Kaf Sûresi 26. Ayet

اَلَّذ۪ي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ  ...

“Allah ile beraber, başka bir ilâh edinen o kimseyi atın şiddetli azabın içine!”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِي o ki
2 جَعَلَ edindi ج ع ل
3 مَعَ ile beraber
4 اللَّهِ Allah
5 إِلَٰهًا tanrılar ا ل ه
6 اخَرَ başka ا خ ر
7 فَأَلْقِيَاهُ bundan dolayı onu atın ل ق ي
8 فِي
9 الْعَذَابِ bir azaba ع ذ ب
10 الشَّدِيدِ çetin ش د د
 

Ölümden sonra diriliş ve âhiret hayatı hakkındaki haberler kar­şısında tereddüde düşen ve bunları inkâr edenlere önce akıllarını kullanarak düşünmeleri tavsiye edilmiş ve bu düşünceyi sağlıklı bir sonuca ulaştırabilmeleri için de bazı ipuçları verilmişti. Bu gruptaki âyetlerde ise, “bir şeyin fiilen gerçekleşmiş bulunması (vuküu), onun olabilirliğini (imkânını) gösteren en güçlü kanıt” olduğu için insanın ölümünden başlayarak karşılaşacağı olaylar ve oluşlar sıralanmıştır. 

Muhammed Esed gibi bazı yorumcular, bu âyetlerde geçen “iki alıcı, arkadaş, sürücü ve tanık” gibi kelimeleri insanın dışındaki şuurlu varlıklar olarak değil, içindeki duygular, içgüdüsel dürtüler ve arzular ile akıl olarak yorumlamışlardır. İfade (lafız) bu yoruma müsait olmadığı için de zorlanmışlardır. Bize göre Kur’an’da, insanın içindeki duygular, içgüdüler, dürtüler ile sağduyu, kendilerine mahsus kelimelerle (nefis, kalp, basar, basiret, hevâ, tefekkür, akıl ...) anlatılmış, bunların işlevleri ve işleyiş biçimleri hakkında yeterli bilgi verilmiştir. Yine Kur’an’da insanı dışarıdan etkileyen insan, cin, şeytan, arkadaş ve meleklerden de söz edilmiştir. Bunların birini diğerine indirgemek, bir kısmıyla diğerlerinin kastedildiğini söylemek için mâkul ve haklı bir sebep yoktur. Melek başka, akıl ve sağ duyu başkadır; şeytan başka, nefis ve hevâ başkadır.

Âyetlerin oluşturduğu tablo şöyledir: İnsanı yok iken yaratan Allah onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, “hâşâ Allah bilsin veya unutmasın diye değil”, kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir. Bir gün ecel gelip insan son anlarını yaşarken dünya ile şuur bağlantısı kesilecek, sekerat (ölüm sarhoşluğu) hali yaşanacaktır. Ölüm vuku bulduktan sonra insanlar, diriliş borusu çalınıncaya kadar kabir (berzah) âleminde kalacaklar, dirilişten sonra mahşerde toplanacaklar, dünyada göremedikleri bir kısım gerçekleri (gayb âlemine ait olayları, melekleri, şeytanları) açıkça görecek, Kur’an’ın söylediklerinin doğru olduğunu gözlemleyerek anlayacaklardır. Sonra yanlarında bir “sürücü” (âdeta zaptiye görevi yapan melek) bir de “tanık” (yazıcı melek veya amel defteri) ile teker teker ilâhî huzura alınacak, suçu başkalarına (meselâ şeytana) atmak suretiyle yapacağı savunmaya cevap verilecek, insanlar neyi hak ettiklerini anladıktan sonra cehenneme veya cennete gireceklerdir. Cehenneme gireceklerin yüzlerine karşı hüküm okunurken hangi suçlardan ve günahlardan dolayı bu cezayı hak ettikleri ibret verici bir üslûpla açıklanmaktadır: Küfür ve inkârda inat ve ısrar etmek, iyiliği engellemek, hak tanımamak, hakka tecavüz etmek, insanların inançlarını sarsmak için faaliyet göstermek, hepsinden ağır olarak da tevhid inancından sapmak, Allah’a ortak koşmak.

27. âyette insanın yandaşı ile aralarında geçen tartışma, İbrâhim sûresinde (14/22), yandaşın kim olduğu da açıklanarak şöyle anlatılmıştır: “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim.’ Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.”

35. âyette, “Üstelik katımızda fazlası da vardır” buyuruluyor. İnsanlar dünyada kendilerine verilen bilme ve anlama kabiliyetine göre nimet talebinde bulunuyor, mutluluğa vesile olacak şeyler istiyorlar. Halbuki ebedî âlemde insanları mutlu kılacak mânevî nimetler, dünyada bilinen, düşünülen, hayal edilen ve istenenlerle sınırlı değildir; orada rıdvân (Allah’ın razı olduğunu ilân etmesinden hâsıl olan hal, kemal ve zevk), müşâhede-i cemâl (Allah’ı nasıllık ve niceliğin ötesinde bir idrak ile görmek) gibi saadet vesileleri vardır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 109-111
 

اَلَّذ۪ي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ

 

İsim cümlesidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَعَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَعَ  zaman zarfı, amili  جَعَلَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

جَعَلَ  değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ  gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  zaid harftir.  اَلْقِيَاهُ  mübteda olan  اَلَّذ۪ي ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَلْقِيَاهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فِي الْعَذَابِ  car mecruru  اَلْقِيَا  fiiline mütealliktir. الشَّد۪يدِ  kelimesi  الْعَذَابِ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

اَلْقِيَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

اَلَّذ۪ي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)    

Mübteda konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ي , sılası olan  جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir amacına matuftur.

مَعَ اللّٰهِ  zarfı, amili  جَعَلَ  olan mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اٰخَرَ  kelimesi, mef’ûl olan  اِلٰهاً  için sıfattır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِلٰهاً ’in tenkiri tahkir, nev ve kesret ifade eder.

اِلٰهاً  ve  اللّٰهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ  cümlesi  اَلَّذ۪ي  ism-i mevsûlunun haberidir.  فَ  zaidtir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

فِي الْعَذَابِ  car mecruru  اَلْقِيَاهُ  fiiline mütealliktir. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden  شَّد۪يدِ  kelimesi, عَذَابِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

فِي الْعَذَابِ  ifadesindeki  فِي  harfinde istiare vardır.  فِي  harfi zarfiye ifade eder. Azap, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Cami her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle azabın şiddetinin ne kadar korkunç olduğu vurgulanmıştır.

اَلَّذ۪ي جَعَلَ (O ki ihdas etmişti…) ifadesi, şart manasını da içeren mübtedadır. Bu nedenle cevabının başına  فَ  getirilmiştir.  اَلَّذ۪ي جَعَلَ ’nin كُلَّ كَفَّارٍ (her kâfir) ifadesinden bedel olarak mansub olması da mümkündür. Bu durumda  فَاَلْقِيَاهُ (atın onu) fiili, tekid için tekrar edilmiş olur. (Keşşâf)