Mâide Sûresi 95. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ  ...

Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ’be’ye ulaştırılmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle keffaret; yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تَقْتُلُوا öldürmeyin ق ت ل
6 الصَّيْدَ av ص ي د
7 وَأَنْتُمْ ve siz
8 حُرُمٌ ihramlı (iken) ح ر م
9 وَمَنْ ve kim
10 قَتَلَهُ onu öldürürse ق ت ل
11 مِنْكُمْ sizden
12 مُتَعَمِّدًا kasden ع م د
13 فَجَزَاءٌ cezası vardır ج ز ي
14 مِثْلُ dengi olan م ث ل
15 مَا
16 قَتَلَ öldürdüğü ق ت ل
17 مِنَ -dan
18 النَّعَمِ hayvan- ن ع م
19 يَحْكُمُ karar vereceği ح ك م
20 بِهِ ona
21 ذَوَا iki kişinin
22 عَدْلٍ adil ع د ل
23 مِنْكُمْ içinizden
24 هَدْيًا bir kurban ه د ي
25 بَالِغَ varacak ب ل غ
26 الْكَعْبَةِ Ka’be’ye ك ع ب
27 أَوْ yahut
28 كَفَّارَةٌ keffareti ك ف ر
29 طَعَامُ yedirme ط ع م
30 مَسَاكِينَ yoksullara س ك ن
31 أَوْ ya da
32 عَدْلُ denk ع د ل
33 ذَٰلِكَ buna
34 صِيَامًا oruçtur ص و م
35 لِيَذُوقَ tatması için ذ و ق
36 وَبَالَ vebalini و ب ل
37 أَمْرِهِ yaptığı işin ا م ر
38 عَفَا affetmiştir ع ف و
39 اللَّهُ Allah
40 عَمَّا olanı
41 سَلَفَ geçmişte س ل ف
42 وَمَنْ ve kim
43 عَادَ düşmanlık ederse ع و د
44 فَيَنْتَقِمُ öc alır ن ق م
45 اللَّهُ Allah
46 مِنْهُ ondan
47 وَاللَّهُ Allah
48 عَزِيزٌ daima galiptir ع ز ز
49 ذُو sahibidir
50 انْتِقَامٍ intikam ن ق م
 

Bu âyetler, özellikle Hz. Peygamber’in uygulamaları ışığında yorumlanarak, ihramlı veya ihramsız olsun, Harem bölgesinde bulunan kişi ile Harem bölgesinin çevresinde (Hil bölgesi) ihramlı olarak bulunan kişinin yabani kara hayvanı avlamasının yasak olduğu sonucuna varılmıştır. Hanefî ve Mâlikîler’e göre eti yenmeyen hayvanlar da bu yasağın kapsamındadır. Burada Harem’den maksat, Mekke şehrinin çevresi olup belirli sınırları olan bir alandır ve kendine özgü dinî hükümleri vardır. 95. âyette bu yasağa rağmen avlananların avladıkları hayvanın dengini Kâbe’ye (ki bu, İslâm bilginlerince Harem bölgesi olarak anlaşılmıştır) ulaştırıp fakirlere dağıtılmasını sağlamaları gerektiği bildirilmiştir. Hanefîler’e göre bu hayvanın eti Harem bölgesi dışında tasadduk edilebileceği gibi, hayvan kesmeden kıymeti de yoksullara dağıtılabilir. Bu denkliği iki âdil kişi takdir eder. Ancak âyette “…yahut yoksulları doyurarak veya ona denk olacak kadar oruç tutarak bir kefâret öder” buyurulmak suretiyle mükellefe iki seçenek daha tanınmıştır. İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre yükümlü, bu üç seçenekten dilediğini seçebilir. Yoksulları doyurma ve oruç tutma konularındaki miktar da yukarıda işaret edilen denkliğe göre olacaktır. Bunlardan oruçla ilgili ölçü, bir günlük doyurma ödevine karşılık bir gün oruç tutma şeklindedir (bir günlük doyurma vecîbesinin miktarı için 89. âyetin tefsirinde yemin kefâreti hakkında yapılan açıklamaya bk.). 96. âyette ise su hayvanlarının ihramlı iken de avlanabileceği bildirilmiştir. Âyette geçen bahr kelimesi Arapça’da “deniz” anlamına geldiği gibi ister tatlı, ister tuzlu su ihtiva etsin akarsuları ve büyük su birikintilerini ifade etmek üzere de kullanılır. Müfessirler, burada kelimenin bu geniş anlamıyla kullanılmış olduğu kanaatindedirler. Bu sebeple meâlinde “deniz avı” yerine “sularda avlanma” denmiştir. Âyetin “ve onu yemek” şeklinde tercüme edilen “ve taâmuhû” kısmı, “ve onun (suların) yiyecekleri” şeklinde de anlaşılmıştır. Avlanma ile birlikte yemeden veya yiyecekten ayrıca söz edilmesi daha çok şöyle açıklanır: Beslenme dışındaki amaçlarla da avlanılabileceğinden su ürünlerinden ihramlı iken gıda maddesi olarak yararlanılabileceği özel olarak belirtilmiştir. Bazı müfessirler ise âyetteki sayd kelimesini taze, taâm kelimesini tuzlayıp kurutma vb. yollarla muhafaza altına alınmış su ürünü olarak açıklamışlardır. Bu âyet ve başka deliller ışığında Hanefîler deniz ürünlerinden sadece balık türlerinin, diğer üç mezhebin fakihleri ise sadece suda yaşayan her türlü hayvanın yenebileceği sonucuna ulaşmışlardır. Benzer bir görüş ayrılığı bu hayvanın kendiliğinden ölmüş olup olmamasıyla ilgilidir: Hanefîler’e göre yenmesinin helâl olması için kendiliğinden ölüp su yüzüne çıkmış olmamalıdır, diğerlerine göre bu tür su hayvanları da yenebilir (bk. Kurtubî, VI, 302-324; Râzî, XII, 87-99; ihram hakkında bk. Mâide 5/1-2; Kâbe’nin inşa edilmesi, İslâm’daki yeri ve önemi hakkında bk. Bakara 2/125-127 ve Âl-i İmrân 3/96-97; “haram ay”la “boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıklar” diye tercüme edilen “hedy” ve “kalâid” hakkında bk. Mâide 5/1-2).

Diyanet Tefsiri

 
وبل Veblün; İri taneli sağanak yağmur demektir. Bu yağmurun ağırlık manası düşünülerek zararından korkulan şeye de vebal adı verilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli vebaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ ’dır.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَقْتُلُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّيْدَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.   حُرُمٌ  haber olup lafzen merfûdur. 


وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.   قَتَلَهُ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْكُمْ  car mecruru  قَتَلَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.  مُتَعَمِّدًا  kelimesi  قَتَلَ ’deki failin ikinci hali olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  جَزَٓاءٌ  muahhar mübtedadır. Haberi mahzuftur. Takdiri;  فعليه جزاء  şeklindedir.

مِثْلُ  kelimesi  جَزَٓاءٌ ’un sıfatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

قَتَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

مِنَ النَّعَمِ  car mecruru, mahzuf mef’ûlun mahzuf haline mütealıktır. Takdiri;  ما قتله من النعم (Öldürdüğü hayvanın dengi) şeklindedir.

يَحْكُمُ  cümlesi  جَزَٓاءٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.  يَحْكُمُ  merfû muzari fiildir.  بِه۪  car mecruru  يَحْكُمُ  fiiline müteallıktır.  ذَوَا  fail olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti eliftir.

عَدْلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  ذَوَا ‘nın mahzuf sıfatına müteallıktır.

هَدْيًا  kelimesi  بِه۪ ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubtur.  بَالِغَ  kelimesi  هَدْيًا ’in sıfatıdır.  الْكَعْبَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  كَفَّارَةٌ  kelimesi  جَزَٓاءٌ ’e matuftur.

طَعَامُ  kelimesi  كَفَّارَةٌ ’un atfı beyanıdır.  مَسَاك۪ينَ  muzâfun ileyh olup müntehel cumû’ sıygasında olan isimlerden olup  gayri munsarif  olduğu için cer alameti fethadır.

اَوْ  atıf harfidir.  عَدْلُ  kelimesi  كَفَّارَةٌ ’e veya  جَزَٓاءٌ ’e matuftur.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

صِيَامًا  temyiz olup fetha ile mansubtur.

لِ  harfi,  يَذُوقَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  جَزَٓاءٌ  veya  طَعَامُ  veya  صِيَامًا’e müteallıktır.

يَذُوقَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

وَبَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اَمْرِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُتَعَمِّدًا  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir.

بَالِغَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بلغ  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  عَفَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  عن  harf-i ceriyle birlikte  عَفَا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  سَلَفَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

سَلَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. 

عَادَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

يَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُ  cümlesi, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri; هو ينتقم الله منه (Allah ondan intikam alır.) şeklindedir.

يَنْتَقِمُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  مِنْهُ  car mecruru يَنْتَقِمُ  fiiline müteallıktır.

يَنْتَقِمُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  نقم ‘dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


 وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. 

عَز۪يزٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

İkinci haber  ذُو , harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti  و ’dır.  انْتِقَامٍ  kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

انْتِقَامٍ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının masdarıdır.

 
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu nida, suredeki 9.  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler] nidasıdır. 

Nidanın cevabı olan  لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ  cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, münadadan sıfat veya bedeldir. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek ve iman edenlere tazim içindir. Sılası ءَامَنُوا۟  şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.

İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ  cümlesi  لَا تَقْتُلُوا fiilinin failinden haldir. Hal, ıtnâb babındandır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın  ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi,  لبيك وسعديك  “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.

Yüce Allah,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabı ile Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. “Ey iman edenler!”  ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar!” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke’de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara “Ey müminler!’ diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî

Muhatapların iman ile vasıflandırılmaları, onların düşmanlarından farklı olduğunu göstermek suretiyle hallerini kendilerine hatırlatmak ve onda sebatlarını sağlamak içindir. (Ebüssuûd)

الصَّيْدَ  kelimesindeki elif-lâm, ahd-i ilmîdir. Kara hayvanları kastedilmiştir.

Özellikle daha önce geçen Maide Suresi’nin 1. ayeti malum iken burada öldürmeme nehyinin sarahatle zikredilmesi, hürmeti pekiştirmek ve ondan sonra gelen hükmü ona bağlamak içindir. (Ebüssuûd)

Bu hayvanlardan maksat -öldürülmeleri yasak olmayan zararlı hayvanlar dışındaki- tüm kara hayvanlarıdır; etlerinin yenilip yenilmemesi, durumu değiştirmez. Akrep, yılan, karga, fare ve yırtıcı köpek gibi zararlı hayvanlar ise harem bölgesinin içinde de dışında da öldürülebilir. Şu halde harem bölgesinin içinde veya dışında olsun, silahla veya av köpekleriyle olsun, ihramlının av hayvanlarını öldürmesi kesinlikle yasaktır. İhramlı olmayan kimse ise sadece harem bölgesinin dışında avlanabilir. (Ruhu’l Beyan)

حُرُمٌ  “ihramlılar” demektir ve haramın çoğuludur. Taammüdden maksat, ihramlı olduğunu ve öldürdüğü şeyin öldürmesinin haram olduğunu bile bile av hayvanını öldürmesidir. (Keşşâf)


 وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ 

 

Nidanın cevabına matuf olan bu cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.  قَتَلَهُ  şart fiilidir. Cevap cümlesi  فَ  karînesiyle gelmiştir.

Mübteda olan  مَنْ ’in haberi olan cevap cümlesinde îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  جَزَٓاءٌ, mahzuf mukaddem haberin, muahhar mübtedasıdır. Takdiri, فعليه جزاء  (Ona ceza gerekir.) şeklindedir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidai kelamdır. Bu terkibin  مَنْ ’in haberi olmasına da cevaz vardır.

لَا تَقْتُلُوا - قَتَلَ  fiilleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Bu ayetin iki yerinde  ذپح (boğazlama) değil de  قتل (öldürme) ifadesinin

kullanılması, hayvanın, ölü veya leş hükmünde olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Müşterek ism-i mevsûl  فَجَزَٓاءٌ ,مَا  için sıfat olan  مِثْلُ ’nun muzâfun ileyhi konumundadır. Sılası  قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ  cümlesi, mazi fiil sıygasıyla gelmiştir.

Muzari fiil sıygasında gelen …يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا  cümlesi,  جَزَٓاءٌ  için sıfattır.

هَدْيًا; Kâbe’ye hediye olmak üzere kesilen kurban demektir. Kelimedeki tenvin tazim ifade eder.

Kurbanın Kâbe’ye ulaşmasının manası, onun Harem’de kesilmesidir. Binaenaleyh öldürülen avın misli, şayet diri olarak fakirlere verilirse bu caiz olmaz. Aksine o kimseye bunu, Harem-i Şerif’te kesmesi vâcip olur. (Fahreddin er-Râzî)

كَفَّارَةٌ  muhayyerlik ifade eden  اَوْ  harfiyle  جَزَٓاءٌ ’a atfedilmiştir.  طَعَامُ مَسَاك۪ينَ  izafeti  كَفَّارَةٌ ‘dan atf-ı beyandır. 

اَوْ  atıf harfiyle  كَفَّارَةٌ ’a atfedilen  ذٰلِكَ ,عَدْلُ’ye muzâf olmuştur.  صِيَامًا  temyiz olarak mansubtur. Temyiz ıtnâb babındandır.

İhramlı iken taammüden av öldüren kimseye uygulanacak misli ceza; ya öldürülen avın davardan benzerini kurban etmek ya yoksulları doyurmak ya da o yoksul sayısı kadar gün oruç tutmaktır. (Ebüssuûd)

لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪  cümlesindeki  لِ  ta’lîl bildiren cer harfidir. Akabindeki cümle gizli  ان ’le nasb olarak masdar teviliyle  جَزَٓاءٌ  veya  طَعَامُ  ya da  صِيَامًا ‘e müteallıktır.

لِيَذُوقَ وَبَالَ  [vebali tatmak için] ifadesinde istiare vardır. Vebal arzu edilen bir yiyeceğe benzetilmiştir.

وَبَالَ  kelimesi Arapça’da, kendisinde bir ağırlık ve hoşlanılmayan bir durum bulunan şeyi ifade etmektedir. Allah Teâlâ, bunu bir “vebal” diye ifade etmiştir. Çünkü O, bu kimseyi üç şey arasında muhayyer bırakmıştır. Bunlardan ikisi, malın noksanlaştırılmasını icab ettirir ki bu, insanın tabiatına ağırdır. Bu iki ceza ya o hayvanın mislini ödemek ya da fakirleri doyurmaktır. Üçüncüsü ise insanın bedenine eziyet vermeyi gerektirir. Bu, oruç tutmaktır. Yine bu da insanın tabiatına ağır gelir. Buna göre, bu ifadenin manası, “Allah Teâlâ, avı öldüren kimseye, Harem-i Şerifte ve ihramlı iken av öldürmeden sakınsın diye, insanın tabiatına hepsi de ağır gelen bu üç şeyden birisini yapmayı vâcip kılmıştır.” şeklindedir.

(Fahreddin er-Râzî)


Zevk, kederi hissetmek manasında müstear bir lafızdır. Bu his, hoşa gitmeyen bir yemeği tatmaya benzetilmiştir. Sanki onu gördükleri zaman süratle elemini idrak ederler. Bu nedenle ıtlak alakasıyla mecaz-ı mürsel değildir. Çünkü böyle bir alakayı var sayacak illet yoktur. Keder mutlak bir idrakle ortaya çıkar. Bu kullanım onların sözlerinden anlaşılır. Bu kelimenin acı ve lezzetlerin hissedilmesinde kullanımı meşhurdur.  ذُقْ إنَّكَ أنْتَ العَزِيزُ الكَرِيمُ  şeklindeki Duhâ/49 ve  لا يَذُوقُونَ فِيها المَوْتَ  Duhâ/56 ayetleri bu kullanımın örnekleridir. (Âşûr)


عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl,  عَفَا  fiiline müteallıktır. Sılası  سَلَفَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَ  atıftır. Cümle, …عَفَا اللّٰهُ  cümlesine matuftur. İki cümle arasında haberî olmak bakımından ittifak vardır. 

Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede  مَنْ  şart ismi, mübtedadır. عَادَ  şart fiili, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi  فَ  karînesiyle gelmiş muzari fiil cümlesidir.  مَنْ ’in haberine dahil olan bu cümlede, müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması ve zamir makamında açık isim gelerek Allah isminin tekrarlanması kalplere korku salmak ve emre itaati artırmak içindir.

نقمٍ  fiilinin Türkçede intikam manası meşhur olsa da Arapça olarak ‘öç almak, cezalandırmak, bir şeyi kerih görüp ayıplamak, yadırgamak ve bir şeyi çabuk yemek’ manaları da vardır.


 وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ


وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil son cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ذُو انْتِقَامٍ  ikinci haberdir.

Zamir yerine zahir lafza-i celâle iltifat edilerek ıtnâb yapılmıştır. İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için, izmardan izhara dönülmüş ve Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ذَوَا - ذُو ,انْتِقَامٍ - يَنْتَقِمُ , قَتَلَ - تَقْتُلُوا kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ [Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsir)

ذُو انْتِقَامٍ  yani o öyle şiddetli bir şekilde cezalandırır ki hiçbir cezalandırıcı böylesine kādir değildir. (Keşşâf)

انْتِقَامٍ  kelimesi,  نَقِمَ  kökünden olup öç, kin, hınç, garez, ceza; felaket, afet, gazap anlamına gelir. İntikam almak, cezalandırmak, hıncını çıkarmak, öcünü almak demektir. (Ebüssuûd)

انْتِقَامٍ  kelimesi Kur’an-ı Kerim’de hiç tek başına Allah’ın sıfatı olarak gelmemiş olup isim tamlaması veya fiil-fail kalıbında gelmiştir. 

Bu tabirde sahiplik ifadesi olan ذُو  gelmesi, bu intikamla kulların maslahatını ikame etmeyi dilediğine, tabiatten veya kinden kaynaklanan bir intikam olmadığına işaret eder. Bu cümlenin öncesine atfı; azabın şiddetini açıklamak içindir. (Âşûr)

Allah Teâlâ’nın  ذُو انْتِقَامٍ  isminin Azîz ismi ile birlikte geçmesi günah işleyenleri cezalandırmaya kādir olduğunu, bundan aciz olmadığını beyan içindir. Onun intikamı kişinin yaptığı suça cezasını vermektir. Allah intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir.

Allah’ın intikam sahibi olması tabirinde lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Yani Allah Teâlâ’nın intikam alması tabiriyle yapılan suçun cezasını verdiği etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

عَز۪يزٌ  ve  عَذَابٌ  kelimeleri  عَ  harfi ile başlar,  ذ  ve ز  harflerinin de mahreçleri birbirine yakındır. Aralarında cinas vardır. Aziz kelimesinin üç anlamı vardır: Çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur. (İmam Gazali) Su da böyledir. Onun için su gibi aziz ol, denir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.