مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
“Peygamber’in görevi, tebliğ etmekten ibarettir” buyrulması onun peygamberlik dışında bir işinin ve sıfatının bulunmadığı anlamında olmayıp, bu bildirimden sonra insanların sorumluluk konusunda diyecek bir şeylerinin kalmayacağına vurgu içindir. Nitekim Nisâ sûresinde (4/165) peygamberlerin niçin gönderildiğine değinilirken, insanların Allah’a karşı bir mazeret ileri sürmelerine imkân bırakmama hususu açıkça ifade edilmiş, Gaşiye sûresinde (88/22) Hz. Peygamber’in sadece bir uyarıcı olduğu ve insanlar üzerinde baskı kurarak onları dinin icaplarına zorla uydurma gibi bir görevinin bulunmadığı hatırlatılmıştır. Âyetin devamında “Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir” buyrulması da, bildirimden sonra sorumluluğun insanların omuzlarında olduğunu anlatmaktadır. Resûlullah’ın peygamberlik vazifesinin yanında bir kul olarak yükümlü olduğu ve yerine getirdiği görevlerinin bulunduğu; yine, devlet başkanı, yargıç, kumandan, eğitimci vb. sıfatlarla önemli toplumsal işler yaptığı ise hem âyet ve hadislerde belirtilmiştir hem de tarihen sabittir. Öte yandan, onun ilâhî iradeyi açıklamak üzere Kur’an’da yer alan veya almayan hükümler bildirmiş olması da tebliğ görevinin kapsamı dışında değildir. Bu hükümlere ise topluca sünnet adı verilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 345-346
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَى الرَّسُولِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
اِلَّا hasr edatıdır. الْبَلَاغُ muahhar mübtedadır.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَا müşterek ism-i mevsûlu, يَعْلَمُ fiilinin mef'ûlun bihidir. İsm-i mevsûlun sılası تُبْدُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تُبْدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا تَكْتُمُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la مَا تُبْدُونَ ’ye matuftur.
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ
Istînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, menfi isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim - tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى الرَّسُولِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّٓا ile kasr oluşmuştur.
لِ veya benzeri bir harf yerine عَلَى harf-i cerinin kullanılması bir şeyin reddedildiğini ilan eder ki bu da Cenab-ı Hakk’ın mesajını getirdiğini iddia eden Resulullah’ın (s.a.v) reddedildiğini vehmettirir. (Âşûr)
Ayetteki kasr, kasr-ı mevsûf ale’l-sıfat şeklinde olup izâfîdir. Habere müteallık olan عَلَى الرَّسُولِ, mübteda olan الْبَلَاغُۜ ‘ya kasredilmiştir. Ayette Peygamber Efendimizin vazifesi sadece tebliğe kasredilmiştir. Yani hesap görmek ona düşmez. Başkaları da tebliğ yapabileceği için izafî iddiaî kasır olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi, Âşûr)
Bu kelam, Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmenin zorunluğunu daha da pekiştirir. Yani Resulullah (s.a.v), vazifesi olan tebliği ziyadesiyle yapmış; hüccet, sizin aleyhinize sabit ve size itaat vacip olmuştur. Artık bundan sonra hiçbir özrünüz kalmamıştır. (Ebüssuûd)
Kasr üsluplarından إن - اِلَّا ve مَا - اِلَّا farkı; إن hemzeli olduğu için daha zor durumlar için kullanılmıştır.
Mübalağa için tebliğ yerine الْبَلَاغُ kelimesi gelmiştir.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
وَ atıftır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetin hepsini tekid eden tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ cümlesi اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ cümlesi üzerine atfedilmiştir. Onların zahiri ve batını amellerinin hiçbirinin O’ndan gizli olmadığını hatırlatarak vaat ve tehdidi ile tariz için tetmîmdir. Müsnedün ileyhin fiil olan habere takdimi bu konuda peygamberlik makamını tahsis etmek için değil, hükmü takviye etmek içindir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve ikaz içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, istimrarın da mevcut olduğuna işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır ve anlaşılması kolaylaşır. Ayrıca müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun îrabtan mahalli olmayan sılası تُبْدُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki ikinci ism-i mevsûl birinciye tezat sebebiyle atfedilmiştir. İsm-i mevsûllerde tecrîd sanatı vardır.
تُبْدُونَ - تَكْتُمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَمَا تَكْتُمُونَ cümlesiyle مَا تُبْدُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Son cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Allah sizin açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de iyi bilir cümlesinde lâzım söylenmiş, melzûm olan Allah size hesabı çeken manası kastedilmiştir.
تُبْدُونَ - تَكْتُمُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)