Kaf Sûresi 27. Ayet

قَالَ قَر۪ينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ  ...

Arkadaşı (olan şeytan) der ki: “Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklık içinde idi.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 قَرِينُهُ arkadaşı ق ر ن
3 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
4 مَا
5 أَطْغَيْتُهُ ben onu azdırmadım ط غ ي
6 وَلَٰكِنْ zaten
7 كَانَ idi ك و ن
8 فِي içinde
9 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
10 بَعِيدٍ derin ب ع د
 

Ölümden sonra diriliş ve âhiret hayatı hakkındaki haberler kar­şısında tereddüde düşen ve bunları inkâr edenlere önce akıllarını kullanarak düşünmeleri tavsiye edilmiş ve bu düşünceyi sağlıklı bir sonuca ulaştırabilmeleri için de bazı ipuçları verilmişti. Bu gruptaki âyetlerde ise, “bir şeyin fiilen gerçekleşmiş bulunması (vuküu), onun olabilirliğini (imkânını) gösteren en güçlü kanıt” olduğu için insanın ölümünden başlayarak karşılaşacağı olaylar ve oluşlar sıralanmıştır. 

Muhammed Esed gibi bazı yorumcular, bu âyetlerde geçen “iki alıcı, arkadaş, sürücü ve tanık” gibi kelimeleri insanın dışındaki şuurlu varlıklar olarak değil, içindeki duygular, içgüdüsel dürtüler ve arzular ile akıl olarak yorumlamışlardır. İfade (lafız) bu yoruma müsait olmadığı için de zorlanmışlardır. Bize göre Kur’an’da, insanın içindeki duygular, içgüdüler, dürtüler ile sağduyu, kendilerine mahsus kelimelerle (nefis, kalp, basar, basiret, hevâ, tefekkür, akıl ...) anlatılmış, bunların işlevleri ve işleyiş biçimleri hakkında yeterli bilgi verilmiştir. Yine Kur’an’da insanı dışarıdan etkileyen insan, cin, şeytan, arkadaş ve meleklerden de söz edilmiştir. Bunların birini diğerine indirgemek, bir kısmıyla diğerlerinin kastedildiğini söylemek için mâkul ve haklı bir sebep yoktur. Melek başka, akıl ve sağ duyu başkadır; şeytan başka, nefis ve hevâ başkadır.

Âyetlerin oluşturduğu tablo şöyledir: İnsanı yok iken yaratan Allah onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, “hâşâ Allah bilsin veya unutmasın diye değil”, kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir. Bir gün ecel gelip insan son anlarını yaşarken dünya ile şuur bağlantısı kesilecek, sekerat (ölüm sarhoşluğu) hali yaşanacaktır. Ölüm vuku bulduktan sonra insanlar, diriliş borusu çalınıncaya kadar kabir (berzah) âleminde kalacaklar, dirilişten sonra mahşerde toplanacaklar, dünyada göremedikleri bir kısım gerçekleri (gayb âlemine ait olayları, melekleri, şeytanları) açıkça görecek, Kur’an’ın söylediklerinin doğru olduğunu gözlemleyerek anlayacaklardır. Sonra yanlarında bir “sürücü” (âdeta zaptiye görevi yapan melek) bir de “tanık” (yazıcı melek veya amel defteri) ile teker teker ilâhî huzura alınacak, suçu başkalarına (meselâ şeytana) atmak suretiyle yapacağı savunmaya cevap verilecek, insanlar neyi hak ettiklerini anladıktan sonra cehenneme veya cennete gireceklerdir. Cehenneme gireceklerin yüzlerine karşı hüküm okunurken hangi suçlardan ve günahlardan dolayı bu cezayı hak ettikleri ibret verici bir üslûpla açıklanmaktadır: Küfür ve inkârda inat ve ısrar etmek, iyiliği engellemek, hak tanımamak, hakka tecavüz etmek, insanların inançlarını sarsmak için faaliyet göstermek, hepsinden ağır olarak da tevhid inancından sapmak, Allah’a ortak koşmak.

27. âyette insanın yandaşı ile aralarında geçen tartışma, İbrâhim sûresinde (14/22), yandaşın kim olduğu da açıklanarak şöyle anlatılmıştır: “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim.’ Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.”

35. âyette, “Üstelik katımızda fazlası da vardır” buyuruluyor. İnsanlar dünyada kendilerine verilen bilme ve anlama kabiliyetine göre nimet talebinde bulunuyor, mutluluğa vesile olacak şeyler istiyorlar. Halbuki ebedî âlemde insanları mutlu kılacak mânevî nimetler, dünyada bilinen, düşünülen, hayal edilen ve istenenlerle sınırlı değildir; orada rıdvân (Allah’ın razı olduğunu ilân etmesinden hâsıl olan hal, kemal ve zevk), müşâhede-i cemâl (Allah’ı nasıllık ve niceliğin ötesinde bir idrak ile görmek) gibi saadet vesileleri vardır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 109-111
 

قَالَ قَر۪ينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  قَر۪ينُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli  رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  مَٓا اَطْغَيْتُهُ ‘dür.

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَطْغَيْتُهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَطْغَيْتُهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طغي ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. لٰكِنْ  istidrak harfi olup, amel etmemiştir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. 

ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallktir.  بَع۪يدٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

قَالَ قَر۪ينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder.  رَبَّنَا  izafeti veciz ifade içindir.

Müstenefe olarak fasılla gelen nidanın cevap cümlesi  مَٓا اَطْغَيْتُهُ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İstidrak harfinin dahil olduğu  وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لٰكِنْ  kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474)

Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)  

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)  

Ayette zarfiyye manası taşıyan  ف۪ي  harfi gelmiş, böylece dibi görünmeyen derin bir çukurun içine düşmüş gibi “siz bu dalalete gömülmüşsünüz” manası ifade edilmiştir Müfessirler Kur'an'ın hidayet kelimesi ile  على  harfini, dalalet kelimesi ile ise ف۪ي  harfini kullandığına dikkat çekmişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.231) 

ضَلَالٍ ’deki tenvin tahkir, nev ve kesret ifade eder.

بَع۪يدٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

قَر۪ينُهُ - بَع۪يدٍ   kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

البَعِيدُ : Uzak kelimesi, bir yürüyüşçünün çok uzak bir yere yaptığı yolculukta menziline ancak büyük bir meşakkat sonucu varabiliyor olması gibi, kişinin dalalet üzere vardığı konumun onu hakikatten uzaklaştırdığı boyutun derecesini ifade etmek için kullanılmış olup, bunu akil kişinin kolaylıkla idrak edemeyeceği anlamında müstear ifadedir. (Âşûr)