فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۚ فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناًۜ ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | kimse |
|
2 | لَمْ |
|
|
3 | يَجِدْ | imkan bulamayan |
|
4 | فَصِيَامُ | oruç tutmalıdır |
|
5 | شَهْرَيْنِ | iki ay |
|
6 | مُتَتَابِعَيْنِ | aralıksız olarak |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | قَبْلِ | önce |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يَتَمَاسَّا | temaslarından |
|
11 | فَمَنْ | kimse |
|
12 | لَمْ |
|
|
13 | يَسْتَطِعْ | (buna) gücü yetmeyen |
|
14 | فَإِطْعَامُ | doyurmalıdır |
|
15 | سِتِّينَ | altmış |
|
16 | مِسْكِينًا | fakiri |
|
17 | ذَٰلِكَ | bunlar |
|
18 | لِتُؤْمِنُوا | inanmanız içindir |
|
19 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
20 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisine |
|
21 | وَتِلْكَ | ve bunlar |
|
22 | حُدُودُ | sınırlarıdır |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | وَلِلْكَافِرِينَ | ve kafirler için vardır |
|
25 | عَذَابٌ | bir azab |
|
26 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۚ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. لَمْ يَجِدْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَجِدْ sükun üzere meczum muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. صِيَامُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Takdiri, عليه (gerekir) şeklindedir. شَهْرَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir. مُتَتَابِعَيْنِۘ kelimesi شَهْرَيْنِ ’nin sıfatı olup cer alameti ى ‘dir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ قَبْلِ car mecruru صِيَامُ ‘ya mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَتَمَٓاسَّا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناًۜ
فَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَمْ يَسْتَطِعْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَسْتَطِعْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِطْعَامُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Takdiri, عليه (gerekir) şeklindedir. سِتّ۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. مِسْك۪يناً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. قُوَّةً melfûz mümeyyezdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
لِ harfi, تُؤْمِنُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf habere mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُؤْمِنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru تُؤْمِنُوا fiiline mütealliktir.
رَسُولِه۪ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir هٍ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buûd yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
حُدُودُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ kelimesinin sıfatı olup lafzen merfûdur.
لْكَافِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. فَمَنْ لَمْ يَجِدْ şart cümlesi isim cümlesi formunda gelmiştir.
Şart ismi مَنْ mübteda, لَمْ يَجِدْ cümlesi haberdir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّا , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ izafeti muahhar mübtedadır. Haber mahzuftur. Takdiri عليه (gerekir) olan haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Abes sözden kaçınmak için hazf edilmiştir.
Müsnedün ileyh olan فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ ‘nun izafetle marife oluşu veciz ifade içindir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مُتَتَابِعَيْنِ kelimesi شَهْرَيْنِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَتَمَٓاسَّا cümlesi, masdar tevili ile قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَتَمَٓاسَّا fiili, cinsel ilişkiden kinayedir. تفاعل babında istek manası vardır.
فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناًۜ
فَ , atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda, لَمْ يَسْتَطِعْ şart cümlesidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناً , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِطْعَامُ mübtedadır. سِتّ۪ينَ muzâfun ileyhtir. Haber mahzuftur. Takdiri عليه (gerekir) dir. مِسْك۪يناً temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî veya temyizi tekid kabul edilirse talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kefaretin bütün kısımları sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
مِسْك۪يناً kelimesindeki nekrelik herhangi bir manasında nev ifade eder.
اِطْعَامُ - صِيَامُ arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Birbirine matuf iki şart cümlesinin cevabı da haber cümlesi olmasına rağmen emir anlamındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına olarak vaz edildiği anlamın dışında mana kazandığı için cümleler, lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayet metninde geçen الاطعام kelimesi, başkasını yedirmek demektir.
المسكين kelimesi, hiçbir şeyi olmayan, ya da kendisine yeterli malı olmayan kimse, fakirliğin kendisini durdurduğu yani hareketini azalttığı kimse demektir. Yine miskin, Kamusun işaret ettiği gibi zelil ve zayıf olan kimse demektir. Özellikle miskinin belirtilmesi onun zekat verilmesi caiz olan diğer kimseler arasında sadakaya en layık olan kişi olduğu içindir. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)
ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek ve teşvik içindir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ‘nin mübteda olduğu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, harf-i cerle birlikte mahzuf habere mütealliktir. Haberin takdiri واقع (Vuku bulmuştur.) ‘dir
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِاللّٰهِ car mecruru تُؤْمِنُوا fiiline mütealliktir. رَسُولِه۪ , lafza-i celâle matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
رَسُولِ - للّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَسُولِه۪ۜ ‘nun lafz-ı celâle atfı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تِلْكَ mübteda, حُدُودُ اللّٰهِۜ izafeti haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında tazim ifade eder. Çünkü müsned lafza-i celâle muzâf olmak suretiyle şeref kazanmış ve müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
تِلْكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Veciz ifade kastına matuf حُدُودُ اللّٰهِۜ izafetinde Allah ismine muzâf olan حُدُودُ , şan ve şeref kazanmıştır.
حُدُودُ اللّٰهِۜ [Allah’ın sınırları] 'dan murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Bir şeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır. حدود الدار (evin sınırları) ifadesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delalet eden söz de “o şeyin haddi (sınırı)” diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifade ettiği hükmün içine başkasının girmesine mani olur. “Başkası” ise o sözün dışında kalan her şeydir. (Fahreddin er-Râzî, Nisa/13)
حدود ; haddin حدّ (sınırın) çoğuludur ki had, onu başka bir yerden ayıran, tecavüzü engelleyen bir mekan zarfıdır. Bu kelime burada temsil yoluyla ihlal etmenin caiz olmadığı amel için kullanılmıştır. (Âşûr, Nisa/13)
حُدُودُ kelimesi حد kelimesinin çoğuludur. حد sözlükte menetmek ve iki şeyi birbirine karışmaktan alıkoyan engel anlamındadır. Zina ve içki cezası olarak haddu z-zina ve haddii'l-hamr denilmesi, bu cezanın böylesi fiilleri âdet haline getirmiş olan kimseye engel olması sebebi iledir. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)
تِلْكَ - ذٰلِكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ ile önceki istînâf cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلْكَافِر۪ينَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.
عَذَابٌ için sıfat olan اَل۪يمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَذَابٌ - اَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَافِر۪ينَ - تُؤْمِنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
3. ayetle birlikte bu ayette bir konuyu anlatırken onunla ilgili her şeyi teferruatıyla anlatma sanatı olan istiksâ vardır.
ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ cümlesiyle, وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Yüce Allah'ın bu şekilde ifade etmesi yapılan hareketin çok çirkin ve ağır olduğunu vurgulamak içindir. Ayette geçen اَل۪يمٌ kelimesi, elem verici, acı verici demektir. Ya da elem ve acı içinde kıvranan azap demektir. Bu takdirde acı ve elem çekmek, mecazen ve mübalâğa olsun diye azap kelimesine isnad edilmiş olur. Bu durumda acı ve elem öyle bir acı ve elem olmuş olur ki, azabın kendisi bile şiddet ve derece açısından bizzat kendisinden acı çekmiş olmaktadır. Bu azabın kâfirlere verileceğinin ifade edilişi, müminleri itaate teşvik anlamını taşımaktadır. (Rûhu’l-Beyân)