تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تَرَىٰ | görürsün |
|
2 | كَثِيرًا | çoğunun |
|
3 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
4 | يَتَوَلَّوْنَ | dostluk ettiklerini |
|
5 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
6 | كَفَرُوا | inkar edenlerle |
|
7 | لَبِئْسَ | ne kötüdür |
|
8 | مَا |
|
|
9 | قَدَّمَتْ | (yapıp) gönderdiği |
|
10 | لَهُمْ | kendileri için |
|
11 | أَنْفُسُهُمْ | nefislerinin |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | سَخِطَ | gazabetmiştir |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
16 | وَفِي | ve içinde |
|
17 | الْعَذَابِ | azab |
|
18 | هُمْ | onlar |
|
19 | خَالِدُونَ | sürekli kalacaklardır |
|
İşte kendi elleriyle kendilerine hazırladıkları akıbet budur. Allah’ın gazabına uğramaları… Cehennemde süresiz olarak kalmaları. Bu ne kötü bir akıbettir. Kendi elleriyle kendilerine sundukları şey ne kötüdür! Aman Allah’ım! Bu ne acı bir meyvedir, kafirlere dost olmalarının meyvesi!
bizden kim bu toplulukla ilgili Allah’ın sözünü duymuşsa, Allah’ın izin vermediği birtakım bahaneler ileri sürüp müslümanlarla kafirleri dost edinen düşmanları arasında dostluğu ve işbirliği yapmaya kalkışmasın. Ve kafirleri dost edinen düşmanlarına yanaşmasın.
Peki sebep ? Onları kâfirlerle dost olmaya iten sebep nedir? Allah’a ve peygamberimize iman etmemeleridir.
“Eğer onlar Allah’a, peygambere ve O’na indirilen Kur’an’a inansalardı, kafirleri dost edinmezlerdi. Onların çoğu fasık, yoldan çıkmış kimselerdir.”
İşte neden budur. Onlar Allah’a ve peygamberimize iman etmemişlerdir. Onların çoğu fasıktır. Öyleyse onlar bilinçte ve yönelişte kafirlerle aynı gruptandır. Bu nedenle müminleri dost edinmeyip, kafirleri dost edinmelerinde bir gariplik yoktur. Kur’an’ın bu değerlendirmesiyle üç gerçek ortaya çıkmaktadır:
Birinci gerçek: Peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) iman eden az bir grup dışında Ehli Kitab’ın tamamı Allah’a inanmamıştır. Çünkü onlar Allah’ın son peygamberine inanmamışlardır. Kur’an onların yalnız peygamberimize iman etmediklerini değil, Allah’a da iman etmediklerini belirtmektedir.
“Eğer onlar Allah’a, Peygambere ve O’na indirilen Kur’an’a inansalardı, kâfirleri dost edinmezlerdi. Onların çoğu fasık, yoldan çıkmış kimselerdir.”
Bu Allah’ın, saptırması mümkün olmayan açık bir belirlemesidir. Onlar istediği kadar Allah’a iman ettiklerini iddia etsinler, özellikle bu derste ve başka Kur’an ayetlerinde belirtildiği gibi, onların ilahlık gerçeği hakkındaki düşüncelerinin sapıklığını göz önünde bulundurduğumuzda bu gerçeği daha rahat kavrayabiliriz.
İkinci gerçek: Ehl-i Kitab’ın tamamı peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) tarafından Allah’ın dinine girmeye çağırılmıştır. Bu çağrıya kulak verenler iman etmiş ve Allah’ın dinine girmiştir. Yüz çevirenler de Allah’ın kendilerini nitelediği sıfatı hak etmişlerdir.
Üçüncü gerçek: Ehli Kitap ve müslümanlar arasında herhangi bir alanda, dostluk ve yardımlaşma söz konusu olamaz. Çünkü müslümana göre hayatın her alanı dinin emrine bağlı kalmak zorundadır.
Bununla beraber İslâm, müslümanlardan İslâm’ın egemen olduğu bölgede (Dar’ul-İslâm) günlük hayatlarında, ahlâklarında, canlarını, mallarını ve namuslarını korumada Ehl-i Kitaba iyi davranmalarını ister. Onları her ne olursa olsun, kendi inançlarında serbest bırakmalarını güzellikle İslâm’a çağırmalarını, güzellikle onlarla tartışmalarını, müslümanlarla barış ve antlaşmalarına bağlı kaldıkları müddetçe, müslümanların da bu antlaşmalara bağlı kalmalarını ister. Her ne olursa olsun, onlar din konusunda hiçbir zorlama ile karşılaşmazlar… İşte İslâm budur… Tüm açıklığı, bütün netliği, tüm güler yüzlülüğü ve bütün hoş görüsü ile İslâm…
Allah doğruyu söyler ve O doğru yolu gösterir.
Fizilal-il Kur’an/ Seyyid Kutub
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
Fiil cümlesidir. تَرَى mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
كَث۪يرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرًا ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَتَوَلَّوْنَ cümlesi كَث۪يرًا ’in hali olarak mahallen mansubtur.
يَتَوَلَّوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَوَلَّوْنَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ‘dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ
لَ mukadder kasemin cevabına dahil olan muvattiedir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَا harfi, بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
لَهُمْ car mecruru قَدَّمَتْ fiiline müteallıktır. اَنْفُسُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, هو موجب سخط الله (Allah’ın öfkesi gerekir.) şeklindedir.
سَخِطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru سَخِطَ fiiline müteallıktır.
اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ kavlindeki اَنْ mazi fiile dahil olan masdar harfidir. Bu caizdir. (Âşûr)
وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
وَ atıf harfidir. فِي الْعَذَابِ car mecruru خَالِدُونَ ’ye müteallıktır. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَالِدُونَ kelimesi haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesi hal olarak mansub mahaldedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedün ileyhi tahkir amacıyla mevsûl olarak gelmiştir. Her zaman mevsûlü takip eden sılası كَفَرُواۜ , mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
و ’sız gelen müekked hal cümlesi, bu vasfın onların değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Resulullah’ın (sav) zamanında olan Yahudilerden bir topluluğun halinin anlatıldığı ibtidaiyye bir cümledir. İslam çoğunlukla münafıkları ortaya çıkarır. يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا sözü de buna delalet eder. (Âşûr)
تَرٰى kavli gözle görmektir. Hitap Resulullah’adır. كَث۪يرًا مِنْهُمْ ile kastedilen, تَرٰى sözünün karînesiyle Medine Yahudileridir. Medine Yahudilerinin bir çoğunun nifakı İslam’la ortaya çıkmıştır. (Âşûr)
لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ
Ayetin bu cümlesi kasem üslubunda gayrı talebî inşâi isnaddır. Kasemin cevabı بِئۡسَ‘nin dahil olduğu inşa cümlesidir. بِئۡسَ zem fiilidir. Zem fiilinin mahsusu mahzuftur.
Kasem fiilinin ve zemin mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِئْسَ ’nin faili konumundadır. مَا’da tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesi, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki masdar harfi اَنْ ve müteakip cümle masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberi konumundadır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelen masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi kalplerde haşyet duyguları uyandırmak ve ikaz içindir.
قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ [Nefislerin takdim ettiği] ifadesinde tecrîd sanatı vardır.
قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ [Nefislerinin onlara takdim ettiği şey ne kötüdür!] Kıyamet günü varmak için işledikleri şey ne kötüdür demektir. (Allah’ın onlara gazap etmesi ne kötüdür) bu da بِئْسَ fiilinin mahsus biz zemmidir, mana da şöyledir: Allah’ın gazabını ve azapta ebedi kalmayı icap eden şey ne kötüdür!
Ya da zemmin illetidir, mahsus ise mahzûftur yani bu ne kötü şeydir, çünkü onlara gazabı ve cehennemde ebedi kalmayı kazandırmıştır. (Beyzâvî, Âşûr)
وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
Ayetin fasılası tezâyüf sebebiyle makabline atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. فِي الْعَذَابِ müsned olan خَالِدُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim, önemi sebebiyledir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrara delalet eder.
فِي الْعَذَابِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. Bu harfteki zarfiyet manası dolayısıyla azap içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü azap, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Bu istiareyle azabın onları her yönden kapladığı ve kurtulma imkanı olmayacak şekilde sardığı ifade edilerek, şiddeti vurgulanmıştır.