Mâide Sûresi 55. Ayet

اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ  ...

Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 وَلِيُّكُمُ sizin veliniz و ل ي
3 اللَّهُ Allah(tır)
4 وَرَسُولُهُ ve Elçisi(dir) ر س ل
5 وَالَّذِينَ
6 امَنُوا ve mü’minlerdir ا م ن
7 الَّذِينَ öyle ki
8 يُقِيمُونَ kılan ق و م
9 الصَّلَاةَ namazlarını ص ل و
10 وَيُؤْتُونَ ve veren ا ت ي
11 الزَّكَاةَ zekatlarını ز ك و
12 وَهُمْ ve onlar
13 رَاكِعُونَ rüku’a varan ر ك ع
 

Yüce Allah, iman sıfatına uygun düşen tek dostluk yönünü de müminlere göstererek, dost olacakları kimseleri açıklamaktadır:

 

“Sizin dostunuz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılan, zekat veren, rukua varan müminlerdir.”

Ayet bu şekilde kesin ifadelidir. Bir demogojiye ve tevile imkan bırakmamaktadır. İslâmî hareketin ya da İslâm düşüncesinin cıvıklaştırılmasına fırsat vermemektedir.

Gerçekte işin böyle olması zorunludur da. Çünkü sorun -dediğimiz gibi özünde inanç sorunudur, bu inanca göre hareket etme sorunudur. Dostluğun bütünüyle Allah’a özgü olması için, mutlak anlamda O’na güvenilmesi için, “din” olarak İslâm’ın benimsenmesi için, sorunun müslüman saf ile İslâm’ı din edinmeyen, onu hayat düzeni olarak benimsemeyen, diğer sıfatların ayrılığı sorunu olarak algılanması için ve İslâmî hareket, ciddiyet ve düzen bulunması için. Biricik önderlikten ve yegane sancaktan başka kimsenin dostluğu söz konusu değildir. Mümin topluluktan başkasıyla yardımlaşma mümkün değildir. Çünkü İslâm’ın hayat düzeninde işbirliği, inançtan kaynaklanmaktadır.

İslâm’ın sırf isimden ibaret olmaması, bir arma ve sembol olarak kalmaması, dille söylenen bir kelimeden, nesilden nesile geçen bir kültür mirasından ya da herhangi bir bölgede oturanlara özgü bir sıfattan ibaret olmaması için, ayetin akışı müminlerin belli başlı karakteristik özelliklerini açıklamaktadır: v

“…Namaz kılan, zekat veren, rukua varan müminler..”

Onların belirgin sıfatlarından biri namaz kılmaktır. -Sırf eda etmek değil namaz kılmaktan, eksiksiz eda edilmesi kastedilmektedir. Bu şekilde kılmaktan, yüce Allah’ın şu ayette belirlediği sonuçlar doğmaktadır:

“Kuşkusuz namaz, insanı kötülükten ve çirkin şeyleri yapmaktan alıkoyar.” (Ankebut Suresi, 45)

Kıldığı namaz kişiyi kötülükten ve çirkin şeyleri yapmaktan alıkoymuyorsa bu, namaz dosdoğru kılınmamış demektir. Çünkü şayet Allah’ın söylediği şekilde kılınmış olsaydı, kuşkusuz onu bunlardan alıkoyardı.

Bir diğer sıfatları da zekat vermektir. Yani gönül hoşnutluğu ve isteğiyle Allah’ın emrine itaat etmek ve O’na yaklaşmak amacıyla malın hakkını vermektir. Kuşkusuz zekat yalnızca mâli bir vergi değildir. O, aynı zamanda ibrettir de. Ya da ibadettir. Bu da bir tarzda değişik hedefleri gözeten İslâm düzeninin belirgin bir özelliğidir. Bir hedefi gerçekleştirirken, birkaç hedefi göz ardı eden yeryüzü düzenlerinin hiçbiri böyle değildir.

Toplumun durumunu düzeltmek için, uygar anlamda ve malın vergisini toplamak veya devlet adına, ya da halk adına yahut herhangi bir yeryüzü mercii adına zenginlerden alıp fakirlere vermek yeterli değildir. Bu haliyle sadece bir tek hedef gerçekleştirilmiş olur; ihtiyaç sahiplerine mal ulaştırmak.

Zekat ise; ismi ve anlamı, amacını belirlemektir. Herşeyden önce zekat, temizlik ve gelişmedir. Allah’a yönelik bir kulluk şekli olmakla ve beraberinde fakir kardeşlerine karşı insana güzel duygular ilham ettirmekle, vicdan temizliğini sağlamaktadır. Allah için açılan bir kulluk olmasından dolayı, bu eylemi gerçekleştirende ahirette güzel bir mükafat alma ümidini doğurmaktadır. Bereketle ve bereketli ekonomik düzenle, malının dünya hayatında artacağını ummasını sağladığı gibi. Sonra, zekatı alan fakirlerin gönüllerinde güzel duygular uyandırır. Zenginlerin mallarında kendileri için bir hak belirlemekle yüce Allah’ın, kendilerine lütfettiğini anlarlar. Artık zengin kardeşlerine karşı kin ve çekemezlik duygularına kapılamazlar. -Bununla beraber İslâm düzeninde zenginlerin helal yollarla mal kazandığını, maldan paylarına düşeni toplarken hiç kimseye haksızlık etmediklerini de hatırlatalım. Son olarak bu hoşnut, iyi, güzel atmosferde; zekat, temizlik ve gelişme atmosferinde malî bir vergiyi de yerine getirmiş oluyor.

 

Zekat vermek, müminlerin hayatî işlerde Allah’ın şeriatına uyduklarını gösteren en belirgin özelliklerinden biridir. Bu, aynı zamanda her işlerinde, yüce Allah’ın otoritesini kabul ettiklerini de göstermektedir. İşte İslâm budur.

“…Rukua varan müminler..”

Bu onların karakteristik durumudur. Sanki sürekli olarak asıl durumları budur. Bu nedenle, “namaz kılanlar” sıfatıyla yekinilmemektedir. Bu yeni özellik, daha genel ve daha kapsayıcı bir özelliktir. Çünkü bu gönüllerde sürekli durumları buymuş gibi bir düşünce uyandırıyor. Onların en belirgin özellikleri ve onunla tanındıkları bu özelliktir.

Bu tür münasebetlerle, Kur’an’ın ifade tarzının uyandırdığı ilhamlar, ne kadar da etkileyicidir.

Yüce Allah, kendisine güvenmelerine, O’na sığınmalarına, sırasıyla yalnızca O’na, peygamberine ve müminlere dost olmalarına ve tamamen Allah için oluşmuş saffın dışında tüm saflardan bütünüyle ayrılmalarına karşılık, müminlere yardım ve galibiyet vaad etmektedir.

Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutub

 

Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav), din kardeşliğinin akrabalıktan öte bir yakınlık olduğunu belirtmiş , Müslüman olmayan akrabalarıyla aralarındaki ilginin mâhiyetini şöyle açıklamıştır:

Riyazus Salihin, 332 Nolu Hadis

Ebû Abdullah Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gizli değil açıkca şöyle buyururken dinledim:

“(Akrabam olan) Falan oğulları ailesi benim dostlarım değildir. Benim dostlarım Allah Teâlâ ile iyi mü’minlerdir. Fakat ötekilerle aramızda akrabalık bağı bulunduğu için kendileriyle ilgimi kesmeyeceğim.” Buhârî, Edeb 14; Müslim, Îmân 366

Riyazus Salihin, 367 Nolu Hadis

Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh’den Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Mü’minden başkasını dost tutma, yemeğini  müttakîlerden başkasına tattırma!”

Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizî, Zühd 56

 

اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ


اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  ismidir.

وَلِيُّكُمُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.  رَسُولُهُ  atıf harfi  وَ ‘la lafza-i celâle matuftur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, birinci ism-i mevsûlun bedeli veya sıfatıdır. İsm-i mevsûlun sılası  يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُق۪يمُونَ  fiili,  نَ ’un  sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  يُؤْتُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

الزَّكٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  رَاكِعُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

رَاكِعُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ركع  fiilinin ism-i failidir.
 

اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilen ilk cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celâl müsneddir. 

اِنَّمَا  ile yapılan kasr, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Veli olmak Allah’a kasredilmiştir. 

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir. اِنَّمَا  edatı; siyâkında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

Veli (dost) müteaddit olduğu halde veli kelimesinin tekil olarak zikredilmesi, dostluğun yalnız ve asaleten Allah Teâlâ’ya mahsus, Peygamber ve müminlere karşı dostluğun, ancak Allah Teâlâ’ya nispetle olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd) 

Lafza-i celâle matuf olan  رَسُولُهُ  izafeti, muzâfın şanı içindir.

İsm-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  de, lafza-i celâle matuftur. Sılası  اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

İkinci mevsûl, birinci için sıfat veya ondan bedeldir. Sılası muzari fiil sıygasında gelmiştir.  وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ  muzari fiil cümlesi ikinci mevsûlün sılasına, tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

Ayetin  وَ ’la gelen son cümlesi  وَهُمْ رَاكِعُونَ  hal cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ  ifadesinden sonra  هُمْ رَاكِعُونَ  cümlesinin zikredilmesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

وَهُمْ رَاكِعُونَ  ifadesinde  وَ  hal içindir yani namazlarını kıldıklarında, zekâtlarını verdiklerinde yaptıklarını rukû -yani Allah’a karşı huşû, ihbât/samimiyet ve tevazu- halinde yaparlar, demektir. (Keşşâf)

الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ - رَاكِعُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Namaz ve zekat muzari fiille ifade edilmiş, vakitleri geldikçe edasına ve devam etmesine işaret edilmiştir.

Rukû ise isim cümlesi olarak gelmiş, sübut ve devam ifade etmiştir. Çünkü bu kelimeden maksat nafile ibadetler ve Allah’ın bütün emir ve yasaklarına boyun eğmektir.

Ayet-i kerimede cem’ sanatı vardır. Dostluk üç noktada cem’ edilmiştir: 1. Allah dostluğu, 2. Resulün dostluğu, 3. Müminlerin dostluğu. 

Konu dallandırılarak anlatılmıştır. Itnâbdan tefri’ dir.

İman edenlerin vasıflarının, düzgün namaz kılan, zekat veren, rukû edenler şeklinde sayılması, tetmim ve ihtiras itnabıdır.

Rivâyete göre, bu âyet Ali (ra) hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:

"Ali, namazda rükûda iken biri ondan yardım istemiş; o da ona yüzüğünü atmış."

Bir rivayete göre  رَاكِعُ  kelimesinin  رَاكِعُونَ  şeklinde çoğul olarak kullanılması, insanları Ali’nin (ra) fiiline teşvik içindir. (Ebüssuûd) 

Namazın içinde rukû zaten yer alır. Bu nedenle rükunun ayrıca zikredilmesi tecrîd ve itaate dikkat çekilen bir tekiddir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Ayette müminlerin dostunun Allah, resulü ve diğer müminler olduğu belirtilmiş, tek bir varlıktan değil topluluktan söz edilmiştir. Muktezâ-i zâhire göre kelime أوليائكم şeklinde çoğul gelmesi gerekirken neden وَلِيُّكُمُ şeklinde tekil formda gelmiştir? Bunun cevabını Zemahşerî’nin ifadeleriyle aktaralım: Burada sözün aslı  اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ  ifadesidir yani dostluk asaleten Allah’a nispet edilmiştir. Dostluğun Resule ve müminlere nispeti ise Allah’a nispetini takibendir. Eğer zahiren gerektiği gibi ayet   اِنَّمَا اَوْلِيَاءِكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklinde olsaydı dostlukta asalet ve tebeiyyet ilişkisi kalmaz, müminlere dost olma noktasında Allah Teâlâ, resulü ve diğer müminlerle aynı konumda olurdu. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Mukteza-i Zahire Uygun Gelmemesi Durumu)