Mâide Sûresi 58. Ayet

وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ  ...

Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 نَادَيْتُمْ çağırıldığınız ن د و
3 إِلَى
4 الصَّلَاةِ namaza ص ل و
5 اتَّخَذُوهَا onu yerine koydular ا خ ذ
6 هُزُوًا eğlence ه ز ا
7 وَلَعِبًا ve oyun ل ع ب
8 ذَٰلِكَ işte bu
9 بِأَنَّهُمْ oldukları içindir
10 قَوْمٌ bir topluluk ق و م
11 لَا
12 يَعْقِلُونَ düşüncesiz ع ق ل
 

Bu, kendisinde müminin hamiyeti bulunan herkesi etkileyen bir durumdur. Dini alaya alındığında ibadet ve namazı eğlence konusu yapıldığında, Rabbinin huzurunda durduğu an, oyun ve eğlence konusu yapıldığında, tüm onurunun kırıldığını gören müminin… Müminlerle, bu tür çirkin bir davranışı yapanlarla, akılsızlıklarından ötürü böyle bir suçu işleyenlerle dostluk yapmak mümkün müdür? Allah’ın dinini ve müminlerin Allah’a yönelik ibadetlerini, aklı başında bir insan alaya alamaz. Çünkü akıl, -sağlıklı ve doğru olduğu zaman- çevresindeki her şeyde Allah’a inanmanın işaretlerini görür. Ancak bozulup sapıttığı an, bu işaretleri göremez olur. Çünkü böyle bir durumda, onunla varlıklar arasındaki ilişki bozulmuştur. Oysa tüm varlıklar, kulluk ve ululanmayı hakkeden bir ilahın varlığına işaret etmektedir. Aynı zamanda akıl, sağlıklı, doğru olduğu zaman, evrenin ilahına yönelik kulluğun güzelliğini ve üstünlüğünü algılayacaktır. Eğer sağlıklı ve tutarlı ise, Allah’a yönelik kulluğu oyun ve eğlence konusu yapmayacaktır.

 

Bu alaya alma ve eğlence konusu yapma, Kur’an-ı Kerim’in peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) kalbine o günkü müslüman kitle için indiği dönemde, kafirlerden, Ehli Kitap’tan da özellikle yahudilerden kaynaklanıyordu. Peygamberimizin hayatında hristiyanlardan böyle bir davranışın meydana geldiğine ilişkin bir belgeye rastlamıyoruz. Ancak, yüce Allah, müslüman kitle için düşünce ve hayat sistemini dayandıracağı sürekli bir kural belirliyor. Kuşkusuz yüce Allah, tarih boyunca, müslüman nesillerin karşılaşacakları durumları biliyordu. İşte biz, sayıca tüm kafirlerden, yahudilerden daha fazla olan ve kendilerine hristiyan diyenlerden oluşan, bu dinin ve müslüman cemaatin düşmanlarını gördük, görüyoruz. Bunlar da -onlar gibi- İslâm’a düşmanlıkta paylarını almışlardır. Ardarda geçen asırlar boyu İslâm’a, tuzaklar kurmuşlardır. Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) döneminde İslâm’ın Roma Devleti ile çarpışmasından beri kesintisiz bir savaşa tutuşmuşlardır, İslâm’a karşı. Bir süre “Haçlı seferleri, ardından hilafeti ortadan kaldırmak için Haçlı devletlerinin yeryüzünün her tarafından saldırıya geçtikleri “Doğu sorunu” şeklinde sürdü bu savaş. Bir ara, Haçlıların içlerinde gizledikleri ancak, kimi zaman ağızlarından kaçırdıkları sömürgeciliğe zemin hazırlayan ve ona dayanan “Misyonerlik” şeklinde sürdü. Sonra bu kızgın savaş, yeryüzünün hangi bölgesinde olursa olsun ortaya çıkan İslâmî diriliş hareketlerine karşı sürmektedir. Bu saldırıların tümünde yahudiler, hristiyanlar, kafir ve putperestler birlikte hareket etmişlerdir.

Bu Kur’an, kıyamete kadar müslümanların yol gösterici kitabı olması için gelmiştir. İtikadî düşüncelerini kurduğu gibi, toplumsal düzenlerini de kurmaktadır bu kitap. Aynı zamanda hareket stratejilerini de belirlemektedir. İşte bakın, Allah’tan, O’nun peygamberinden ve müminlerden başkasını dost edinmemelerini öğretmektedir. Yahudi, hristiyan ve kafirlerle dostluk kurmalarını yasaklamaktadır. Bu sorun karşısında, en kesin tavrı takınmaktadır. Çeşitli yöntemlere başvurarak, bu derece genişçe ele almaktadır.

Kuşkusuz bu din, taraftarlarına hoşgörülü olmayı, Ehli Kitap’la, özellikle kendilerine hristiyan diyenlerle ilişkilerinde, iyi davranmalarını emretmektedir. Ancak bunlarla dostluk kurmalarını yasaklar. Çünkü hoşgörü ve iyi ilişkiler, ahlâk ve yaşam tarzı sorunudur. Dostluk, yardım demektir. iki grubun yardımlaşması demektir. Müslümanlarla Kitap Ehli -diğer tüm kafirlerde olduğu gibi- arasında işbirliğinin bulunmasıdır. Daha önce de değindiğimiz gibi, müslümanın hayatında yardımlaşma, din için ve onun sisteminin ve düzeninin insanların hayatında kurulmasını sağlamak amacıyla yapılan cihad için geçerlidir. Bu konuda, müslümanlarla müslüman olmayanlar arasında bir işbirliği olabilir mi? Nasıl olabilsin ki?

Bu, kesin ve net bir sorundur, cıvıklığı kabul etmez. Bu konuda yüce Allah, kesin bir ciddiyetten, müslümanın dini konusunda takınması gereken tavra yakışır bir ciddiyetten başkasını kabul etmez.

Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutub

 
Riyazus Salihin, 1038 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan ezanı duymamak için arkasını dönüp yellenerek kaçar. Ezan bitince tekrar geri gelir. Namaz için kamet edilince yine arkasını dönüp kaçar. Kamet bittiğinde yine gelir ve kişi ile nefsi arasına sokulur ve ona: Filân şeyi hatırla, filân şeyi hatırla diyerek, namazdan önce aklında olmayan şeyleri hatırlatır da, neticede insan kaç rek’at namaz kıldığını bilemez olur.”
Buhârî, Ezân 4, Amel fis’-salât 18, Sehv 6, Bed’ü’l-halk 11; Müslim, Salât 19, Mesâcid 83. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 31; Nesâî, Ezân 20, 30
 
 

وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ


وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

نَادَيْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَادَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen

merfûdur.  اِلَى الصَّلٰوةِ  car mecruru  نَادَيْتُمْ  fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  اتَّخَذُوهَا هُزُوًا ’dır.  اتَّخَذُوهَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  هُزُوًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  لَعِبًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  هُزُوًا ‘e matuftur.

نَادَيْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dir. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


 ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ


İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  بِ  harf-i ceri, sebebiyyedir.

هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  قَوْمٌ  kelimesi  أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

لَا يَعْقِلُونَ  cümlesi  قَوْمٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır

یَعۡقِلُونَ  fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ 


وَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ  şart cümlesi,  اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًاۜ  cevap cümlesidir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu ayet önce ezanın meşru olduğuna, ikinci olarak onunla alay etmenin ve hafife almanın küfür olduğuna delalet etmektedir. (Elmalılı, Keşşâf, Âşûr, Fahreddin er-Râzî)

هُزُوًا  ve  لَعِبًا  kelimelerindeki tenvin tahkir, kesret ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ [Namaza çağırdığınız vakit] ifadesi ezandan kinayedir. Ezan dinin şiarıdır.

 

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ

 

Taliliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsnedin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene tahkir ifade eder. (Âşûr)

Cümlenin müsnedinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.  بِاَنَّهُمْ  şeklindeki harf-i cer ve masdar-ı müevvel bu mahzuf habere müteallıktır.

بِ  harfi sebep içindir. (Âşûr)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi takip eden  هُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ  cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle  kavim için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi ref mahallindedir ve ehli kitabın durumuna işaret etmektedir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)