مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. زَاغَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْبَصَرُ fail olup lafzen merfûdur.
مَا طَغٰى atıf harfi وَ ‘la مَا زَاغَ ‘ya matuftur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. طَغٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Aynı üsluptaki وَمَا طَغٰى cümlesi, وَ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nefiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid eder. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
زَاغَ - طَغٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا زَاغَ ve مَا طَغٰى fiillerinin الْبَصَرُ kelimesiyle ifade edilen göze nisbet edilmesinde istiare sanatı vardır. Göz, bu fiilleri yapmaya muktedir bir kişiye benzetilmiştir.
[Peygamber’in gözü ne kaymış ne de taşmıştı;] yani gözleri, gördüğünden sapmaksızın ve onu aşmaksızın kesinlikle ve gerçek olarak kabul etmişti. Veya görmekle emredildiği ve kendisine görme imkanı verilen o hayret uyandırıcı şeyleri müşahede etmekten göz sapmamış ve taşmamıştı; yani neyi görmesi emredilmişse onu görmüştü. (Keşşâf)
الْبَصَرُ kelimesinin başındaki lam-ı tarif iki manaya gelebilir:
a) Ahd-ı haricî... Bu durumda bahsi geçen bu göz, Hazret-i Muhammed (sav)'in gözüdür ve mana, "Muhammed (sav)'in gözü meyletmedi, başka yana kaymadı" şeklindedir. Bu izaha göre, bu kaymama işi, şu manalarda olur: Sidre'yi bürüyen şeyin, altın kelebekler ve çekirgeler olduğunu söylersek, bunun manası, "Peygamber (sav) buna iltifat etmedi, bununla meşgul olmadı ve bakışlarını esas maksadı olan şeyden kesmedi." Bu izahımıza göre, o kelebeklerin ve çekirgelerin Sidre'ye yürüyüşleri, Hazret-i Muhammed (sav) için bir imtihan olur.
Eğer biz, Sidre'yi bürüyen şeyin, أنوار اللّه (Allah'ın nurları) olduğunu söylersek, bu durumda da şu iki izah yapılabilir:
1) Peygamber, sağa ve sola dönmeden, hep o nurlara bakmakla meşgul oldu.
2) O göz, o naradan ötürü kaymadı. Ama Musa (as)ın gözü böyle olmamıştı. Çünkü Musa (as), benzeri bir durumda bakışlarını kesti, bayılıp düştü. Birinci izahta, Hazret-i Muhammed (sav)'in edebinin beyanı vardır; ikincisinde ise, kuvvetli ve sebatlı oluşunun beyanı vardır.
b) Bu lâm, cins manasınadır ve ayet "o heybetin büyüklüğünden ötürü, hiçbir göz sağa sola meyletmez, kaymaz" demektir. Buna göre eğer, mana böyle olsaydı, Cenab-ı Hak, ما زاغ بصر (Hiçbir göz kaymadı) derdi. Çünkü bu ifade, daha umumi manadadır. Çünkü menfi (olumsuz) cümlede gelen nekre kelimeler, umumi mana ifade eder" denirse, biz deriz ki: Bu Cenab-ı Hakk'ın لا تدركه الابصار [Gözler o (Allah'ı) İdrâk edemez.] (Enam/ 103) buyurup da, لا يدركه بصر (Hiçbir göz O'nu idrak edemez.) demeyişi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا طَغٰى (Onu) aşmadı da) cümlesi, ya müstakil bir cümlenin başka bir cümleye yahut da mukadder bir cümlenin bir cümleye atfı kabilindendir. Müstakilin atfına misal, خرج زيد ودخل عمر (Zeyd çıktı ve Amr girdi) cümlesi; mukadderin atfına misal ise خرج زيد ودخل (Zeyd çıktı ve o girdi.) cümlesidir. Şimdi biz diyoruz ki: Bu iki ihtimal de mümkündür.
Birincisine göre, Hak Teâlâ o nur ortaya çıkarken, adeta, "Muhammed (sav)'in gözü, bu iltifat sebebiyle ağmadı ve aşmadı. Eğer ona iltifat etmiş olsaydı, haddi aşan olurdu. İkincisi, birincisine göre daha açıktır. Ama "Sidre'yi altın çekirgeler bürüdü" dememiz halinde bu ayetlerin manası, "Muhammed (sav) onlara iltifat etmedi. Allah'tan başkasına dönüp bakmadılar. Dolayısıyla ne o çekirgeler, ne de başka bir şeye iltifat etti" şeklinde olur.
Sidre'yi bürüyen şeyin, Allah'ın nuru olduğunu söylememiz halinde ise, مَا زَاغَ الْبَصَرُ cümlesi, ما مال عن الأنوار (Gözü, o nurlardan ayrılmadı.) manasına, وَمَا طَغٰى cümlesi de ما طلب شيئا وراءها (O nurların ötesinde başka birşey istemedi.) manasında olur. Burada şöyle bir incelik var: Allah Teâlâ neden ما زاغ وما طغى buyurdu da, bunun yerine ما مال وما جاوز buyurmadı? Çünkü burada الميل ve المجاوزة tabirlerini kullanmak çirkin olur. Dolayısıyla Cenab-ı Hak burada الزيغ والطغيان ifadelerini kullandı. (Fahreddin er-Râzî)
Bazı alimler Resulullah'ın Allah'ı görmesinin baş gözü ile ve uyanıkken olduğuna [”gözü kaymadı"] ayeti ile delil getirmişlerdir. Çünkü gözün kaymamakla nitelenmesi, onun uyanıkken olmasını gerektirir. Şayet görme kalple olsa idi ”kalbi sapmadı" derdi. Ancak buradaki gözden maksadın kalp gözü olduğunu söylemek mümkünse de, bunu diyebilmek için bir karinenin bulunması gerekir. O da mevcut değildir. (Ruhu’l Beyan)