Mâide Sûresi 82. Ayet

لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ  ...

(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da “Biz hıristiyanlarız” diyenler olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَتَجِدَنَّ elbette bulursun و ج د
2 أَشَدَّ en yaman ش د د
3 النَّاسِ insanlar içerisinde ن و س
4 عَدَاوَةً düşman olarak ع د و
5 لِلَّذِينَ kimselere
6 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
7 الْيَهُودَ yahudileri
8 وَالَّذِينَ kimseleri
9 أَشْرَكُوا ve inkar eden(leri) ش ر ك
10 وَلَتَجِدَنَّ ve bulursun و ج د
11 أَقْرَبَهُمْ en yakınları da ق ر ب
12 مَوَدَّةً sevgice و د د
13 لِلَّذِينَ kimselere
14 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
15 الَّذِينَ kimseleri
16 قَالُوا diyenleri ق و ل
17 إِنَّا biz
18 نَصَارَىٰ hıristiyanlarız ن ص ر
19 ذَٰلِكَ çünkü
20 بِأَنَّ şüphesiz
21 مِنْهُمْ onların içlerinde vardır
22 قِسِّيسِينَ keşişler ق س س
23 وَرُهْبَانًا ve rahipler ر ه ب
24 وَأَنَّهُمْ ve onlar
25 لَا
26 يَسْتَكْبِرُونَ büyüklük taslamazlar ك ب ر
 

MÜMİNLERE KARŞI EHL-İ KİTABIN VE MÜŞRİKLERİN TAVIRLARI

Bu bölüm, sûrenin yarısından fazlasını kapsayan uzun konunun bir devamıdır. Burada yahudilerden, hristiyanlardan ve müşriklerden, bu üç kesimin peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) ve müslüman ümmete karşı tutumlarından söz edilmektedir. Daha önce hem hristiyanların ve hem de yahudilerin inanç sistemlerinin bozuk olduğuna temas edilmiş, yahudilerin hem kendi peygamberlerine hem de son peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) karşı kötü niyet beslediklerine, onlara karşı katı tavırlar takındıklarına, peygambere karşı müşrikleri desteklediklerine değinilmiştir… Yahudilerin ve hristiyanların kendi kitaplarını uygulamadıkları, Hz. Muhammed’in (salât ve selâm üzerine olsun) kendilerine sunduğu Kur’an’ı yalanladıklarından dolayı akide olarak “küfre” düştükleri hükme bağlanmış ve Tevrat’ı, İncil’i ve Rabblerinden kendilerine gönderilen Kur’an’ı yürürlüğe koymadıkları müddetçe hiçbir gerçeğe dayanmış olmayacakları vurgulanmıştır.

Sonra hitap peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) yöneltilmiş ve Rabbinden kendisine gönderilen vahyi müşrik, yahudi, hristiyan herkese ulaştırması gerektiği bildirilmiştir. Bu kesimlerin hepsi de İslâm’a girmeleri için İslâm’la muhataptı. Ayrıca müslüman ümmete yöneltilen hitabta; Allah’a, peygambere ve iman edenlere dost olmaları, yahudi ve hristiyanlarla ise dost olmamaları gerektiği, onların bir kısmının bir kısmına dost oldukları, yahudilerin inkar edenlerle dostlukları ve Hz. Davut ile Meryem’in oğlu Hz. İsa tarafından lanetlendikleri belirtilmiştir.

Sûrenin geri kalan şimdiki bölümünde ise, bütün bu grupların peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) ve müslüman ümmete karşı takındıkları tavırlar dile getirilmektedir. Ahirette hepsini bekleyen ceza anlatılmaktadır.

Bu İslâm ümmeti, Kur’an-ı Kerim’in direktifleri ve açıklamalarına göre, stratejisini ve hareketini belirlemek, tüm insanlara karşı tutumlarını bu direktiflere ve açıklamalara uygun biçimde ayarlamak için inanıyor ve ona sahipleniyordu. Bu kitap, İslâm ümmetine yön veren, onu harekete geçiren, kılavuzluk eden ve yol gösteren bir kitaptı. Onun içindir ki bu ümmet hep galipti, mağlup olmamıştı. Zira peygamberi yüce ilahî direktifler doğrultusunda ona liderlik ettiği andan itibaren, düşmanıyla giriştiği savaşlarda, sürekli olarak doğrudan Rabbanî bir liderliğe bağlı olarak hareket etmiştir.

 

Bu Rabbanî direktifler ve Kur’an-ı Kerim’in kapsadığı açıklamalar halâ tazeliğini korumaktadır. Bugün de yarın da İslâm’ın mesajını yüklenenler, bu direktïflerle ve açıklamalarla sanki şu anda kendilerine iniyormuş gibi muhatap olmak zorundadırlar. Bu direktiflerin ve açıklamaların ışığı altında çeşitli insan kesimlerine, çeşitli görüşlere, ekollere, inançlara, çeşitli kurumlara ve düzenlere, çeşitli değerlere ve ölçülere karşı tavırlarını belirlemek mecburiyetindedirler. Bu, bugün böyle olduğu gibi yarın da böyle olacak ve kıyamete kadar da öyle devam edecektir…

“İnsanlar arasında müminlere en amansız düşman olanların yahudiler ve Allah’a ortak koşanlar olduğunu göreceksin…’

Ayet-i kerimenin ifadesi Hz. Peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) özel bir hitab olabileceği gibi, genel geçer bir gerçeği dile getiren genel bir hitap da olabilir. Çünkü her insanın görebildiği apaçık bir realiteyi dile getirmektedir. Kur’an-ı Kerim’in kendisiyle indirildiği dil olan Arapça’da bu tür ifade biçimlerine rastlamak mümkündür. Ayet, her iki halde de, değindiği gerçeği açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Bu gerçeği belirttikten sonra, ayetin ifade biçiminde yahudilere ortak koşanlardan önce yer verilmesi dikkat çekmektedir. Yani iman edenlere en amansız düşmanlar müşriklerden önce yahudilerdir. Yahudilerin düşmanlığı müşriklerinden daha yaman, daha acımasız daha apaçık ve düşünen herkesin görebileceği bir realitedir. Düşmanlıkta önce yahudiler sonra müşrikler gelir.

Evet, ifade şekillerinde “ve” bağlacı ile yapılan bağlamalar beraberlik ifade eder; bir sıralama, bir öncelik sonralık anlamına gelmez. Ancak burada yahudilerin önce kaydedilmesi, onların kökeni ehli kitap olmaları nedeniyle iman edenlere karşı müşriklerden daha az düşman olmaları gerektiği şeklindeki anlayışla beraber ele alındığında bu öne alışın, özel bir önemi olduğunu ve Arap ifade biçimde “ve” ile yapılan atıflardan farklı bir ifade tarzı olduğunu kestirebiliriz. Çünkü bu öne alış en azından onların Ehl-i Kitap oluşlarının, bir vakıa olan gerçeği, yani onların da aynı Allah’a ortak koşanlar gibi iman edenlere amansız düşman kesildikleri gerçeğini değiştirmediğine dikkat çekmektedir. Bunun “en azından” böyle olduğunu söylüyoruz. Fakat böyle söylemiş olmak yahudilerin düşmanlıkta Allah’a ortak koşanları da geçebileceği ihtimalini ortadan kaldırmaz.

İnsan bu Rabbani açıklamayı, İslâm’ın doğuşundan günümüze kadar somut tarihi gerçeklerle açıklamaya çalıştığında, yahudilerin iman edenlere karşı düşmanlığının, müşriklerin düşmanlığına oranla daha amansız, daha katı, daha ısrarlı ve daha köklü olduğuna karar vermede asla tereddüt etmez!

Yahudiler, Medine’de ilk İslâm Devleti kurulduğu andan itibaren İslâm’a karşı düşmanca tavır koydular. İslâm ümmetinin ilk ümmet olduğu günden itibaren ona karşı tezgahlar kurdular. Kur’an-ı Kerim’in bu düşmanlık ve düzenbazlıklara ilişkin açıklamaları ve işaretleri yahudilerin tarih boyunca İslâm’a, peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) ve müslüman ümmete karşı giriştikleri sürekli savaşı, on dört asra yakın bir zamandır bir an dahi sönmeyen ve bugün hâlâ yeryüzünün her bölgesinde bütün şiddetiyle devam eden savaşı, tek başına aydınlatmaya yeterlidir.’

Hz. Peygamber Medine’ye vardığında ilk iş olarak yahudilerle bir arada yaşama anlaşması yapmış ve onları ellerindeki Tevrat’ı tasdik edene; İslâm’a çağırmıştı. Fakat onlar bu anlaşmaya bağlı kalmamışlardı. Nitekim tarih boyunca her zaman Rableriyle ve daha önceki peygamberleriyle yaptıkları her sözleşmeyi bozmuşlardı. Hatta onlar hakkında Allah buyuruyor ki:

“Biz sana öyle gerçekler, açıklayıcı ayetler indirdik ki, onları sadece fasıklar inkar eder.”

Onlar ne zaman bir ahit yaptılar ise aralarından bir grup onu bozup bir yan;a atmadı mı? Aslında onların çoğu inanmaz.

 

Onlara Allah katından önlerindeki kitabı onaylayan bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerin bir grubu, Allah’ın kitabını hiç bilmiyorlarmış gibi onu arkalarına attılar.

Allah’ın Evs ve Hazreç kabilelerini İslâm’da birleştirdiği günden itibaren İslâm ve müslümanlara karşı düşmanlıklarını gizlediler. Artık yahudiler, onlar üzerinde ne olumlu ne de olumsuz hiçbir etkiye sahip değildi. Müslüman ümmetin liderliği belirginlik kazanıp Hz. Muhammed’in (salât ve selâm üzerine olsun) dizginleri eline aldığı günden itibaren yahudilerin otoritesine yer kalmamıştı.

Onlar yahudi düzenbazlık dehasının ortaya koyduğu, Babil’deki esaretin, Mısır’daki köleliğin ve Roma Devleti’ndeki ezikliğin kendisine kazandırdığı her çeşit silah ve vasıtayı kullanmıştı. İslâm, tarih boyunca ulusların ve inançların kendilerine uyguladığı baskıdan sonra, onlara geniş imkanlar tanımasına rağmen, onlar ilk gününden itibaren İslâm’ın nezaketini en çirkin tuzaklarla, en alçak hilelerle geri çevirmişlerdi.

Arap yarımadasında Allah’a ortak koşan bütün güçleri İslâm’a ve müslümanlara karşı kışkırtmıştı. Birbirinden apayrı kabileleri müslüman kitleye karşı savaşmak için, bir araya getirmeye çalışmışlardı.

İnsanların müslüman olduğu devirlerde İslâm, onları hakkın gücü ile mağlup edince, İslâm’a karşı daha sinsi düzenbazlıklara yönelip, kitaplarına uydurma şeyler sokmaya çalıştılar. Öyle ki bu tahrifatta yüce Allah’ın korumayı garanti ettiği Kur’an-ı Kerim dışında yakasını kurtarabilen tek İslâm kitabı kalmamıştır. Ayrıca müslümanların safları arasında ayrılık tohumlarını ektiler. Daha yeni olarak İslâm’a girenleri, İslâm’ı henüz iyice kavrayamamış müslüman ülkelerden birtakım kimseleri kullanma metoduyla, fitneyi körüklemeye çalıştılar. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki İslâm düşmanlarını bu dine karşı kışkırtarak da bir takım komplolar hazırladılar. Onların bu tavırları son asra kadar değişmeden geldi. Şimdi onlar yeryüzünün her tarafında İslâm’a karşı yürütülen savaşın liderliğini yapıyorlar. Bu kapsamlı savaşta hem Haçlıları hem putperestleri kullananlar, yeni akımlar oluşturan ve müslümanların adlarını taşıyan bazı kimseleri kahraman yapanlar, bu dinin temellerinden her birini yok etmek; Haçlı-Siyonist bir savaş vermek için, bu kahramanları ileri sürenler de yine onlardır!

Ve gerçekten yüce Allah doğru söylemiştir: “İnsanlar arasında müminlere en acımasız düşman olanların yahudiler ve Allah’a ortak koşanlar olduğunu göreceksiniz.”

Medine’de kurulan İslâm Devleti’ne karşı düşman kitlelerini kışkırtan, Beni Kurayza ve diğer yahudiler ile Mekke’deki Kureyş ve Arap yarımadasındaki diğer kabileleri birleştiren yahudidir.

Hz. Osman’ın (Allah ondan razı olsun) ölümü ile sonuçlanan ve ondan sonra baş gösteren iç çekişmelerde göze çarpan fitne olayında halk kitlelerini kışkırtan, dağınık kitleleri birleştiren ve doğru yanlış haberler yayan yahudilerdir.

Hz. Peygamber’in (salât ve selâm üzerine olsun) hadislerine, rivayetlere ve İslâm tarihine uydurma ve yalan şeyler katmaya önderlik eden yahudidir. Bunu izleyen ve yeryüzünün herhangi bir yerinde ortaya çıkan İslâmî direnişin öncülerine karşı başlatılan savaşın arkasında yahudi vardır.

Sonra, ateist-materyalist ideolojinin arkasında olan yahudidir. Hayvanî seksüel duyguların, serbestliğini öngören görüşlerin arkasında yahudi vardır. Tüm kutsal şeylere ve sınırlamalara karşı olan, yıkıcı görüşlerin çoğu yahudi tezgahıdır!

Yahudilerin İslâm’a karşı başlattıkları savaş, Allah’a ortak koşanların ve putperestlerin eskisi ve yenisiyle İslâm’a karşı verdikleri barbarca savaşlardan daha uzun boylu ve daha geniş çaplı olmuştur. Allah’a ortak koşucu olan Araplarla girişilen savaş, bütünü ile yirmi yıldan fazla bir zaman almamıştı. Pers İmparatorluğu’yla girişilen savaş da ancak bu kadar zaman almıştı. Bu asırda ise, Hint putperestliğiyle İslâm arasındaki savaşın şiddetli bir savaş olduğu açık olmasına rağmen, bu savaşın şiddeti, Siyonizmin İslâm’a karşı sürdürdüğü savaşın şiddetine ulaşmamıştır. Marksizm de bu uluslararası savaşın bir boyutudur. Yahudilerin İslâm’a karşı başlattığı sürekli ve geniş kapsamlı savaşın, ilerde değineceğimiz Haçlı savaşlarından başka bir benzerine rastlanamaz.

 

Yüce Allah’ın “İnsanlar arasında müminlere en acımasız düşman olanların yahudiler ve Allah’a ortak koşanlar olduğunu göreceksin” dediğini işitir ve metinde yahudilerin, ortak koşuculardan önce kaydedildiğine dikkat eder, sonra da tarihi realiteyi gözden geçirirsek, yahudilerin, neden ortak koşuculardan daha önce yer aldığını, Allah’ın buna ilişkin hikmetini bir ölçüde kavrayabiliriz!

Bu yahudilerin, çirkin, iğrenç karakteridir. Sürekli olarak gönüllerinde İslâm’a ve peygamberimize karşı bir kin beslemişlerdir. Bu nedenle Allah peygamberini ve müslümanları onlardan sakındırmıştır. Yahudilerin bu çirkin ve iğrenç karakteri ile İslâm ve İslâm’ı en güzel biçimde yaşadıkları sırada müslümanlardan başkası baş edememiştir. Bu çirkin ve şirret karakterden dünyayı ancak İslâm kurtarabilir, insanlar ona teslim olduğu gün.

“Buna karşılık müminlere en çok sempati duyanların “Biz hristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin. Çünkü hristiyanlar arasında Allah’a bağlı bilginler ve din adamları vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.”

Fizilal-il Kur’an, Seyyid Kutub

 
رهب Sakınma, tedbir ve kargaşayla birlikte olan korkma anlamındadır. . (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rahib, ruhban ve terhibdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 
 

لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ 

 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  تَجِدَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nunu sakiledir. Bu yüzden fetha ile mebni muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ‘dir.

Tekid  نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

اَشَدَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَدَاوَةً  temyiz olup fetha ile mansubtur.

Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: 

a. İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, 

b. Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, 

c. İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, 

d. Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle  عَدَاوَةً ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا الْيَهُودَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

الْيَهُودَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, atıf harfi  وَ ’la  الْيَهُودَ ’ye matuf olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اَشْرَكُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَشْرَكُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

اَشْرَكُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


  وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  تَجِدَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nunu sakiledir. Bu yüzden fetha ile mebni muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Tekid  نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

اَقْرَبَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.

مَوَدَّةً  temyiz olup fetha ile mansubtur.

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مَوَدَّةً ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنَّا نَصَارٰٓى ’dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

نَصَارٰٓى  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.


ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

 

İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  بِ  harf-i ceri sebebiyyedir.

مِنْهُمْ  car mecruru  أَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  قِسّ۪يس۪ينَ  kelimesi  أَنَّ ’nin muahhar ismidir.

رُهْبَانًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  قِسّ۪يس۪ينَ ’ye matuftur.

وَ  atıf harfidir.  اَنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde önceki masdar-ı müevvele matuftur.

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

لَا يَسْتَكْبِرُونَ  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَكْبِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَسْتَكْبِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’al babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ  kavlindeki  بِ  harf-i ceri, sebebiyyedir. Lam-ı ta’lîl manasını ifade eder.  مِنْهُمْ  kavlindeki zamir Hıristiyanlara aittir. (Âşûr)
 

لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ 

 

Ayet, mahzuf kasemin cevabıdır.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasemin cevabı olan …لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Hem yemin lâmı hem de nûn-u tekid es-sakîle gelmiştir.

Mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ينَ ’nin sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki ikinci ism-i mevsûlün sılası da aynı üsluptadır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Takdim edilmesi dolayısıyla cümlede Yahudilerin, Hristiyanlardan daha şiddetli düşman olduğuna işaret vardır.

عَدَاوَةً temyiz olarak mansubtur. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Bu istînaf cümlesi, daha öncekiler gibi Yahudilerin çirkinliklerini, küfürdeki derinliklerini ve müşriklerle aralarındaki yakınlığı açıklar. Cümlenin lâm-ı kasemle başlaması veya yeminle tekid edilmesi, içeriğinin beyanına itina gösterildiği içindir.

Hitap, ya Resulullah (sav) içindir ya da buna muhatap olabilen herkes içindir.

İkinci görüşe göre hitabın umumi olması, onların hallerinin hiçbir insan için gizli olmadığını bildirmeyi hedefler.

Allah Teâlâ’nın, Yahudileri ve müşrikleri bu şekilde vasıflandırması, serkeşlikleri, küfürdeki katılıkları, nefsanî arzulara dalmaktaki hırsları, taklide yakın ve tahkikten uzak olmaları, peygamberlere karşı isyan ve temerrütteki maharetleri, peygamberlere karşı tekzib ve mukavemete cüret göstermeleri sebebiyledir.

Yahudilerin, en önce zikredilmesi düşmanlıkta onların müşriklerden de önde olduklarını bildirmeyi amaçlar. Nitekim,

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّاَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ  [(Resulüm) sen onları hayata karşı insanların en hırslısı (اَحْرَصَ /en haris) bulacaksın. Müşriklerden de fazla... Onlardan her biri bin sene yaşamak ister. (Bakara Suresi, 96)] mealindeki ayette de onların önce zikredilmesi, yaşama ihtirasında müşriklerden de önde olduklarını gösterir. (Ebüssuûd)


 وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ 

 

Cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mahzuf  kasemin cevabıdır.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasemin cevabı olan …لَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ  cümlesi  müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Hem yemin lâmı hem de nûn-u tekid es-sakîle gelmiştir.

Mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ينَ ’nin sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki ikinci ism-i mevsûlün sılası da aynı üsluptadır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

İkinci ism-i mevsûlün sılasında mekulü’l-kavl, اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim  cümlesi formunda gelmesi sübut ifade etmiştir.

مَوَدَّةً  temyiz olarak mansubtur. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

لَتَجِدَنَّ - اٰمَنُوا - الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ  cümlesi ile  وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰى  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

مَوَدَّةً  - عَدَاوَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَقْرَبَهُمْ - مَوَدَّةً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لَتَجِدَنَّ ‘deki kasem lâmı olup ve tekid nûnunun ziyadesiyle birlikte tekid kastedilir. (Âşûr) 

Burada  الوِجْدانُ kelimesi kalbi, vicdanı ifade eder ve ilim fiillerindendir. Bu sebeple iki mef’ûlle müteaddi yapılır. (Âşûr) 

Hristiyanların bu şekilde tavsifi, İslam’ın hak din olduğu inancını izhar etmemekle beraber onların, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız ve hak ehlinin dostlarıyız.” demeleri sebebiyle sevgi bakımından Müslümanlara en yakın olduklarını bildirmek içindir.

اَشَدَّ ‘nin karşıtı olarak  الضعف (en zayıf) veya  القرب ‘in karşıtı olarak  البعد (en uzak) denmemesi, iki fırka arasında son derece farklılık bulunduğunu zımnen bildirmek içindir. Çünkü böylelikle bu iki fırkadan, birinin iki zıddın en son; diğerinin de diğer zıddın en yakın mertebesinde bulunduğu beyan edilmiş olur. (Ebüssuûd)


ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

 

Ta’lîliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. 

Mübteda ve haberden oluşmuş fâide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin hazfi nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır.

اَنَّ ve akabindeki isim cümlesi masdar tevilindedir. بِ sebebiyle mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel mahzuf habere müteallıktır.

Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اَنَّ مِنْهُمْ  kelimesinin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  قِسّ۪يس۪ينَ  muahhar ismidir.  رُهْبَانًا  tezâyüf sebebiyle  قِسّ۪يس۪ينَ ’ye matuftur.

Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.

ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)

İkinci  masdar-ı müevvel, birinciye matuftur. Faide-i haber inkâr i kelam olan cümlede  اَنَّ ’nin haberi olumsuz muzari fiille gelmiştir. 

Nefî harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin muzari fiil olması ayrıca hudûs, hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

رَاهِب ; fazla korkudan aşırı derecede ibadet etmektir. Kelimenin nekre olarak gelmesi çokluk ifadesi içindir.

قِسّ۪ ; gece vakitlerinde yoklamak ve araştırmak anlamındadır. Onlara bu ismin verilmesi İsfahânî’ye göre ilim alanında ziyadesiyle araştırmacı oldukları içindir. (Ebüssuûd)