لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | yoktur |
|
2 | عَلَى | üzerine |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | امَنُوا | inananlar |
|
5 | وَعَمِلُوا | ve yapanlara |
|
6 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
7 | جُنَاحٌ | bir günah |
|
8 | فِيمَا | ötürü |
|
9 | طَعِمُوا | yediklerinden |
|
10 | إِذَا | bundan böyle |
|
11 | مَا | takdirde |
|
12 | اتَّقَوْا | korundukları |
|
13 | وَامَنُوا | ve inandıkları |
|
14 | وَعَمِلُوا | ve yaptıkları |
|
15 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
16 | ثُمَّ | sonra (yine) |
|
17 | اتَّقَوْا | korundukları |
|
18 | وَامَنُوا | ve inandıkları |
|
19 | ثُمَّ | ve yine |
|
20 | اتَّقَوْا | korundukları |
|
21 | وَأَحْسَنُوا | ve iyilik ettikleri |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah |
|
23 | يُحِبُّ | sever |
|
24 | الْمُحْسِنِينَ | güzel davrananları |
|
İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara, günahlardan sakındıkları ve imanlarını koruyup iyi işler yapmayı sürdürdükleri, sakınmaya devam edip imanlarına bağlı kaldıkları, hem günahlardan sakınıp hem en iyiyi yapmaya çalıştıkları takdirde daha önce yiyip içtiklerinden ötürü bir günah yoktur. Allah, rızasına uygun davrananları sever.
Diyanet tefsiri
İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İnananlara ve faydalı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, faydalı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur…” (Maide 93) ayeti indiği zaman Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana dedi ki: “Bana senin onlardan olduğun söylendi.”
Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 109, (2459). Tirmizi, Tefsir, Maide, (3056).
Yine Müslim’in bir başka rivayetinde Bera (radıyallahu anh) şunu anlatıyor: “Şarap haram edilmezden önce, Ashab (radıyallahu anhüm)’tan bazıları vefat etmişti. Şarap haram edilince birçok kimse: “Arkadaşlarımız şarap içerek öldüler, onların hali ne olacak?” dediler. Bunun üzerine ayet indi: “İnananlara, ve faydalı iş yapanlara… daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur” (Maide 93) ayeti indi.”
Tirmizi, Tefsir Maide, (3054).
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
عَلَى الَّذ۪ينَ car mecruru لَیۡسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
جُنَاحٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası طَعِمُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
طَعِمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا mukadder cevaba müteallıktır. Takdiri; إذا ما اتقوا لا يأثمون (korkarlarsa günah işlemezler) şeklindedir.
مَا zaiddir. اتَّقَوْا elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
اتَّقَوْا elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ثُمَّ اتَّقَوْا cümlesinin tekrarı lafzî tekiddir. اَحْسَنُوا fiili atıf harfi وَ ’la اتَّقَوْا fiiline matuftur.
وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Mübtedanın haberi olan يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ cümlesi mahallen merfûdur.
یُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْمُحْسِن۪ين mef’ûlun bih olup nasb alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُحْسِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir. Sülâsîsi حسن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا
İstînâfiyye olan cümle fasılla gelmiştir.
لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَيْسَ , عَلَى الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. جُنَاحٌ muahhar ismidir.
جُنَاحٌ ‘daki tenvin, ‘hiçbir’ manasında kıllet ifade eder. Çünkü olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki …عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, sılaya matuftur.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl جُنَاحٌ , مَا ’a müteallıktır. Sılası mazi fiil sıygasıyla gelmiştir.
Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlü muhatabı uyarmak ve hatadan kurtarmak için gelmiştir.
طَعِمُٓوا fiili hem yenecek hem içilecek şeyler için kullanılır. Tadına bakmak hoşlanmak anlamlarına gelir.
اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ
Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müstakbel zaman zarfı ve şart manalı اِذَا, şart cümlesi اتَّقَوْا ’a muzâf olmuştur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Zaid مَا, cümleyi tekid etmiştir.
Aynı üsluptaki وَاٰمَنُوا ve وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümleleri اتَّقَوْا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir.
İkinci اتَّقَوْا cümlesi عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesine, üçüncüsü ise ikinci اٰمَنُوا cümlesine ثُمَّ ile atfedilmiştir.
اتَّقَوْا emredilene uymak ve nehyedilenden kaçınmak demektir. Bu sebepten وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ‘ın اتَّقَوْا ‘ya atfedilmesi hususun âmma atfı babındandır. İhtimam içindir. İmanın takvaya atfı ise imanın takvanın aslı olduğuna işaret için itirazdır.
ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا cümlesi ise اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi için lafzî tekiddir. Takvadaki ziyadeliği ve imanın etkisine ima için rütbe-i terahiye delalet eden ثُمَّ harfi ile ilişki kuruldu. (Âşûr)
اَحْسَنُوا cümlesi ve ikinci اٰمَنُوا cümlesi makabline matuftur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذَا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri; لا يأثمون (günah işlemezler) dir.
Cümledeki fiillerin hepsi mazi sıygada gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)
Yani müminler haramlardan sakındıkları sürece tattıkları hiçbir mübah şeyden dolayı sorumlu olmayacaklardır. Buna göre “evet, sakınıp iman ettikleri, evet, sakınıp ihsan üzere hareket ettikleri takdirde” ifadesi onların bu özellikleri taşıdığı anlamında olup takva ve iman üzere, yine takva ve ihsan üzere oldukları konusunda onları övmüş methetmiş olmaktadır. (Keşşâf)
عَمِلُوا - الصَّالِحَاتِ - ثُمَّ - اتَّقَوْا - اٰمَنُو kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَحْسَنُوا kelimesinde irsâd vardır.
اِذَا müstakbel zaman zarfıdır. Mecazen mazinin başına gelmiştir. Öncesinin delaleti sebebiyle cevabı mahzuftur.
Bu ayette üç kere takvalı olmak, üç kere iman etmek, iki kere salih iş yapmak ve bir kere de daha iyi yapmak geçmiştir. Demek ki bunlar birbirleriyle çok yakından ilişkilidir. İman eden kişi salih amel yapmıyorsa o imanın bir faydası yoktur. Salih amel de iman olmazsa hiçbir şeye yaramaz.
Burada takvanın mertebeleri olduğunu görüyoruz, belki burada takvanın üç mertebesi anlatılıyor. Başlangıç, gelişme ve en üst mertebe. ثُمَّ hem zaman hem de mertebe açısından terahi ifade eder. Zaman ve mertebe olarak daha bir üst aşamayı ifade eder. İman edip salih amel işledikçe demek ki takvamız da artıyor.
Takva fiilinin üç kere tekrar edilmesi zaman ve ahvalin değişmesiyle takvanın ve imanın farklılaştığına işaret eder. Birçok şekilde yorumlanmıştır.
1. İnsanın kendisiyle nefsi,
2. İnsanın kendisiyle başkaları,
3. İnsanın kendisiyle Allah arasındaki hal ile alakalıdır.
Diğer bir yorum da şöyledir:
1. Mebde (Başlangıç)
2. Vasat (Orta)
3. Müntehâ (Son) demektir. (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberi muzari fiil olan bu son cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin tekrarı, teşvik telezzüz ve teberrük içindir. Muktezâ-i zâhirin hilafına olan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُحْسِن۪ينَ۟ ‘nin ال ile marifeliği cins için olup istiğrak anlamındadır. (Âşûr)
وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ [Allah muhsinleri sever.] lâzım; “Onlara destek verir, kafirlere karşı zafer verir.” anlamı ise melzûmdur.
حُسْنَ ve الْمُحْسِن۪ينَ۟ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri tnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.