يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | قِيلَ | dendiği |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | تَفَسَّحُوا | yer açın |
|
8 | فِي |
|
|
9 | الْمَجَالِسِ | meclislerde |
|
10 | فَافْسَحُوا | yer açın ki |
|
11 | يَفْسَحِ | genişlik versin |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | لَكُمْ | size |
|
14 | وَإِذَا | zaman da |
|
15 | قِيلَ | dendiği |
|
16 | انْشُزُوا | kalkın |
|
17 | فَانْشُزُوا | kalkın ki |
|
18 | يَرْفَعِ | yükseltsin |
|
19 | اللَّهُ | Allah |
|
20 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
21 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
22 | مِنْكُمْ | sizden |
|
23 | وَالَّذِينَ | ve kendilerine |
|
24 | أُوتُوا | verilenleri |
|
25 | الْعِلْمَ | ilim |
|
26 | دَرَجَاتٍ | derecelerle |
|
27 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
28 | بِمَا | şeyleri |
|
29 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
30 | خَبِيرٌ | haber almaktadır |
|
Bu âyetin inişiyle ilgili olarak tefsirlerde genellikle Resûlullah’ın toplantılarında ona yakın olma arzusuyla ilgili olaylara yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bir gün Suffe diye bilinen yerde Hz. Peygamber ashabıyla sohbet ederken yeni gelenler ayakta kalmışlardı. Bunlar arasında Resûlullah’ın kendilerine özel değer verdiği Bedir Savaşı’na katılmış müslümanlar da vardı. Resûlullah bilhassa onlara yer açılması için yakınındakilere işaret etti. Yerinden kalkması gerekenlerin yüz ifadelerinden bu durumdan hoşnut olmadıkları belli oldu. Münafıklar da bunu fırsat bilip Hz. Peygamber’in adaletli davranmadığı ve bazı kişileri kayırdığı yolunda şâyia çıkardılar. Konuya açıklık getirmek ve bir uyarıda bulunmak üzere bu âyet nâzil oldu. Âyetin tefsiri sırasında, anılan olayın yanı sıra, toplu halde bulunulan yerlerde uyulması gereken muaşeret kurallarıyla ilgili Resûlullah ve sahâbe dönemi tatbikatından örnekler de verilir. Ayrıca âyette “ilim verilenler”den söz edildiği için İslâm’da ilmin yeri ve önemiyle ilgili geniş açıklamalar yapılır (bk. Râzî, XXIX, 268-269; Elmalılı, VII, 4790-4797; Derveze, X, 106-109). Bu gibi olaylar âyetin anlaşılmasına ışık tutmakla beraber âyetin mesajının bütün müslümanlara yönelik ve bütün zamanları kapsayıcı nitelikte olduğu açıktır. Önceki âyetlerden gerekli çıkarımı yaparak Allah’ın ilminin kuşatıcılığına ve herkesin bir gün O’nun huzuruna çıkarılıp hesap vereceğine yürekten inanan, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in üzerinde önemle durduğu ahlâk ilkelerine riayet eden, dolayısıyla başkalarına zarar verici davranışlardan olabildiğince uzak durmaya çalışan müminler, 11. âyette bu ilkelerden hareketle müslümana yaraşır sosyal davranış kuralları geliştirmeye yönlendirilmekte; gösterilen örnek (gerektiğinde yer açma ve yerini başkasına verme örneği) ışığında, yalnız zarar vermekten kaçınma değil aynı zamanda gönül alma ve toplumsal kaynaşmayı sağlama amaçlı, terbiye ve incelik örneği görgü kurallarına riayet etmeleri özendirilmektedir. Hatta Râzî’nin belirttiği üzere bu âyetin, kullara iyilik ve kolaylık kapılarını olabildiğince açık tutmaya çalışanlara Allah’ın da dünya ve âhiret iyiliklerini bol bol ihsan edeceği anlamı taşıdığı söylenebilir. Zemahşerî’ye göre “Allah da size genişlik versin” ifadesi, –mekân genişliği, bol rızık, gönül ferahlığı, kabir rahatlığı, cennete girme mutluluğu gibi– insanların arzuladıkları her türlü genişliği kapsamaktadır. Aynı görüşü tekrar eden Râzî’nin şu ifadesi de dikkat çekicidir: Mâkul düşünen hiç kimse bu âyeti toplantıda yer açma anlamıyla sınırlamaz; aksine bununla kastedilen, iyiliklerin ve güzelliklerin müslümana ulaşmasına katkı sağlamak ve onun gönlünü sevinçle doldurmaya çalışmaktır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.) “Kul, müslüman kardeşine yardım etme çabası içinde olduğu sürece Allah da hep onun yardımında olmaya devam eder” (Müsned, II, 274). Taberî de âyetteki “Davranıp kalkın!” ifadesinin “hangi türden olursa olsun iyiliğe yönelik her türlü buyruk ve yönlendirme”yi kapsadığını belirtir (XXVIII, 18).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 272-273يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا şşart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَكُمْ car mecruru ق۪يلَ fiiline mütealliktir. Mekulü’l-kavli تَفَسَّحُوا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
تَفَسَّحُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْمَجَالِسِ car mecruru تَفَسَّحُوا fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. افْسَحُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَفْسَحِ اللّٰهُ cümlesi şartın cevabıdır. يَفْسَحِ sükun ile meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru يَفْسَحِ fiiline mütealliktir.
تَفَسَّحُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فسح ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. ق۪يلَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mekulü’l-kavli انْشُزُوا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
انْشُزُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. انْشُزُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَرْفَعِ اللّٰهُ cümlesi şartın cevabıdır. يَرْفَعِ sükun ile meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru اٰمَنُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ‘la birinci الَّذ۪ينَ ‘ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. Naib-i fail aynı zamanda birinci mef’ûlün bihtir.
الْعِلْمَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. دَرَجَاتٍۜ hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muzaf mahzuftur. Takdiri, ذوي درجات (Dereceler sahibi) şeklindedir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۫تُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle خَب۪يرٌ ‘e müealliktir.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. خَب۪يرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
خَب۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Nidanın cevabı olan اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vukuu kesin durumlarda kullanılır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olan تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ şeklindeki mekulü’l-kavl cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. ق۪يلَ fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için naib-i faile takdim edilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَافْسَحُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْ cümlesi, talebin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
افْسَحُوا - يَفْسَحِ - تَفَسَّحُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَفَسَّحُوا fiilindeki تفعّل babı, tekellüf (sorumluluk) ifade eder. (Âşûr)
الْمَجَالِسِ ’teki elif-lam; ahd için olup peygamber efendimiz’in meclisini ifade ediyor olabilir. Cins için de olabilir. (Âşûr)
يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْ sözü emrin cevabı olup Allah’ın vaadidir. لَكُمْ ’deki zamir de müminlere aiddir. يَفْسَحِ ’dan maksad; hakiki ve mecazi olabilir. Hakiki mana mekân içindir, mecazî mana ise hem dünyada hem de ahirette mekân, rızık, vs olabilir. (Âşûr)
Göğüs veya kabir de olabilir. (Âlûsi)
ق۪يلَ fiili meçhul gelerek faili hazf edilmiştir. Çok açık olduğu için. Yani; Rasul (s.a.v) demektir. (Âşûr)
Bu emir her ne kadar yer açın denildiği zaman ile kayıtlı olsa da müminlerin meclislerde birbirine yer açması vücuben veye mendub olarak övülen bir şeydir. İkram, sevgi gösterisi ve arkadaşlık babındandır. (Âşûr)
İkinci emir birinciye atfedilmiştir. Bir bakıma hususun umuma atfı kabilindendir. Önemi sebebiyledir. Kalkmak oturmaktan daha önemlidir. Kalkmadan sürekli oturanlar sebebiyle başkalarına yer açılmaz. Meclislerde ilim talebelerinin ve önce gelen kişilerin kalabalığa rağmen kalkmadan oturması evladır. Kişi önceden biriyle mescide seccade, sarık vb bir şey gönderip yer tutabilir. (Âşûr)
فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ [Allah da size genişlik versin] hitabı, insanların, mekân, rızık, göğüs, kabir, cennet gibi genişliğini istedikleri her şey hakkında umumi olan, mutlak bir ifadedir. Bu ayet, kullarına hayır ve rahat kapılarını açan herkese, Allah Teâlâ'nın da, dünya ve ahiretin hayırlarını genişlettiğine delalet eder. Akıllı bir kimsenin, bu ayetin sadece meclislerde yer açma manasında olduğunu söylemesi uygun düşmez. Aksine bundan murad, müslümana hayırları ulaştırmak ve onun kalbine neşe ve sürur vermektir. (Fahreddin er-Râzî)
افْسَحُوا - تَفَسَّحُوا fiilin iki sıygası arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ
وَ , atıf harfidir. Aynı üslupta gelen cümle, hükümde ortaklık nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan ق۪يلَ انْشُزُوا şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Aslı mekulü’l-kavl olan ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olan انْشُزُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَافْسَحُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ cümlesi, talebin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. مِنْكُمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
İlkine matuf olan ikinci ism-i mevsûlün sılası اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُو۫تُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
دَرَجَاتٍۜ , ikinci mef’ûl olarak mansubdur.
اِذَا - ق۪يلَ - لَكُمْۚ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
انْشُزُوا - فَانْشُزُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ cümlesi öncesine atfedilmiştir. Buradaki مِنْكُمْۙ sıfattır, مِنْ teb’iz içindir. Müminlerden iman edenler demektir. Yani bu emri kabul eden münafıklardan değil müminlerden, demektir. دَرَجَاتٍۜ ; ya mekan zarfıdır ya da mef’ûlü mutlak (مرافع) yerine gelmiştir. (Âşûr)
دَرَجَاتٍ ; nekire gelerek dünyadaki ve ahiretteki derece çeşitlerini ifade etmiştir. (Âşûr)
يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ [Allah, sizden inananları yükseltir.] ayetinden sonra, وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ [Kendilerine ilim verilenleri de yükseltir] ayetinin gelmesinde ilmin şerefine dikkat çekmek için hâssın âmm üzerine atfı vardır. Çünkü, الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ [Kendilerine ilim verilenler] önceden müminlere dahildi. Sonra alimlere saygı için, tekrar özel olarak zikredildi. (Safvetü’t Tefâsir- Âşûr - Âlûsi)
Burada kendilerine ilim verilenlerin de ayrıca yüceltileceği belirtilmiştir ki, bunun ifade edilmesinin sebebi, âlimlerin durumlarının yüceliğini ve mertebelerinin büyüklüğünü vurgulamak içindir. Böylece sanki âlimler başka bir cins ve tür imişler gibi anılmışlardır. Âlimler ilim ve ameli birlikte yapmaları sebebi ile yüksek mertebe ve tabakalarla yüceltilmişlerdir. (Rûhu-l Beyân)
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اَللّٰهُ mübteda, خَب۪يرٌ۟ haberidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِمَا , ihtimam için, amili olan خَب۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan تَعْمَلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müsned olan خَب۪يرٌ۟ mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَعْمَلُونَ - الْعِلْمَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin son cümlesi, bu surenin 3. ayetinde ve Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)