En'âm Sûresi 109. Ayet

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ  ...

Eğer kendilerine (başka) bir mucize gelirse, mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır. O mucizeler geldiği vakit de inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَقْسَمُوا ve yemin ettiler ق س م
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 جَهْدَ güçlü ج ه د
4 أَيْمَانِهِمْ yeminleriyle ي م ن
5 لَئِنْ eğer
6 جَاءَتْهُمْ kendilerine gelirse ج ي ا
7 ايَةٌ bir mu’cize ا ي ي
8 لَيُؤْمِنُنَّ mutlaka inanacaklarına ا م ن
9 بِهَا ona
10 قُلْ de ki ق و ل
11 إِنَّمَا ancak
12 الْايَاتُ Mu’cizeler ا ي ي
13 عِنْدَ katındadır ع ن د
14 اللَّهِ Allah
15 وَمَا değil misiniz?
16 يُشْعِرُكُمْ şuurunda ش ع ر
17 أَنَّهَا o (mu’cize)
18 إِذَا ne zaman
19 جَاءَتْ gelmiş olsa ج ي ا
20 لَا
21 يُؤْمِنُونَ onlar inanmazlar ا م ن
 

Müşrikler Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna inanmadıkları, Hz. Muhammed’in onu Tevrat ve İncil hakkında bilgi sahibi olanlardan ders alarak öğrendiğini iddia ettikleri için ondan peygamberliğini kanıtlayacak başka mûcizeler istiyor; o takdirde bu mûcizeye, dolayısıyla Hz. Peygamber’e inanacaklarına dair and içiyorlardı. Âyette Hz. Peygamber’den, mûcizeyi gerçekleştirmenin ancak Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğunu açıklaması istenmektedir. Hz. Peygamber’in de bu gerçeği her vesileyle ifade ettiği, kendisinin ancak bir beşer olduğunu açıklıkla belirttiği görülmektedir (Kehf 18/110; Fussılet 41/6).

 Bazı tefsirlerde işaret edildiği gibi, muhtemelen o dönemdeki müslümanlar, iyi niyetleri sebebiyle, inkârcıların mûcize istemekte samimi olduklarını düşündükleri için, Resûlullah’tan bu isteklere olumlu karşılık vermesini beklemişlerdi. Bu sebeple âyette “Mûcize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?” buyurularak müşriklerin samimiyetsizliğine dikkat çekilmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 455

 

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَقْسَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olarak mahallen merfûdur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  اَقْسَمُوا  fiiline müteallıktır.  جَهْدَ  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Aynı zamanda muzâftır.

اَيْمَانِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

جَٓاءَتْهُمْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اٰيَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

يُؤْمِنُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  يُؤْمِنُنَّ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı mahzuftur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

بِهَا  car mecruru  يُؤْمِنُنَّ  fiiline müteallıktır.

اَقْسَمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi  قسم ’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


  قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

الْاٰيَاتُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Mekân zarfı  عِنْدَ , mahzuf habere müteallıktır. اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. İstifham ismi  مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُشْعِرُكُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُشْعِرُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هَا  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

جَٓاءَتْ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَتْهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

لَا  zaiddir.  يُؤْمِنُونَ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

اَيْمَانِهِمْ - اَقْسَمُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


“Kasem” Tabirinin “Yemin” Manasına Taşınması: 

Vahidî şöyle demektedir: “Yemine, kasem adı verilmiştir. Çünkü yemin, ister müspet isterse menfi olsun, insanın haber verdiği, bildirdiği haberi tekid etmek için va’z edilmiştir. Haber, doğru veya yalan olabileceği için haber veren kimse doğru tarafını yalan tarafına tercih etmek için böyle bir yola başvurmaya muhtaç olur. Ki bu yol da yemin etme yoludur. Yemin etmeye, ancak bu haberi duyduğunda insanlar, onu tasdik eden veya yalanlayanlar şeklinde kısımlara ayrıldığı zaman ihtiyaç duyulur. Araplar yemin etmeye kasem adını vermişler ve bunu, أفْعَلَ sıygasıyla ifade ederek  أقْسَمَ فُلانٌ يُقْسِمُ إقْسامًا  [Falanca yemin etti.] demişler; bununla da o kimsenin tercih ettiği yemini tekid ettiğini ve doğruluğu yemin ve kasem vasıtasıyla seçmiş olduğu kaseme havale ettiğini kastederler. (Fahreddin er- Râzî)


 لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ

 

İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşaî isnaddır. لَ  mahzuf kasem fiili için gelen lâm-ı muvattıa,  ئِنْ  şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart cümlesi olan  جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اٰيَةٌ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

Buradaki ayetten maksat, herhangi bir mucize veya kendilerinin istedikleri bir mucizedir. (Ebüssuûd)

لَيُؤْمِنُنَّ بِهَا  cümlesi kasemin cevabıdır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle  mahzuftur.

Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)


قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da  اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi, Fatma Serap Karamollaoğlu)

عِنْدَ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  عِنْدَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Makabline وَ ’la atfedilen وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İnkârî manadaki istifham cümlesi gerçek anlamda soru kastı taşımadığı için haberî manadadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Aynı zamanda cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette, istenen bu mucizeler geldiğinde onların iman etmeyeceğini Allah Teâlâ’nın bildiğine bir tenbih vardır. Ayette hitap müminleredir. Çünkü müminler onların imanını  umarak mucize gelmesini temenni ediyorlardı. Bunun üzerine ayet nazil oldu. (Beyzâvî)

Bu cümle mucizenin gerçekleşmemesini gerektiren hikmeti ortaya koyar. Bu hitap, özellikle Müslümanlara veya onlarla beraber Peygamberedir. Çünkü yukarıda söylendiği gibi Peygamber, o mucize için dua etmeye niyetlenmişti.

Bu cümle aynı zamanda onların iman sözünün yalan olduğunu, istedikleri gerçekleşse de inanmayacaklarını bildirir. Bu itibarla bu kelam, mucizelerin inmesini temenni eden Müslümanlar için bir özür beyanı gibidir.

Diğer bir görüşe göre bu kelamdaki olumsuzluk harfi لَا  zaiddir. Yani “İstedikleri mucizeler gelse bile onların iman edeceklerini size bildiren nedir ki siz, onların imana geleceklerini umarak mucizelerin gerçekleşmesini temenni ediyorsunuz?” demektir.

Bir diğer görüşe göre ise “iman etmezler, iman etmeyecekler” lafzındaki لَا zaiddir.

اَنَّ  harfi de “belki, muhtemelen” anlamındadır (ki normal olarak iki cümleyi birbirine bağlar ve tekid ifade eder). Yani o mucize geldiğinde, onların halini ve ne olacağını siz nereden bileceksiniz? Belki mucize gelse de iman etmeyecekler. O halde ne diye mucizenin gelmesini temenni ediyorsunuz? Zira onların mucizeyi temenni etmeleri, ancak geldiğinde imanlarının muhakkak gerçekleşeceği takdirde uygun olur; yoksa iman etmeyecekleri kuvvetle muhtemel olduğu takdirde bu temennileri uygun olmaz. (Ebüssuûd)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi masdar teviliyle  يُشْعِرُكُمْۙ  fiilinin ikici mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Şarttan mücerret zaman zarfı  اِذَا  ve muzâfun ileyhi olan  جَٓاءَتْ  cümlesi,  لَا يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır. Cümlenin müsnedi  لَا يُؤْمِنُونَ ’ye dahil olan nefy harfi  لَا  zaiddir. Tekid ifade eder. 

لَا يُؤْمِنُونَ - لَيُؤْمِنُنَّ  ve  الْاٰيَاتُ - اٰيَةٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Allah isminin tekrarı, Allah’ın yüceliğini vurgulamak ve kalplere korku salmak içindir.