اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | يُحَادُّونَ | karşı gelen(ler) |
|
4 | اللَّهَ | Allah’a |
|
5 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
6 | كُبِتُوا | tepeleneceklerdir |
|
7 | كَمَا | gibi |
|
8 | كُبِتَ | tepelendikleri |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önceki |
|
12 | وَقَدْ | ve andolsun |
|
13 | أَنْزَلْنَا | biz indirdik |
|
14 | ايَاتٍ | ayetler |
|
15 | بَيِّنَاتٍ | açık açık |
|
16 | وَلِلْكَافِرِينَ | ve kafirler için vardır |
|
17 | عَذَابٌ | bir azab |
|
18 | مُهِينٌ | küçük düşürücü |
|
“Allah’a ve resulüne karşı gelenler” ifadesi bu tavır içinde bulunan herkesi kapsamakla beraber, burada Hz. Peygamber’in mesajını rahat bir şekilde tebliğ etmesini engellemeye ve onu çarpıtmaya çalışan, peygambere ve müslümanlara karşı komplolar hazırlayan münafıklara (veya 8. âyetin tefsirinde açıklanacağı üzere hem münafıklara hem de iş birliği yaptıkları yahudilere) yöneltilmiş özel bir uyarı bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sûrenin bundan sonraki âyetlerinde ağırlıklı olarak bu konu üzerinde durulacaktır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 266اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُحَٓادُّونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُحَٓادُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَسُولَهُٓ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كُبِتُوا cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. كُبِتُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl كَ harfi ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كُبِتَ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كُبِتَ fetha üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Naib-i faili cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ olup mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُحَٓادُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi حدد ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ
اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَنْزَلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اٰيَاتٍ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْـنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُه۪ينٌۚ ise عَذَابٌ kelimesinin sıfatı olup lafzen merfûdur.
لْكَافِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ
Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi muhatabın mevsûlün sılası hakkında bilgisi olduğunu göstermektedir.
Bazı alimler der ki: ”Ayetin orjinal metninde yer alan المحادة kelimesi, ‘demir’ anlamına gelen الحديد hadîd kelimesinden türemedir. Burada maksat demirle karşı koymak demektir. Kullanılan bu demir, ister gerçekten demir olsun isterse demirle yapılan mücadeleye benzeyen şiddetli bir çekişme ve münakaşa tarzında olsun farketmez. Bazı âlimlere göre ayetin manası şöyledir: ”Allah ve Resulüne karşı, onların çizmiş olduğu sınırlardan başka sınırlar çizenler ve tercih edenler, demektir." Burada, şeriatın çizmiş olduğu sınırlara aykırı olarak bir takım emirler ve yasaklar getiren ve adına ‘kanun’ diyen kötü idareciler ve yöneticilere büyük bir tehdit vardır. (Rûhu’l-Beyân)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
رَسُولِ - للّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَسُولِه۪ۜ ‘nun lafz-ı celâle atfı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Teşbih harfi ك ile mecrur mahaldeki masdar harfi مَا , amili olan كُبِتَ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir. ما ’nın sılası olan كُبِتَ cümlesi masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yani ; كبتوا كبتا مثلَ كبت الذين (Tepetaklak atılan kişiler gibi tepetaklak atıldılar) şeklindedir.
كُبِتَ fiilinin naib-i faili konumunda olan cemi müzekker has ismi mevsul الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Her iki ism-i mevsûl de tahkir içindir. الَّذ۪ينَ ‘in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh birinci ism-i mevsûl, müşebbehe bih ikinci ism-i mevsûldür.
كُبِتَ - كُبِتُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ibaresi ile Hendek Savaşı kasdedilmiştir. Maksat, münafıklardır. (Âşûr)
كُبِتَ fiili mazi gelmiş, müstakbel manasında kullanılmıştır. Kesinlik ifadesi için bu uslûb tercih edilmiştir. Bunun delili de haberin اِنَّ ile tekid edilmesidir. Çünkü geçmişte olan bir olay inkar edilmeyeceği için tekid edilmesine gerek yoktur. (Âşûr)
Allah’a düşmanlık için يُحَٓادُّونَ fiilinin kullanılması savaş aletleri için demir hammaddesiyle yapılmış aletler kullanılması sebebiyle olduğu söylenmiştir. Kılıç, zırh, kalkan vs. burada Beyzâvî şöyle demiştir: önceki ayette geçen حُدُودُ اللّٰهِۜ tabirine münasip olması için meşakkat veya muâdât kelimeleri yerine muhâddât kelimesi kullanıldı. (Bu nedenle lafız mana uyumu murâatu-n nazîr sanatı vardır. (F.Serap Karamollaoğlu, Alûsî, Sabuni)
Müfredât'da şunlar yazılıdır: الكبت , şiddetle ve küçük düşürerek reddetmek ve kovmak demektir." el-Kâmus'a göre الكبت kelimesi, birisini yere sermek, rezil rüsva etmek, kovmak, düşmanı kini ile birlikte savuşturmak ve alçaltmak demektir.
İbn Şeyh der ki: ”Bu ifade kâfirlere beddua ve ileride olacak şeyi 'dili geçmiş zaman kipi' kullanılmak sureti ile haber vermek demektir. Fiilin kipinin geçmiş zaman kullanılması azaltılacaklarının kesinliğinden dolayıdır. Buna göre ayetin manası şu şekilde olur: Allah'a ve Resulüne karşı gelenler alçaltılacaklardır. Bunların arasına bütün kâfirler ve münafıklar da dahildir. Kâfirler açıkça ve gizlice Yüce Allah'a düşmanlık ettiklerinden dolayı alçaltılacaklar, münafıklar ise gizliden gizliye karşı gelmeleri sebebi ile onlara dahil olacaklardır." (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)
وَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ
وَ , haliyyedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
اَنْزَلْـنَٓا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine dönüş şeklinde iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
الانزال ; yani indirmek, bir şeyi yukarıdan aşağıya nakletmek demektir. Bu da her hangi cisme sahip olan varlıklar hakkında düşünülebilir. Oysa ayetler herhangi maddi bir cisme sahip olmayan söz ve kavramdan ibarettirler. Bunları indirmekten maksat, Yüce Allah'tan vahiy alan meleği indirmek ve onu Allah'ın kuluna göndermektir. Ya da maksat, istiare yoluyla indirmek ve ulaştırmak demektir. (Rûhu’l-Beyân)
بَيِّنَاتٍ , mef’ûl olan اٰيَاتٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اٰيَاتٍ âmme bir lafızdır. Birçok yerde olduğu gibi sadece beyyinât şeklinde sadece sıfatıyla değil اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ şeklinde sıfat-mevsûf olarak gelmiştir.
اٰيَاتٍ kelimesindeki tenvin nev, tazim ve kesret içindir.
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌۚ
Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلْكَافِر۪ينَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.
الكافرين deki tarif cins içindir. Tüm kafirleri kapsar. (Âşûr)
عَذَابٌ için sıfat olan مُه۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُه۪ينٌۚ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَذَابٌ - مُه۪ينٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kafirlerin kelimesinin başındaki elif-lam; istiğrak manasında cins içindir. (Âşûr)
Bu cümlede müminleri tazim manası da vardır. Bunun için idmâc sanatı vardır.
مُه۪ينٌ vasfı da ihanet ve zillet manası taşıyan كُبِتَ fiiline münasiptir. (Âşûr) Mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in başka surelerinde de aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Bazı alimler der ki: ”Yüce Allah'ın kâfirlere verilecek olan azabı, ilkin اَل۪يمٌ acı ve elem verici olarak ve sonra da مُه۪ينٌۚ küçük düşürücü şeklinde nitelemesi, önce onlara elem ve azabın verileceği sonra da bu sebeple küçük düşürülecekleri içindir." (Rûhu’l-Beyân)