جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | جَعَلَ | kıldı |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الْكَعْبَةَ | Ka’be’yi |
|
4 | الْبَيْتَ | Beyt-i |
|
5 | الْحَرَامَ | Haram’ı |
|
6 | قِيَامًا | bir durak |
|
7 | لِلنَّاسِ | insanlar için |
|
8 | وَالشَّهْرَ | ve ayı (kıldı) |
|
9 | الْحَرَامَ | haram |
|
10 | وَالْهَدْيَ | ve kurbanı |
|
11 | وَالْقَلَائِدَ | ve tasmalı kurbanlıkları |
|
12 | ذَٰلِكَ | böylece |
|
13 | لِتَعْلَمُوا | anlayasınız diye |
|
14 | أَنَّ | şüphesiz |
|
15 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
16 | يَعْلَمُ | bildiğini |
|
17 | مَا | olanları |
|
18 | فِي |
|
|
19 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
20 | وَمَا | ve olanları |
|
21 | فِي |
|
|
22 | الْأَرْضِ | yerde |
|
23 | وَأَنَّ | ve şüphesiz |
|
24 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
25 | بِكُلِّ | her |
|
26 | شَيْءٍ | şeyi |
|
27 | عَلِيمٌ | bildiğini |
|
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ
Fiil cümlesidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْكَعْبَةَ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْبَيْتَ kelimesi atfı beyan veya bedeldir.
الْحَرَامَ kelimesi الْبَيْتَ ’nin sıfatıdır. قِيَامًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لِلنَّاسِ car mecruru قِيَامًا ’e müteallıktır.
الشَّهْرَ kelimesi الْكَعْبَةَ ’ye matuftur. الْحَرَامَ kelimesi الشَّهْرَ kelimesinin sıfatıdır.
الْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْكَعْبَةَ ’ye matuftur.
ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. İsaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
لِ harfi, تَعْلَمُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. تَعْلَمُٓوا mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
يَعْلَمُ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ mahzuf sılaya müteallıktır.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
بِكُلِّ شَيْءٍ car mecruru عَل۪يمٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ ise اَنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sıfat-ı müşebbehe: “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَعَلَ fiili خلق manasındadır. قِيَامًا mef’ûl veya haldir. (Mahmud Safî)
Değiştirme fiili diye de adlandırılan جَعَلَ kelimesi 3 manaya gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir şeyle başka bir şeye hükmetmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ fiili hakkında iki görüş vardır:
1. “Beyan etti, hükmetti” manasındadır.
2. “kıldı, oldurdu, ...haline getirdi” manasındadır.
Birincisi, emretmek ve tarif edip anlatmak yoluyla olur.
İkincisi de ona saygı duyup, yaklaşmaları için, insanların kalplerinde, bunun sebeplerini yaratmakla olur. (Fahreddin er-Râzî)
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümledeki atıfların sebebi temâsüldür.
الْكَعْبَةَ ,الْبَيْتَ الْحَرَامَ ’den atf-ı beyandır. Atf-ı beyan, ıtnâb sanatının îgāl babındandır.
لِلنَّاسِ ’deki lam-ı tarif ahd içindir. Bu kelimeyle araplar murad olunmuştur. Çünkü Kâbe’den onlar faydalanıyorlardı. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
قِيَامًا kelimesini, Kâbe’nin şerefini korumak olarak daha geniş bir çerçevede düşünebiliriz. Bu kelime bize kıyameti de hatırlatıyor, zaten hac olayı kıyametin bir provası gibidir ve her iki kelime de aynı köktendir. Burada قِيَامًا kelimesinin zikredilmesi insanların dini ve dünyevi bakımdan ayakta durmalarını sağlaması manasını vurgular. Çünkü Kâbe insanların hem dini hem de dünyevi hayatlarını canlandırır. Korkanlar ona sığınır, ona sığınan güvenli olur, güçsüzler orada güven bulur, tüccarlar orada kazanır, hac ve umre ziyaretine kastedenler ona yönelir. (Ebüssuûd)
Kâbe, küp şeklini de ifade eder, yuvarlaklığı da. Arapların evi aslında yuvarlak oluyormuş o dönemde, Kabenin küp olması ilahi yönünü, yuvarlaklığı da insanların evine olan benzerliğini ifade ediyormuş. Kabenin tümsek, çıkıntı manaları da var. Ortaya çıkan bariz şey anlamına da geliyor. Topuk kelimesi de kızların göğüslerinin büyümesi de bu kökten gelir.
Haram aylar, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb’dir.
Bu ayetteki الْبَيْتَ الْحَرَامَ şeklindeki atf-ı beyan, Kâbe’yi övgü ve onun kutsallığını beyan maksadıyla gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ ibaresi الْكَعْبَةَ kelimesine atfedilmiştir. Bu, hususun umuma atfı gibidir. Çünkü haram aylar, kendisinde kutsallığı barındıran, içinde Kâbe için hac ve umre yapılan aylardır. وَالشَّهْرَ lafzının başındaki lamı tarif cins içindir. (Âşûr)
Kâbe, yüksek olduğu için "Kâbe" diye isimlendirilmiştir. İnsanın topuğuna da bacaktan dışarı taştığı için الْكَعْبُ diye isimlendirilir. İşte bu ismi dünyada yücelip şanı-şöhreti arttığı için Kâbe bu isimle isimlendirilmiştir. Bundan ötürü Araplar, işi büyüyen, şanı artan kimse için, فُلَانُ عَلَى كَعْبُهُ “falancanın topuğu yükseldi” derler. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki قِيَامًا لِلنَّاسِ “İnsanlar için, kendisi ile ayakta durulan birşey…” tabirine gelince bunun aslı قَوَامٌ’dur. Çünkü bu قَامَ - يَقُمُ (kalktı) fiilindendir. Bu kelimenin manası, kendisi sayesinde işlerin düzeldiği şeydir. Sonra müfessirler, “Kâbe”nin, insanlar için bir “kıyam (işlerin düzelme sebebi)” olması hususunda şu izahlar yapılmıştır:
1. Mekkeliler, bütün yıl boyunca ihtiyaç duyacakları şeyi satın alabilmeleri için diğer beldelerin insanlarının kendilerine gelmelerine muhtaç idiler. Çünkü Mekke, ne hayvancılık ne de ziraat yapılabilecek bir yerdi. Aksine küçük bir belde idi. İnsanların ihtiyaç duydukları şeyler, orada pek az bulunurdu. İşte bundan ötürü, Cenab-ı Hakk, insanların kalbinde, Kâbe’ye karşı bir saygı ve sevgi yaratmış, bundan dolayı diğer insanlar Kâbe’yi ziyaret etme arzusunu duymuşlardır. Bu sebeple ticaret için uzak ülkelerden oraya seyahat etmişler, arzu duyulan ve istenilen her şeyi oraya getirmişlerdir. Binaenaleyh bu durum, çeşitli nimetlerin Mekkelilere akmasına bir vesile ve sebep olmuştur.
2. Allah Teâlâ, Kâbe'yi, dinî bakımdan da insanlar için bir “kıyam” kılmıştır. Çünkü orada büyük ibadetler ve şerefli taatlar yapılmaktadır. Hakk Teâlâ işte bu ibadetleri, günahların bağışlanması, manevî derecelerin artması ve şerefin çoğalması için bir sebep ve vesile kılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki قِيَامًا لِلنَّاسِ “İnsanlar için, kendisi ile ayakta durulan” ifadesindeki, “insanlar”dan maksat, bazı insanlardır ki bunlar da Araplardır. Bu mecazî ifade güzel ve yerinde olmuştur. Çünkü her belde halkı, “insanlar şunu yapıyorlar, şöyle şöyle ediyorlar” dedikleri zaman, bununla sadece kendi beldelerinin halkını kastederler. İşte bu sebepten ötürü Araplara, ifade tarzlarına uygun olarak bu şekilde hitap edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Hakk Teâlâ bu ayette, الشَّهْرَ الْحَرَامَ “Haram Ay” ifadesi ile haram olan dört ayı kastetmiştir. Fakat bu haram ayları müfret lafız ile ifade etmiştir. Çünkü burada kelime cins isim olarak kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
الْقَلَٓائِدَ [gerdanlıklar]’dan murad, süslenmiş kurbanlık develerdir. Bunun özellikle zikredilmesi, sevabının daha fazla olması ve haccın güzelliğinin bu suretle daha açık müşahede edilmesidir. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ta’lîl cümlesi olduğu için şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.
Sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır.
لِتَعْلَمُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
لِتَعْلَمُٓوا cümlesine dahil olan لِ , cümleyi gizli bir أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde ذٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, لِتَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz kastıyladır.
یَعۡلَمُ fiilinin mef’ûlleri olan iki ism-i mevsûlün de sılası mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mevsûllerde tevcih sanatı vardır. Aynı üslupla gelen gelen ikinci mevsûl, birinciye tezat sebebiyle atfedilmiştir.
وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ cümlesi, ...اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ cümlesine matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh, tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun âmile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeyin bilgisine sahiptir. Bilgisi dahilinde olmayan hiçbir şey yoktur. بِكُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ ise maksûrdur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Müsnedin mübalağalı ism-i fail kalıbında olması, cümlenin isim formunda olması ve müsnedün ileyhin Allah Teâlâ olması karînesiyle cümlede, sübut, hudûs, teceddüt ve istimrar vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ifadesi, tahsisten sonra tekid için umum şeklinde gelmiştir. (Ebussuûd)
لِتَعْلَمُٓوا - يَعْلَمُ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْاَرْضِ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayette cem’ ma’at-taksim ve tefrik sanatı vardır.
Bu ibadetlerin vukuundan önce zararları defeden ve gerekli menfaatleri celbeden hükümlerin konması, insan hayatının böyle birtakım açık ve kapalı hikmetleri içine alan gizli hükümler ve intizamlı düzenle ayakta durması, Allah Teâlâ’nın hikmetine ve noksansız ilmine delildir. Şu halde bunu kısaca bilesiniz ve bunların açık hikmeti sizin eksik ilim ve kısa aklınızla kavranılabilmekten çok yüksek olduğunu anlayasınız da bu ibadetlerin, bu haram ve helal etmelerin gizli hikmetlerini ve sırlarını Allah’ın ilmine bırakıp, gerekleriyle amel edesiniz. (Elmalılı)