وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | eğer |
|
2 | كَانُوا | olsalardı |
|
3 | يُؤْمِنُونَ | inanıyor |
|
4 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
5 | وَالنَّبِيِّ | Peygambere |
|
6 | وَمَا | ve şeye |
|
7 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
8 | إِلَيْهِ | ona |
|
9 | مَا |
|
|
10 | اتَّخَذُوهُمْ | onları edinmezlerdi |
|
11 | أَوْلِيَاءَ | veli |
|
12 | وَلَٰكِنَّ | ama |
|
13 | كَثِيرًا | çoğu |
|
14 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
15 | فَاسِقُونَ | yoldan çıkmışlardır |
|
İşte kendi elleriyle kendilerine hazırladıkları akıbet budur. Allah’ın gazabına uğramaları… Cehennemde süresiz olarak kalmaları. Bu ne kötü bir akıbettir. Kendi elleriyle kendilerine sundukları şey ne kötüdür! Aman Allah’ım! Bu ne acı bir meyvedir, kafirlere dost olmalarının meyvesi!
bizden kim bu toplulukla ilgili Allah’ın sözünü duymuşsa, Allah’ın izin vermediği birtakım bahaneler ileri sürüp müslümanlarla kafirleri dost edinen düşmanları arasında dostluğu ve işbirliği yapmaya kalkışmasın. Ve kafirleri dost edinen düşmanlarına yanaşmasın.
Peki sebep ? Onları kâfirlerle dost olmaya iten sebep nedir? Allah’a ve peygamberimize iman etmemeleridir.
“Eğer onlar Allah’a, peygambere ve O’na indirilen Kur’an’a inansalardı, kafirleri dost edinmezlerdi. Onların çoğu fasık, yoldan çıkmış kimselerdir.”
İşte neden budur. Onlar Allah’a ve peygamberimize iman etmemişlerdir. Onların çoğu fasıktır. Öyleyse onlar bilinçte ve yönelişte kafirlerle aynı gruptandır. Bu nedenle müminleri dost edinmeyip, kafirleri dost edinmelerinde bir gariplik yoktur. Kur’an’ın bu değerlendirmesiyle üç gerçek ortaya çıkmaktadır:
Birinci gerçek: Peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) iman eden az bir grup dışında Ehli Kitab’ın tamamı Allah’a inanmamıştır. Çünkü onlar Allah’ın son peygamberine inanmamışlardır. Kur’an onların yalnız peygamberimize iman etmediklerini değil, Allah’a da iman etmediklerini belirtmektedir.
“Eğer onlar Allah’a, Peygambere ve O’na indirilen Kur’an’a inansalardı, kâfirleri dost edinmezlerdi. Onların çoğu fasık, yoldan çıkmış kimselerdir.”
Bu Allah’ın, saptırması mümkün olmayan açık bir belirlemesidir. Onlar istediği kadar Allah’a iman ettiklerini iddia etsinler, özellikle bu derste ve başka Kur’an ayetlerinde belirtildiği gibi, onların ilahlık gerçeği hakkındaki düşüncelerinin sapıklığını göz önünde bulundurduğumuzda bu gerçeği daha rahat kavrayabiliriz.
İkinci gerçek: Ehl-i Kitab’ın tamamı peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) tarafından Allah’ın dinine girmeye çağırılmıştır. Bu çağrıya kulak verenler iman etmiş ve Allah’ın dinine girmiştir. Yüz çevirenler de Allah’ın kendilerini nitelediği sıfatı hak etmişlerdir.
Üçüncü gerçek: Ehli Kitap ve müslümanlar arasında herhangi bir alanda, dostluk ve yardımlaşma söz konusu olamaz. Çünkü müslümana göre hayatın her alanı dinin emrine bağlı kalmak zorundadır.
Bununla beraber İslâm, müslümanlardan İslâm’ın egemen olduğu bölgede (Dar’ul-İslâm) günlük hayatlarında, ahlâklarında, canlarını, mallarını ve namuslarını korumada Ehl-i Kitaba iyi davranmalarını ister. Onları her ne olursa olsun, kendi inançlarında serbest bırakmalarını güzellikle İslâm’a çağırmalarını, güzellikle onlarla tartışmalarını, müslümanlarla barış ve antlaşmalarına bağlı kaldıkları müddetçe, müslümanların da bu antlaşmalara bağlı kalmalarını ister. Her ne olursa olsun, onlar din konusunda hiçbir zorlama ile karşılaşmazlar… İşte İslâm budur… Tüm açıklığı, bütün netliği, tüm güler yüzlülüğü ve bütün hoş görüsü ile İslâm…
Allah doğruyu söyler ve O doğru yolu gösterir.
Fizilal-il Kur’an/ Seyyid Kutub
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانُوا şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır. النَّبِيِّ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْهِ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اتَّخَذُوهُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَوْلِيَٓاءَ ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
اتَّخَذُوهُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
كَث۪يرًا kelimesi لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرًا ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. فَاسِقُونَ kelimesi لٰكِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
فَاسِقُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ
وَ atıftır. Ayet, 80. ayetteki …تَرٰى cümlesine matuftur. İki ayet arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
İlk cümle şart üslubunda haber cümlesidir. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان’nin haberi muzari fiil sıygasıyla gelerek hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Masdar harfi مَا ve akabindeki cümle masdar tevilindedir. Temâsül nedeniyle وَ’la makabline atfedilmiştir.
Cevap cümlesi مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede Allah isminin zikri tecrîd sanatıdır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
İman edilmesi gerekenlerin Allah, peygamber ve indirilen şeklinde sıralanması taksim sanatıdır.
وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
وَ atıftır. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. لٰكِنَّ ’nin haberi olan فَاسِقُونَ ‘nin ism-i fail kalıbında gelmesi istimrara delalet eder. Bu kalıp, sıfatın zamandan bağımsız olarak mevsûfta sürekli varlığına, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cümlede takdim tehir sanatı vardır. مِنْهُمْ amili olan فَاسِقُونَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.
يُؤْمِنُونَ - فَاسِقُونَ arasında tıbak-ı hafî vardır.