يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَتَّخِذُوا | edinmeyin |
|
6 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
7 | اتَّخَذُوا | edinen(leri) |
|
8 | دِينَكُمْ | dininizi |
|
9 | هُزُوًا | eğlence |
|
10 | وَلَعِبًا | ve oyun |
|
11 | مِنَ |
|
|
12 | الَّذِينَ | kimselerden |
|
13 | أُوتُوا | verilenler(den) |
|
14 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | قَبْلِكُمْ | sizden önce |
|
17 | وَالْكُفَّارَ | ve kafirlerden |
|
18 | أَوْلِيَاءَ | dost |
|
19 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
20 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
21 | إِنْ | eğer |
|
22 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
23 | مُؤْمِنِينَ | inanıyor |
|
Bu, kendisinde müminin hamiyeti bulunan herkesi etkileyen bir durumdur. Dini alaya alındığında ibadet ve namazı eğlence konusu yapıldığında, Rabbinin huzurunda durduğu an, oyun ve eğlence konusu yapıldığında, tüm onurunun kırıldığını gören müminin… Müminlerle, bu tür çirkin bir davranışı yapanlarla, akılsızlıklarından ötürü böyle bir suçu işleyenlerle dostluk yapmak mümkün müdür? Allah’ın dinini ve müminlerin Allah’a yönelik ibadetlerini, aklı başında bir insan alaya alamaz. Çünkü akıl, -sağlıklı ve doğru olduğu zaman- çevresindeki her şeyde Allah’a inanmanın işaretlerini görür. Ancak bozulup sapıttığı an, bu işaretleri göremez olur. Çünkü böyle bir durumda, onunla varlıklar arasındaki ilişki bozulmuştur. Oysa tüm varlıklar, kulluk ve ululanmayı hakkeden bir ilahın varlığına işaret etmektedir. Aynı zamanda akıl, sağlıklı, doğru olduğu zaman, evrenin ilahına yönelik kulluğun güzelliğini ve üstünlüğünü algılayacaktır. Eğer sağlıklı ve tutarlı ise, Allah’a yönelik kulluğu oyun ve eğlence konusu yapmayacaktır.
Bu alaya alma ve eğlence konusu yapma, Kur’an-ı Kerim’in peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) kalbine o günkü müslüman kitle için indiği dönemde, kafirlerden, Ehli Kitap’tan da özellikle yahudilerden kaynaklanıyordu. Peygamberimizin hayatında hristiyanlardan böyle bir davranışın meydana geldiğine ilişkin bir belgeye rastlamıyoruz. Ancak, yüce Allah, müslüman kitle için düşünce ve hayat sistemini dayandıracağı sürekli bir kural belirliyor. Kuşkusuz yüce Allah, tarih boyunca, müslüman nesillerin karşılaşacakları durumları biliyordu. İşte biz, sayıca tüm kafirlerden, yahudilerden daha fazla olan ve kendilerine hristiyan diyenlerden oluşan, bu dinin ve müslüman cemaatin düşmanlarını gördük, görüyoruz. Bunlar da -onlar gibi- İslâm’a düşmanlıkta paylarını almışlardır. Ardarda geçen asırlar boyu İslâm’a, tuzaklar kurmuşlardır. Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) döneminde İslâm’ın Roma Devleti ile çarpışmasından beri kesintisiz bir savaşa tutuşmuşlardır, İslâm’a karşı. Bir süre “Haçlı seferleri, ardından hilafeti ortadan kaldırmak için Haçlı devletlerinin yeryüzünün her tarafından saldırıya geçtikleri “Doğu sorunu” şeklinde sürdü bu savaş. Bir ara, Haçlıların içlerinde gizledikleri ancak, kimi zaman ağızlarından kaçırdıkları sömürgeciliğe zemin hazırlayan ve ona dayanan “Misyonerlik” şeklinde sürdü. Sonra bu kızgın savaş, yeryüzünün hangi bölgesinde olursa olsun ortaya çıkan İslâmî diriliş hareketlerine karşı sürmektedir. Bu saldırıların tümünde yahudiler, hristiyanlar, kafir ve putperestler birlikte hareket etmişlerdir.
Bu Kur’an, kıyamete kadar müslümanların yol gösterici kitabı olması için gelmiştir. İtikadî düşüncelerini kurduğu gibi, toplumsal düzenlerini de kurmaktadır bu kitap. Aynı zamanda hareket stratejilerini de belirlemektedir. İşte bakın, Allah’tan, O’nun peygamberinden ve müminlerden başkasını dost edinmemelerini öğretmektedir. Yahudi, hristiyan ve kafirlerle dostluk kurmalarını yasaklamaktadır. Bu sorun karşısında, en kesin tavrı takınmaktadır. Çeşitli yöntemlere başvurarak, bu derece genişçe ele almaktadır.
Kuşkusuz bu din, taraftarlarına hoşgörülü olmayı, Ehli Kitap’la, özellikle kendilerine hristiyan diyenlerle ilişkilerinde, iyi davranmalarını emretmektedir. Ancak bunlarla dostluk kurmalarını yasaklar. Çünkü hoşgörü ve iyi ilişkiler, ahlâk ve yaşam tarzı sorunudur. Dostluk, yardım demektir. iki grubun yardımlaşması demektir. Müslümanlarla Kitap Ehli -diğer tüm kafirlerde olduğu gibi- arasında işbirliğinin bulunmasıdır. Daha önce de değindiğimiz gibi, müslümanın hayatında yardımlaşma, din için ve onun sisteminin ve düzeninin insanların hayatında kurulmasını sağlamak amacıyla yapılan cihad için geçerlidir. Bu konuda, müslümanlarla müslüman olmayanlar arasında bir işbirliği olabilir mi? Nasıl olabilsin ki?
Bu, kesin ve net bir sorundur, cıvıklığı kabul etmez. Bu konuda yüce Allah, kesin bir ciddiyetten, müslümanın dini konusunda takınması gereken tavra yakışır bir ciddiyetten başkasını kabul etmez.
Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutub
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا ’dır.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّخِذُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
د۪ينَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُزُوًا kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. لَعِبًا kelimesi atıf harfi وَ’la هُزُوًا ’e matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مِنَ harf-i ceriyle birlikte اتَّخَذُوا ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere meçhul mazi fiildir.Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru اُو۫تُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّخَذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
الْكُفَّارَ kelimesi atıf harfi وَ ’la ikinci mevsûle matuftur. اَوْلِيَٓاءَ ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda - اء - yani elif-i memdude olan isimlerdendir.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, فاتّقوا الله şeklindedir. مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كان ’nin haberidir. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Sülâsîsi أمن fiilidir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu suredeki 9. يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] nidasıdır.
Nidanın cevabı olan ...لَا تَتَّخِذُوا cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, münadadan bedeldir. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek ve iman edenlere tazim içindir. Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
لَا تَتَّخِذُوا fiilinin mefûlü olan ikinci ism-i mevsûlün sılası اتَّخَذُوا da aynı üslupta gelmiştir.
هُزُوًا ve لَعِبًا kelimelerindeki tenvin tahkir, kesret ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır.
Onların din ile oynamalarının ve istihza etmelerinin manası, kalben küfürde ısrar ettikleri halde, dilleriyle İslam olmuş görünmeleridir. (Fahreddin er- Râzî)
Üçüncü ism-i mevsûl mecrur mahalde, mahzuf hale müteallıktır. Sılası olan اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَوْلِيَٓاءَۚ iki fiile müteaddi olan لَا تَتَّخِذُوا fiilinin ikinci mef’ûlüdür.
Farklı grupları bildiren mevsûller arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
لَا تَتَّخِذُوا-اتَّخَذُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰمَنُوا - الْكُفَّارَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’anı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekit unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك (Emret Allah’ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî)
مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ [kendilerine kitap verilenlerden] ifadesinin kullanılması, onların şenaat ve dalaletlerini beyan etmek içindir. Çünkü onlara kitap verilmiş olması, onların kitabını tasdik eden bir kitap üzerine kurulmuş din ile alay etmelerini yasaklama anlamını taşır. (Ebüssuûd)
Bil ki Allah Teâlâ, önceki ayette Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyi yasaklamış ve bu sözü de bunu izah için sevk etmiştir. Daha sonra da burada bütün kâfirleri dost edinmeyi yasaklayan umumî bir nehiy zikretmiştir ki işte bu da bu ayettir. (Fahreddin er- Râzî)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesi nidanın cevabı matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Rivâyete göre Rufaa b. Zeyd ve Süveyde b. Haris, Müslüman olduklarını açıkladıktan sonra münafıklık yoluna saptılar ve bazı müminler de bunları dost edinmişlerdi. İşte onlar nifaka saptıktan sonra müminler, onların dostluğundan nehyolundular. Ancak bu nehyin amacı onları ve başkalarını kapsayan bir sonuca ulaştırılması,hükmü tamim etmek (genelleştirmek),hükmün illetine dikkat çekmek, bu vasfı taşıyan kimselerin, dostluğa değil düşmanlığa layık olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Görülüyor ki önceki yasak umumi şekilde yalnız Yahudi ve Hristiyanlara mahsus idi. Burada ise yasak bütün kâfirlere genelleştirilmiştir. Ve aynı zamanda bu yasak, kitap ehlinin İslam dinini alaya alan ve küçük görenlerine tahsis olunmuştur. (Elmalılı)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Tefsiriyye veya istînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Takdiri, إن كنتم مؤمنين فاتقوا الله [Eğer müminseniz, Allah’a ittika edin.] olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa cevap hazfedilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ [Eğer müminler iseniz] cümlesi Müslümanları Allah’ın uygun bulmadığı kimseleri dost edinmemeye teşvik eder.
Ayeti kerime اٰمَنُوا ile başlamış مُؤْمِن۪ينَ ile bitmiştir. Teşâbüh-i etrâf vardır.