Hadid Sûresi 20. Ayet

اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَز۪ينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماًۜ وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ  ...

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اعْلَمُوا bilin ki ع ل م
2 أَنَّمَا şüphesiz
3 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
4 الدُّنْيَا dünya د ن و
5 لَعِبٌ bir oyundur ل ع ب
6 وَلَهْوٌ ve eğlencedir ل ه و
7 وَزِينَةٌ ve süstür ز ي ن
8 وَتَفَاخُرٌ ve övünmedir ف خ ر
9 بَيْنَكُمْ kendi aranızda ب ي ن
10 وَتَكَاثُرٌ çoğaltma yarışıdır ك ث ر
11 فِي
12 الْأَمْوَالِ malda م و ل
13 وَالْأَوْلَادِ ve evladda و ل د
14 كَمَثَلِ tıpkı şuna benzer م ث ل
15 غَيْثٍ bir yağmura غ ي ث
16 أَعْجَبَ hoşuna giden ع ج ب
17 الْكُفَّارَ ekincilerin ك ف ر
18 نَبَاتُهُ bitirdiği ot ن ب ت
19 ثُمَّ sonra
20 يَهِيجُ kurur ه ي ج
21 فَتَرَاهُ onu görürsün ر ا ي
22 مُصْفَرًّا sapsarı ص ف ر
23 ثُمَّ sonra
24 يَكُونُ olur ك و ن
25 حُطَامًا çerçöp ح ط م
26 وَفِي ise vardır
27 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
28 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
29 شَدِيدٌ çetin ش د د
30 وَمَغْفِرَةٌ ve mağfiret غ ف ر
31 مِنَ -tan
32 اللَّهِ Allah-
33 وَرِضْوَانٌ ve rıza ر ض و
34 وَمَا ve değildir
35 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
36 الدُّنْيَا dünya د ن و
37 إِلَّا başka bir şey
38 مَتَاعُ bir zevkten م ت ع
39 الْغُرُورِ aldatıcı غ ر ر
 

 Heyece هيج :

  هاجَ fiili baklagillerden bitki veya ot sarardı ve uzadı anlamına gelir. Yine fiil هاجَ الدَّمُ şeklinde kan harekete geçti ve هِيجَتِ الحَرْبُ şeklinde savaş kızıştı şeklinde de kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli heyecandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

 

اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَز۪ينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ 

 

اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ  cümlesi  اِعْلَمُٓوا ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَنَّمَا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir. 

الْحَيٰوةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةُ ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَعِبٌ  mübtedanın  haberi olup lafzen merfûdur. لَهْوٌ  -  ز۪ينَة  -  تَفَاخُرٌ  kelimeleri  لَعِبٌ  kelimesine matuftur.  بَيْنَكُمْ  mekân zarfı تَفَاخُرٌ  kelimesine mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَكَاثُرٌ  kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  فِي الْاَمْوَالِ  car mecruru  تَكَاثُرٌ  kelimesine mütealliktir.  الْاَوْلَادِ  kelimesi atıf harfi وَ  ‘la makabline matuftur.


 كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماًۜ

 

كَ  harf-i cerdir.  كَمَثَلِ  car mecruru  الْحَيٰوةُ ‘nun mahzuf haberine mütealliktir.  غَيْثٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ  cümlesi  غَيْثٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَعْجَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْكُفَّارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  نَبَاتُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez.

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَه۪يجُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Cümle atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَرٰيهُ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Muttasıl zamir olan  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  مُصْفَراًّ  kelimesi  تَرٰيهُ ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَكُونُ حُطَاماً  cümlesi tertip ve terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile  تَرٰيهُ مُصْفَراًّ  cümlesine matuftur.

يَكُونُ  nakıs damme ile merfû, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

يَكُونُ ’nun ismi müstetir olup takdiri, هو’dir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. حُطَاماً  kelimesi  يَكُونُ ‘nun haberi olup fetha ile mansubdur. 

اَعْجَبَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  عجب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  شَد۪يدٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

مَغْفِرَةٌ  atıf harfi و ‘la  عَذَابٌ ‘e matuftur.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  مَغْفِرَةٌ  kelimesine mütealliktir. رِضْوَانٌ  atıf harfi و ‘la  مَغْفِرَةٌ 'e matuftur.


 وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الْحَيٰوةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

الدُّنْيَٓا  kelimesi  الْحَيٰوةُ ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  مَتَاعُ  haber olup lafzen merfûdur. الْغُرُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَز۪ينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindeki …  اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ  cümlesine dahil olan  اَنَّـمَٓا , kasr edatıdır. Kasrla tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasr  الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا  mevsuf/maksûr,  لَعِبٌ  sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Dünya hayatı oyuna tahsis edilmiştir.

Kasr, iki tekid mesabesindedir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

لَهْوٌ - ز۪ينَةٌ - تَفَاخُرٌ- تَكَاثُرٌ  kelimeleri haber olan  لَعِبٌ ‘a atfedilmiştir.

لَعِبٌ - لَهْوٌ  ve  الْاَمْوَالِ - الْاَوْلَادِۜ - ز۪ينَةٌ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

بَيْنَكُمْ  mekân zarfı  تَفَاخُرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.    فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ  car mecrurları, تَكَاثُرٌ ‘e mütealliktir.

فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü mal ve evlat, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Dünya hayatının özellikleri sayarak taksim sanatı yapılmıştır. Cümlede teşbih-i beliğ yoluyla, dünya hayatı oyun ve eğlenceye benzetilmiştir. Müşebbeh dünya hayatı, müşebbehün bih oyun ve eğlencedir. Vech-i şebeh, her ikisindeki, insanı cezbetmesi ve meşgul etmesidir. 

لَعِبٌ , kendisiyle meşgul olduğunu, ama o anda kendisinde bir zaruret bulunmayan; gelecekte de, bir faydası umulmayan şeydir. Sonra insan o şeyi yapsa, bu da onu, başkasından alıkoymayıp, daha mühim şeylere eğilmesine mani olmazsa, bu şeye  لَعِبٌ  (oyun); insanın onu kullanıp, bu şeyin, onu başka şeylerden alıkoyması ve böylece de daha mühim şeyleri yapmasına mani olması halinde de bu şey bir   لَهْوٌۜ  olur. İşte bundan dolayı insanı başka şeylerden alıkoyduğu için oyun eğlence aletlerine  لَهْوٌۜ ; bunun aşağısında olanlara da -mesela satranç oyunu, güvercin uçurmak gibi-  لَعِبٌ  denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Muhammed/36)

اللَّهْوُ : Zihnî meselelerin ciddiyet zahmetinden uzaklaştırmak için yapılan çalışmadır, böylece kendisini ilgilendiren önemli şeylerden uzaklaştırır ve zihnini strese sokar.

Hayatın bir oyun ve eğlence olduğu sözü, teşbih-i beliğdir. Dünya hayatının şartları, geçici olduğundan hiçbir faydası olmayan bir oyun ve eğlenceye, ahiret de karar yurduna benzetilmiştir. (Âşûr, Muhammed/36)

كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ  car-mecruru  الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا ‘nın mahzuf ikinci haberine mütealliktir. İkinci haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Veciz ifade kastına matuf  كَمَثَلِ غَيْثٍ  izafet terkibinde muzâfun ileyh olan  غَيْثٍ ’in tenkiri, kesret nev ve tazim ifade eder. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ  cümlesi,  غَيْثٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan الْكُفَّارَ , konudaki önemi dolayısıyla faile takdim edilmiştir.

فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ  ifadesindeki  في  harfi ya ta’lîl ya da mecazî zarfiyye içindir. Mallar adeta insanların yanında toplandığı zarf gibidir. (Âşûr)

تَفَاخُرٌ , övünme yarışı demektir. Fahr ve iftihar ise, kişinin kendisinden başka şeylere güvenip övünmesidir.  وَتَكَاثُرٌ فِى اْلاَمْوَالِ وَاْلاَوْلاَدِ , mal ve evlatta bir çokluk yarışı, bir gururdur. İşte sırf dünya için yaşayanlara hayat, bunlardan ibarettir. (Elmalılı Hamdi Yazır)


ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماًۜ

 

يَه۪يجُ  cümlesi, rütbe ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle  اَعْجَبَ ‘ye atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Matuf ve matufun aleyh arasında, maziden muzariye iltifat sanatı vardır.

فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ  cümlesi, makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  مُصْفَراًّ  kelimesi  تَرٰيهُ ‘deki zamirin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  

ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماً  rütbe ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle  فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Muzari sıygada gelen  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

Bu ayet-i kerîmede dünya hayatının güzelliği, cazibesi ve insanın ona aldanması tasvir edilmiştir. İnsan, onun lezzetleriyle meşgul olur ve sanır ki bu hayat ebedî böyle sürecek. Sonra birdenbire bu lezzetler biter. İşte Kur’an, dünyanın bu halini bir çok yerde üzerine yağmur yağan, bu yağmurla büyüyüp gelişen, rengarenk çiçekler açan, çeşit çeşit meyveler veren, öyle ki bu güzel zarif haliyle çiftçiyi hayran bırakan, sonra bu hali değişen, güzelliği kaybolan, sararıp solan ve çöpe dönen nebat şeklinde tasvir etmiştir. İşte dünya hayatı da böyledir. İnsanlar onunla övünürler, meşgul olurlar. Bu halleriyle yemyeşil tarlasıyla uğraşan ve ona hayran olan çiftçiye benzerler. İki mürekkeb taraf, mürekkeb bir vech-i şebehde birleşmiştir. Bu da güzellik ve aldanma, sonra da birden yok olmaktır. Ayet-i kerîme son bölümüyle bu vech-i şebehi tekid etmiştir. Dünya hayatını, cazibeli ve aldatıcı olmasına karşılık yok olan mal-mülke benzetmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

Buradaki الْكُفَّارَ  kelimesinin akla ilk gelen yakın anlamı kâfirler, uzak anlamı ise çiftçilerdir. Kâfirlerin dünya hayatına yönelik tutkularına üstü kapalı bir dokundurmada bulunan bu kelimenin uzak anlamı olan çiftçilerle ilgili yağmur, bitki, sararma ve çerçöp olma gibi unsurların olması da mübeyyen bir tevriyenin kanıtıdır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)


 وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ 

 

 

وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ  cümlesi atıf harfi وَ  ile  الْحَيٰوةُ ’in haberine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

فِي الْاٰخِرَةِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ muahhar mübtedadır.

عَذَابٌ için sıfat olan  شَد۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder.

مَغْفِرَةٌ  ve  رِضْوَانٌۜ , kelimeleri tezat nedeniyle müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ ‘a atfedilmiştir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  مَغْفِرَةٌ ‘a mütealliktir. 

Ayette  mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رِضْوَانٌۜ - مَغْفِرَةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَابٌ - مَغْفِرَةٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  مَٓا  nefy harfi ve اِلَّا  istisna harfiyle oluşan iki tekid mesabesindeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا  mevsuf/maksûr, مَتَاعُ الْغُرُورِ  sıfat/maksûrun aleyhtir. Dünya hayatının bir aldanış vasıtasından başka birşey olmadığı etkili bir şekilde ifade edilmiştir.

مَتَاعُ الْغُرُورِ  ifadesinde istiare vardır. (Beliğ teşbih formunda olan bu ifadede dünya hayatı, müşterisini kandırmak için allanıp pullanarak hoş gösterilen, alındıktan sonra bayağı ve değersiz olduğu anlaşılan ticaret metaına benzetilmiştir.) Çünkü aldatmanın (gurur) gerçekte metaı olmaz. Bununla kastedilen, insanın yararlandığı her metaın, geçici bir gölge ve silinerek yok olan kına [gibi] olmasıdır. (Şerif er-Râdî, Kur’an Mecazları)  

Zemahşeri şöyle der: Allah dünyayı, müşteri aldanıp da alsın diye kusuru gizlenen bir mala benzetmiştir. Aldatan ve kandıran şeytandır. Bu; istiare kabilindendir. (Safvetü’t Tefasîr, Al-i İmran/185)

الدُّنْيَٓا  kelimesi  الْحَيٰوةُ  için sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

[Dünya hayatı sadece aldanma malzemesidir] sözünde dünya hayatı bir alım-satımda müşterinin aldatıldığı bir metaa benzetilmiştir. Bu; dünya hayatını ahiret hayatına tercih edenler içindir. Oysa dünya hayatı, ahiret hayatını kazanmaya çalışanlar için matluba ulaşmaya yarayan iyi bir vasıtadır. (Ebüssuûd)

مَتاعُ  kelimesinin  الغُرُورِ  kelimesine isnad edilmesi akıbet lamı manasıyladır. (Âşûr)