وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
2 | امَنُوا | inananlar |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
4 | وَرُسُلِهِ | ve elçilerine |
|
5 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
6 | هُمُ | onlardır |
|
7 | الصِّدِّيقُونَ | sıddikler |
|
8 | وَالشُّهَدَاءُ | ve şehidler |
|
9 | عِنْدَ | yanında |
|
10 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
11 | لَهُمْ | onların vardır |
|
12 | أَجْرُهُمْ | mükafatları |
|
13 | وَنُورُهُمْ | ve nurları |
|
14 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
15 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
16 | وَكَذَّبُوا | ve yalanlayanlar |
|
17 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
18 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
19 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
20 | الْجَحِيمِ | cehennem |
|
Sıddîk, “inancında samimi olan, içtenlikle tasdik eden; sadakat ve bağlılık örneği; özü sözü bir, dürüst” anlamlarına gelir. Bazı müfessirlere göre bu kelimeyle kastedilen, “peygamberleri hemen tasdik eden ilk müminler”dir. Şehid de “Allah yolunda ve yüce değerler uğruna canını feda eden kimse” demektir. İfade akışından anlaşıldığına göre âyet, Allah’a ve peygamberlerine böylesine (önceki âyette belirtildiği şekilde) iman etmiş olanlara müjde vermekte ve onların da Allah katında sıddîklar ve şehidlerle beraber bulunacaklarını veya onlar gibi değerli olduklarını belirtmektedir. Cümlenin ana yapısı konusunda bu yaklaşıma sahip olan müfessirlerin çoğu, âyetin lafzî karşılığı “Onlar sıddîklar ve şehitlerdir” şeklinde olduğu için, bu ifadeye “Onlar sıddîkların ve şehidlerin mertebesindedir” mânasını vermiştir; bir kısmı ise “Her mümin bir sıddîktır, bir şehiddir” veya “Her mümin bir sıddîktır ve –Bakara sûresinin 143. âyetinde belirtildiği anlamda– bir tanıktır” yorumunu yapmıştır (farklı bir bağlamda “sıddîklar ve şehidlerle beraber olmak”tan söz eden bir ifade için bk. Nisâ 4/69).
Diğer bir yaklaşıma göre ise birinci cümlenin ikinci kısmı müstakil bir cümle olup şöyle bir mâna taşımaktadır: “Rableri katındaki şehidlere gelince, mükâfatları ve nurları onları beklemektedir.” Bu anlayışa sahip müfessirlerin bir kısmı buradaki şehid kelimesini meşhur anlamıyla açıklarken, bazıları “tanık” anlamından hareketle“maksat –Nisâ sûresinin 41. âyetinde belirtildiği üzere– ümmetlerinin lehinde ve aleyhinde tanıklık edecek peygamberlerdir” demişlerdir. Burada geçen nur kelimesi de genellikle 12. âyetteki anlamıyla açıklanmıştır. Âyette Allah’a imanın yanında peygamberlere imandan söz edilmek suretiyle samimi bir mümin olmak için Allah’tan mesaj getiren bütün elçilere inanmanın ön şart olduğu belirtilmekte, sadece mensup oldukları dinin peygamberine iman edenlerin ilâhî din fikriyle çelişen bir ilke hatası yapmış olacaklarına îmada bulunulmaktadır (İbn Atıyye, V, 265-266; Râzî, XXIX, 231-232; Şevkânî, V, 201).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 247-248وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا fiili, damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline mütealliktir. رُسُلِه۪ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İşaret ism-i اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir.
الصِّدّ۪يقُونَ kelimesi mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الشُّهَدَٓاءُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. عِنْدَ mekân zarfı, الشُّهَدَٓاءُ ‘nın mahzuf haline mütealliktir. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شُهَدَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَجْرُهُمْ muahhar mübteda olup lafzen mecrurdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نُورُهُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا
الَّذ۪ينَ كَفَرُوا atıf harfi وَ ’la الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ’ya matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَذَّبُوا atıf harfi وَ ’la كَفَرُوا ’ya matuftur. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ cümlesi mübteda olan الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْجَح۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. جَح۪يمِ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰمَنُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-ı celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
اللّٰهُ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَرَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder. Allah lafzına رُسُلِـه۪ٓ ‘nin atfı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Bu atıf ehl-i kitaba tarizdir.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَ mübtedanın haberidir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin الْ takısıyla marife olması kasr ifade eder. İzâfî kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
الصِّدّ۪يقُونَۗ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. عِنْدَ mekân zarfı, الشُّهَدَٓاءُ ‘ nın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
عِنْدَ رَبِّهِمْۜ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. عِنْدَ , Rabb ismine muzâf olmakla tazim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin ikinci haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرُهُمْ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan اَجْرُهُمْ ’un izafetle gelmesi gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
نُورُهُمْ makabline matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
اَجْرُهُمْ - نُورُهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَجْرَهُمْ ifadesinde istiare vardır. Allah ve resulüne iman edenlerin mükafatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
Cümle atıf harfi وَ ’la الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Aynı üslupta gelen وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا cümlesi atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir.
كَذَّبُوا fiili, تفعيل babındandır. تفعيل babının en yaygın anlamı teksirdir.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Önceki cümledeki lafza-ı celâlden sonra بِاٰيَاتِنَٓا ‘da azamet zamirinin zikri, iltifat sanatıdır.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَصْحَابُ haber, الْجَح۪يمِ۟ muzâfun ileyhtir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması veciz ifade yanında tahkir ve kınama ifade eder.
اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ izafeti, muzâfın tahkiri içindir. Bu ifadede istiare vardır. Cehennemde bulunmak, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
Bu ifade aralarındaki yakınlığın şiddetine delalet eder. (Âşûr)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ cümlesi ile وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اٰمَنُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, اُو۬لٰٓئِكَ - الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَرُوا - كَذَّبُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.