyet vaad etmektedir. -Bunlar çoğu zaman son derece çürük engellerdir- Sonuçtan emin olunca, sıkıntıları aşma ve zorlukları atlama konusunda kalpleri daha bir güçlenir. Allah’ın müslüman ümmete vaadettiği galibiyetin, kendi elleriyle gerçekleşmesini isterler. Böylece bu uğurda yaptıkları cihadın, Allah’ın dinini yeryüzüne yerleştirmenin ve bu yerleştirmenin doğurduğu sonuçların mükafatını hakketmiş olurlar.
Bu ayetin burada yer alması, o günkü müslüman kitlenin durumunu ve Allah’ın taraftarlarının oluşturduğu grubun galip geleceğine ilişkin kuralın hatırlatılması gibi müjdelere ne kadar ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Bunu da sûrenin bu bölümünün indiriliş tarihine ilişkin tercih ettiğimiz görüşten anlıyoruz.
Sonuçta zaman ve mekanla bir ilişkisi bulunmayan şu kuralı öğrenmiş oluyoruz. Bu kuralın, Allah’ın değişmez yasalarından biri olmasıyla güven duyuyoruz. Kimi çarpışmalarda ve bazı konumlarda mümin topluluk bozguna uğramış olsa da, durum değişmeyecektir. Hiçbir zaman değişmeyen yasa; Allah’ın hizbini (taraftarlarını) oluşturanların galip olacaklarıdır. Kuşkusuz Allah’ın kesin vaadi, yolun kimi aşamalarında beliren durumlardan daha doğrudur. Allah’ı, peygamberi ve müminleri dost edinmek, yolun sonunda Allah’ın vaadinin yerine gelmesine bir araç konumundadır.
Sonra… Kur’an’ın sunuş tarzı, müminleri inançlarına karşı çıkan Kitap Ehli ve müşriklerin dostluğundan alıkoymak ve bu imana dayalı kuralı, vicdanlarına, duygu ve akıllarına yerleştirmek için, İslâm düşüncesinde ve İslâmî harekette, bu kuralın önemine işaret eden çeşitli yöntemlere başvurmuştu.
Birinci çağrıda; doğrudan yasaklama ve yüce Allah’ın katından bir fetih veya olayla münafıkları ortaya çıkarması şeklindeki korkutma yöntemine başvurmuştu. İkinci çağrıda; Allah’ın, peygamberinin ve müminlerin düşmanlarını dost edinmek suretiyle dinden dönmekten (irtidat) sakındırma ve Allah tarafından sevilen ve Allah’ı sevenlerin oluşturduğu seçkinler topluluğundan olmalarını teşvik etmek ve Allah’ın her zaman galip hizbine yardım vaad etme yöntemlerine başvurmuştu.
Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutub
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتَوَلَّ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَسُولَهُ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
حِزْبَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. هُمُ fasıl zamiridir.
الْغَالِبُونَ۟ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْغَالِبُونَ۟ kelimesi sülâsî mücerred olan غلب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَلَّ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
وَ atıftır. Cümle şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
Şart cümlesi يَتَوَلَّ اللّٰهَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَنْ şart edatı ref mahallinde müsnedün ileyhdir. Müsned ve şart fiili يَتَوَلَّ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ve رَسُولَهُ izafeti lafza-i celâle atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.
Az sözle çok anlam ifade eden رَسُولَهُ izafetinde, lafza-i celâle ait zamire muzâf olması رَسُولَ’e şan ve şeref kazandırmıştır.
Allah, Resulü ve iman edenlerin, zamir (onlar) makamında zahir olarak zikredilmeleri, yukarıda geçen, dostluğun asaleten Allah Teâlâ’ya mahsus olduğunu beyan etmek içindir. “Galip gelecek olanlar da onlardır.” cümlesi de bunu bildirir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz ve teberrük içindir. (Ebüssuûd)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi isme isnad edilmiş, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Şartın cevabı isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta ifade eden فَ harfi gelmiştir. Sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi olan حِزْبَ اللّٰهِ izafetinde, lafza-i celâle muzâf olması حِزْبَ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Fasıl zamiri هُمُ cümleyi tekid etmiştir. اِنَّ ’nin haberi الْغَالِبُونَ۟, ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin müsnedin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, مَن ’in haberidir.
يَتَوَلَّ , ‘yüz çevirdi, işini üstlendi’ gibi iki zıt manayı taşıyabilir.
Önceki cümlede geçen Allah Resulü ve iman edenler tekrar zikredildiği için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Bu ifadede حِزْب, hassaten Allah Teâlâ’ya izafe ve zamir makamında zahir olarak zikredilmiştir. Allah Teâlâ’nın dostları, tazim ve istidlal yoluyla galibiyetlerini ispat için Allah Teâlâ’nın hizbi olarak tavsif edilmişlerdir. (Ebüssuûd)
Arapça’da hizb kelimesi, kişinin kendi görüşünde olan arkadaşlarının meydana getirdiği topluluktur. Bunlar, kendilerine zor gelen bir işten dolayı bir araya gelmiş topluluktur. Müfessirler bu tabiri çeşitli şekillerde tefsir etmişlerdir. Mesela Hasan el-Basri, “Allah’ın ordusu”; Ebu Revk, “Allah’ın velileri”; Ebu'l Âliye, “Allah’ın taraftarları” manalarını vermişlerdir. Bazıları da bu tabire, “Allah’ın yardımcıları” anlamını vermişlerdir. Ahfeş, “Hizbullah, ‘Allah’ın dinini din olarak benimseyen, O’na itaat eden ve Allah’ın da kendilerine yardım etmiş olduğu kimselerdir.’ demiştir.” (Fahreddin er- Râzî)