لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يُقَاتِلُونَكُمْ | onlar sizinle savaşamazlar |
|
3 | جَمِيعًا | toplu olarak |
|
4 | إِلَّا | ancak (savaşırlar) |
|
5 | فِي | içinde |
|
6 | قُرًى | kaleler |
|
7 | مُحَصَّنَةٍ | müstahkem |
|
8 | أَوْ | yahut |
|
9 | مِنْ | -ndan |
|
10 | وَرَاءِ | ardı- |
|
11 | جُدُرٍ | duvarların |
|
12 | بَأْسُهُمْ | onların çekişmeleri |
|
13 | بَيْنَهُمْ | kendi aralarında |
|
14 | شَدِيدٌ | şiddetli |
|
15 | تَحْسَبُهُمْ | sen onları sanırsın |
|
16 | جَمِيعًا | toplu |
|
17 | وَقُلُوبُهُمْ | ama kalbleri |
|
18 | شَتَّىٰ | dağınıktır |
|
19 | ذَٰلِكَ | öyledir |
|
20 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
21 | قَوْمٌ | bir topluluktur |
|
22 | لَا |
|
|
23 | يَعْقِلُونَ | düşünmez |
|
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُقَاتِلُونَكُمْ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَم۪يعاً kelimesi يُقَاتِلُونَكُمْ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا istisna harfidir. ف۪ي قُرًى car mecruru يُقَاتِلُونَكُمْ fiiline mütealliktir. مُحَصَّنَةٍ kelimesi قُرًى ‘nın sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
kelimesi atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ وَرَٓاءِ car mecruru atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ
İsim cümlesidir. بَأْسُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَ mekân zarfı, شَد۪يدٌ ‘ e mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَد۪يدٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ
Fiil cümlesidir. تَحْسَبُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَم۪يعاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ haliyyedir. قُلُوبُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شَتّٰى mübtedanın haberi olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. قَوْمٌ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
لَا يَعْقِلُونَ cümlesi قَوْمٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır
يَعْقِلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelam olan cümle, kasr üslubuyla tekid edilmiştir. لَا ve اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiil ve car mecrur arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Onların savaşması, yüksek kaleler içinde olmalarına hasredilmiştir.
جَم۪يعاً kelimesi يُقَاتِلُونَكُمْ ‘deki failin halidir. Hal; anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
haldir.
مُحَصَّنَةٍ kelimesi يُقَاتِلُونَ ‘ye müteallik olan قُرًى için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. قُرًى ‘daki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
قُرًى kelimesi قَرْيَةٍ kelimesinin cemisidir. (Âşûr)
مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ car mecruru اَوْ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir.
جُدُرٍۜ - cüdur, جدار ‘ın çoğuludur. Bir yeri kuşatması cihetiyle duvara الحائط , yüksekliği ve görünmesi itibariyle de جدار denir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. بَأْسُهُمْ mübteda, شَد۪يدٌ haberdir.
بَأْسُ , güç, kuvvet, hızlı savaş, sıkıntı ve azap gibi bir kaç manaya gelir. (Elmalılı)
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mekan zarfı بَيْنَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.
شَد۪يدٌۜ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Bu cümle, daha evvelki cümleden anlaşılan mukadder soruya cevaptır. Ve şunu açıklamaktadır: Onların yukarıda anlatılan korkuları, zayıflıklarından ve kendilerinde olan bir korkudan değildir. Çünkü, harp ve savaşları emsallerine nisbetle çetindir. Onların zafiyet ve korkuları, size karşıdır. Allah (cc) onların kalplerine size karşı bir korku salmıştır. Aynı zamanda Allah ve Resulü ile harp etmeye kalkışan kişi, cesaretli de olsa korkar, güçlü de olsa zelil ve perişan olur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَم۪يعاً kelimesi, تَحْسَبُ fiilinin mef’ûlüdür. Kelimedeki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
Hal وَ ’ıyla gelen وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰى cümle, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
قُلُوبُهُمْ mübteda, شَتّٰى haberdir.
جَم۪يعاً (toplu) - شَتّٰى (darmadağınık) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
جَم۪يعاً kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَتّٰىۜ kelimesi, شتيت kelimesinin çoğuludur. مريض ve مرضى gibi. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Bu ayette, müminlerin kalplerini Yahudilerle savaşmaya karşı şecaatlendirme vardır. Ayet şunu da ifade ediyor: Mümine yakışan, maddî ve manevî yönden ittifak ve birliktir. Nitekim Resulullah (sav)'ın zamanındaki müminler (ashap) birlik ve beraberlik içerisindeydiler. Denir ki: ittifak kuvvettir, ayrılık felakettir. Düşman olan şeytan, ayrılıklar içerisinde arzusuna kavuşur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle dikkatleri çeker.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَا يَعْقِلُونَ cümlesi قَوْمٌ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
İşaret isminde istiare vardır. Ayette ذَ ٰلِكَ kelimesi kâfirlerin durumuna işaret etmektedir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Kalp dağınıklığının, gücü zayıflatan ve ruhun aleyhine işleyen bir şey olduğunu “akletmeyen bir topluluk…” manasındadır. (Keşşâf)
Bu cümle, önceki ayetin son cümlesiyle bir kelime hariç aynıdır. Bu cümleler arasında ıtnâb, cinas ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Allah (cc) Kur'an-ı Kerim'de dinde anlayış, ilim ve kafayı çalıştırmanın her birisinin olmayışı sebebiyle kâfirleri zemmedip kınamıştır. Râğıb dedi ki: ”Fıkıh, zahir ilimler vasıtasıyla gayb ilmine ulaşmaktır." Şu halde fıkıh, ilimden daha hususidir. İlim, eşyayı hakikatıyla idrak edip anlamaktır. Bu da nazarî (teorik) ve amelî (pratik) kısımlarına ayrılır. Diğer bir yönüyle aklî ve naklî diye ikiye bölünür. Akıl, ilmi kabul etmeye hazır kuvvete denir. İnsanın bu kuvvetle elde etmiş olduğu ilme de akıl denilir. İşte Cenab-ı Hak kâfirlerden fıkhı, ilmi ve aklı kaldırmıştır. Böylece hayvanlar gibi oluvermişlerdir. (Rûhu’l Beyân)