Mâide Sûresi 96. Ayet

اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  ...

Sizin için de yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz ürünlerini yemek sizlere helâl kılındı. Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُحِلَّ helal kılındı ح ل ل
2 لَكُمْ size
3 صَيْدُ avı ص ي د
4 الْبَحْرِ deniz ب ح ر
5 وَطَعَامُهُ ve yiyeceği ط ع م
6 مَتَاعًا geçimlik olarak م ت ع
7 لَكُمْ size
8 وَلِلسَّيَّارَةِ ve yolculara س ي ر
9 وَحُرِّمَ ve yasaklandı ح ر م
10 عَلَيْكُمْ size
11 صَيْدُ avı ص ي د
12 الْبَرِّ kara ب ر ر
13 مَا
14 دُمْتُمْ olduğunuz sürece د و م
15 حُرُمًا ihramlı ح ر م
16 وَاتَّقُوا korkun و ق ي
17 اللَّهَ Allah’tan
18 الَّذِي o ki
19 إِلَيْهِ huzuruna
20 تُحْشَرُونَ toplanacaksınız ح ش ر
 

Bu âyetler, özellikle Hz. Peygamber’in uygulamaları ışığında yorumlanarak, ihramlı veya ihramsız olsun, Harem bölgesinde bulunan kişi ile Harem bölgesinin çevresinde (Hil bölgesi) ihramlı olarak bulunan kişinin yabani kara hayvanı avlamasının yasak olduğu sonucuna varılmıştır. Hanefî ve Mâlikîler’e göre eti yenmeyen hayvanlar da bu yasağın kapsamındadır. Burada Harem’den maksat, Mekke şehrinin çevresi olup belirli sınırları olan bir alandır ve kendine özgü dinî hükümleri vardır. 95. âyette bu yasağa rağmen avlananların avladıkları hayvanın dengini Kâbe’ye (ki bu, İslâm bilginlerince Harem bölgesi olarak anlaşılmıştır) ulaştırıp fakirlere dağıtılmasını sağlamaları gerektiği bildirilmiştir. Hanefîler’e göre bu hayvanın eti Harem bölgesi dışında tasadduk edilebileceği gibi, hayvan kesmeden kıymeti de yoksullara dağıtılabilir. Bu denkliği iki âdil kişi takdir eder. Ancak âyette “…yahut yoksulları doyurarak veya ona denk olacak kadar oruç tutarak bir kefâret öder” buyurulmak suretiyle mükellefe iki seçenek daha tanınmıştır. İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre yükümlü, bu üç seçenekten dilediğini seçebilir. Yoksulları doyurma ve oruç tutma konularındaki miktar da yukarıda işaret edilen denkliğe göre olacaktır. Bunlardan oruçla ilgili ölçü, bir günlük doyurma ödevine karşılık bir gün oruç tutma şeklindedir (bir günlük doyurma vecîbesinin miktarı için 89. âyetin tefsirinde yemin kefâreti hakkında yapılan açıklamaya bk.). 96. âyette ise su hayvanlarının ihramlı iken de avlanabileceği bildirilmiştir. Âyette geçen bahr kelimesi Arapça’da “deniz” anlamına geldiği gibi ister tatlı, ister tuzlu su ihtiva etsin akarsuları ve büyük su birikintilerini ifade etmek üzere de kullanılır. Müfessirler, burada kelimenin bu geniş anlamıyla kullanılmış olduğu kanaatindedirler. Bu sebeple meâlinde “deniz avı” yerine “sularda avlanma” denmiştir. Âyetin “ve onu yemek” şeklinde tercüme edilen “ve taâmuhû” kısmı, “ve onun (suların) yiyecekleri” şeklinde de anlaşılmıştır. Avlanma ile birlikte yemeden veya yiyecekten ayrıca söz edilmesi daha çok şöyle açıklanır: Beslenme dışındaki amaçlarla da avlanılabileceğinden su ürünlerinden ihramlı iken gıda maddesi olarak yararlanılabileceği özel olarak belirtilmiştir. Bazı müfessirler ise âyetteki sayd kelimesini taze, taâm kelimesini tuzlayıp kurutma vb. yollarla muhafaza altına alınmış su ürünü olarak açıklamışlardır. Bu âyet ve başka deliller ışığında Hanefîler deniz ürünlerinden sadece balık türlerinin, diğer üç mezhebin fakihleri ise sadece suda yaşayan her türlü hayvanın yenebileceği sonucuna ulaşmışlardır. Benzer bir görüş ayrılığı bu hayvanın kendiliğinden ölmüş olup olmamasıyla ilgilidir: Hanefîler’e göre yenmesinin helâl olması için kendiliğinden ölüp su yüzüne çıkmış olmamalıdır, diğerlerine göre bu tür su hayvanları da yenebilir (bk. Kurtubî, VI, 302-324; Râzî, XII, 87-99; ihram hakkında bk. Mâide 5/1-2; Kâbe’nin inşa edilmesi, İslâm’daki yeri ve önemi hakkında bk. Bakara 2/125-127 ve Âl-i İmrân 3/96-97; “haram ay”la “boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıklar” diye tercüme edilen “hedy” ve “kalâid” hakkında bk. Mâide 5/1-2).

Diyanet Tefsiri

 

اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ 


Fiil cümlesidir.  اُحِلَّ  meçhul mebni mazi fiildir.  لَكُمْ  car mecruru  اُحِلَّ  fiiline müteallıktır.  صَيْدُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  الْبَحْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

طَعَامُهُ  atıf harfi  وَ ’la  صَيْدُ ’ya matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَتَاعًا  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1 Harf-i cersiz kullanımı. 2 Harf-i cerli kullanımı

1 Harf-i cersiz kullanımı:

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

NOT: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَكُمْ  car mecruru  مَتَاعًا ’e müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لِلسَّيَّارَةِ  car mecruru  مَتَاعًا ’e müteallıktır.  


 وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  حُرِّمَ  meçhul mebni mazi fiildir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru   حُرِّمَ  fiiline müteallıktır.  صَيْدُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  الْبَرِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَا  masdar harfidir.  دُمْتُمْ  nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri,  دُمْتُمْ ‘un ismi olarak mahallen merfûdur.  حُرُمًا  kelimesi  دُمْتُمْ ’un haberi olup lafzen mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  حُرِّمَ  fiiline müteallıktır. 


وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ


وَ  istînâfiyyedir.  اتَّقُوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Fiil cümlesidir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Kökü  وقي  olup, iftial babından gelmiştir. 

Not: a.  İftial babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftial babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

b.  İftial babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial bâbının  ت  si  د  harfine çevrilir.

c.  İftial babının fael fiili  وي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir.

1)  Mutavaat  2) İstek  3) Gayret ve devamlılık  4) Tadiye  5) Edinmek ve tedarik etmek  6) Müşareket  7) Seçmek

Burda gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır. İlgili tefsir yorumu: 

Takva: günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.

Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) yoluna girip dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Fahreddin er- Râzî, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 446)(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ٓي, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası   تُحْشَرُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اِلَيْهِ  car mecruru  تُحْشَرُونَ  fiiline müteallıktır.  تُحْشَرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfu, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
 

اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiş, mazi fiil sıygasındadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

صَيْدُ ,طَعَامُهُ’ya matuftur.  لَكُمْ ’un müteallakı olan  مَتَاعًا  ise mef’ûlün lieclihtir.

… وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ  cümlesi  وَ ’la istînâfa tezat sebebiyle atfedilmiştir. İstînâfla aynı üsluptadır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsulün sılası müspet mazi fiil sıygasında faideî haber ibtidaî kelamdır.

اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ  cümlesiyle  وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

حُرُمًا - حُرِّمَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْبَحْرِ - الْبَرِّ  ve  وَحُرِّمَ - اُحِلَّ  ve لَكُمْ - عَلَيْكُمْ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

صَيْدُ -  لَكُمْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

طَعَامُهُ  ifadesi, umumdan sonra husus kabilindendir.


 وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve korkuyu artırma amacına matuftur.

Ayette Allah Teâlâ mütekellim olduğu için lafza-i celâlin zikri, tecrîd sanatıdır.

Cenab-ı Hak “Rabbinizden” yerine “Allah’tan ittika ediniz.” buyurmuştur. “Rabb” terbiye ve ihsana delalet eden bir lafızdır. “İlâh” ise O’nun hakimiyetine ve heybetine delalet eden bir lafızdır. 

Lafza-i celâl için sıfat konumundaki  الَّذ۪ي ’nin sılası  اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

الَّذ۪ٓي  ism-i mevsûlu tazim, teşvik, muhatabı hatadan kurtarmak, zihinde yerleştirmek, arkadan gelen habere ima ve işaret içindir.

Cümlede car-mecrurun, amili olan  تُحۡشَرُونَ  fiiline takdimi, tahsis ifade eder. Haşrın, sadece ve sadece ona olacağı kasr üslubuyla belirtilmiştir.  إِلَیۡهِ  maksûrun aleyh,  تُحۡشَرُونَ  maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

İsm-i mevsûllerde yapıları gereği tevcîh sanatı vardır. 

حشر , dağınık şeyleri bir araya toplamaktır. 

وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün canlıları huzuruna toplayacağına delalet eder. Ama maksat, ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

وَاتَّقُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)