Kaf Sûresi 37. Ayet

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ  ...

Şüphesiz bunda, aklı olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ muhakkak ki
2 فِي vardır
3 ذَٰلِكَ bunda
4 لَذِكْرَىٰ bir öğüt ذ ك ر
5 لِمَنْ kimse için
6 كَانَ olan ك و ن
7 لَهُ onun
8 قَلْبٌ kalbi ق ل ب
9 أَوْ yahut
10 أَلْقَى veren ل ق ي
11 السَّمْعَ kulak س م ع
12 وَهُوَ ve o
13 شَهِيدٌ şahid olarak ش ه د
 

Bu sûrede olduğu gibi başkalarında da, Hz. Peygamber’in muhatabı olan Araplar’dan önce gelip geçmiş topluluklara ve medeniyetlere işaret edilmiş; çok güçlü kavimlerin, bazan izleri bile kalmaksızın yok olup gittikleri, güçlerinin, ihtişamlarının, bilgi ve becerilerinin korkunç âkıbetlerini engelleyemediği anlatılmıştır. Bu anlatılanlardan ve tarih bilgisinden istifade edebilmek ve ibret alabilmek için ya insanda gördüklerini değerlendirerek sonuç çıkarabilecek bir aklî kapasiteye ya da anlatılanları peşin hükümden ve şartlanmışlıklardan arınarak dinlemeye ihtiyaç vardır. Bütün mârifet ve sorumluluk tebliğ edende, anlatanda değildir, dinleyene de iş düşmektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 112
 

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  فِی ذَ ٰ⁠لِكَ  car mecruru  إِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lâm, ismin başına da gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)  

ذِكْرٰى  kelimesi  إِنَّ ’nin muahhar ismi olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur.  

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü  لِ  harf-i ceriyle birlikte  ذِكْرٰى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  لَهُ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. قَلْبٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.

اَلْقَى السَّمْعَ  cümlesi atıf harfi اَوْ  ile  sıla cümlesine matuftur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلْقَى  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  السَّمْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.   

هُوَ شَه۪يدٌ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. شَه۪يدٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

اَلْقَى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  لقى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَذِكْرٰى ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Müsnedün ileyh olan  ذِكْرٰى ’nın nekre gelmesinde, tazim ifadesinin yanında teksir ve özel bir nev olduğu anlamı da vardır.

Bu ve benzeri cümleler  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İşaret isminde istiare vardır. İşaret ismi  ذٰلِكَ , ayette olaya dikkat çekip belleklere iyice yerleştirmek için gelmiştir.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’ her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde de istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilen Allah’ın kudretinin delili olan ayetler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  لِمَنْ , harf-i cerle birlikte  ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir. Sılası olan  كَانَ لَهُ قَلْبٌ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لَهُ  car mecruru,  كَانَ ‘nin mukaddem haberine mütealliktir.  قَلْبٌ  kelimesi,  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.

كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Cümlede müsnedün ileyh olan  قَلْبٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.  قَلْبٌ , akıldan kinayedir. 

اَلْقَى السَّمْعَ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

وَهُوَ شَه۪يدٌ  cümlesi وَ ’la gelmiş haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هُوَ  mübteda,  شَه۪يدٌ  haberdir. Müsned olan  شَه۪يدٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Müfessirler  لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ  ifadesini uyanık bir kalple (zihin, akıl) hakkında hayır ve şer olan şeyleri bilip akleden kimseler şeklinde açıklamış ve kalbin kinayeli olarak akıl yerinde kullanıldığını belirtmişlerdir. Beyzâvî  لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ  ifadesinde kalb lafzının nekre gelmesinin sebebini, her kalbin tefekkür ve tedebbür etmediği, ancak hakikatleri düşünen bilinçli bir kalbin gerektiği gibi tefekkür edeceği şeklinde açıklamaktadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ  ifadesi, “dinleyen” manasınadır. Çünkü  اَلْقَى السَّمْعَ (kulak vermek), dinlemeden kinayedir. Zira dinlemeyen kimse, sanki kulağını tutup, dinlemekten onu alıkoymuş gibidir. Binaenaleyh onu verip serbest bıraktığında, dinleme gerçekleşir. (Fahreddin er-Râzî)

Yani anılan kavimlerin anlatılan kıssalarında, yahut bu sûrede zikredilenlerde, gördüklerini layıkıyla tefekkür edip hakikatini anlayan bir akl-ı selime sahip olan kimse için elbette öğüt ve ibret vardır. Zîra bu akl-ı selime sahip olan kimse, o eski kavimlerin yok olmalarının gerçek sebebinin küfür olduğunu anlar ve böylece kendisine öğüt verilmeksizin, sadece onların tarihî eserlerini görmekle küfürden çekinir. (Ebüssuûd)

الذِّكْرى ; Zihinsel hatırlatma demektir. Yani mukayese için helak edilenlerin durumlarını ve buna sebep olan koşulları düşünmekle aynı şeyin başlarına geleceğini bilmeleri demektir ki bunu, akıllı insan herhangi bir uyarana ihtiyaç duymadan kendi kendine anlar.  القَلْبُ ; akıl demektir. Eşyayı olduğu gibi idrak etmek demektir.  اَلْقَى السَّمْعَ (kulak vermek) Kur’an’ı ve resulullahın nasihatlerini dikkatle dinlemek manasında müsteardır. Sanki kulakları sadece onunla meşgul, başka hiç bir şeyi duymuyor demektir.  الشَّهِيدُ  ise müşahit demektir. Mübalağa sıygasındadır. Zikredilen şeye şahit olduğunu kuvvetli bir şekilde ifade için bu şekilde gelmiştir. (Âşûr)