وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَسُبُّوا | sövmeyin ki |
|
3 | الَّذِينَ | kimselere |
|
4 | يَدْعُونَ | yalvardıkların |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِ | başka |
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | فَيَسُبُّوا | onlar da sövmesinler |
|
9 | اللَّهَ | Allah’a |
|
10 | عَدْوًا | taşkınlıkla |
|
11 | بِغَيْرِ |
|
|
12 | عِلْمٍ | bilmeyerek |
|
13 | كَذَٰلِكَ | böyle |
|
14 | زَيَّنَّا | biz süslü gösterdik |
|
15 | لِكُلِّ | her |
|
16 | أُمَّةٍ | ümmete |
|
17 | عَمَلَهُمْ | yaptıkları işi |
|
18 | ثُمَّ | sonunda |
|
19 | إِلَىٰ |
|
|
20 | رَبِّهِمْ | Rablerinedir |
|
21 | مَرْجِعُهُمْ | dönüşleri |
|
22 | فَيُنَبِّئُهُمْ | O haber verecektir |
|
23 | بِمَا | şeyleri |
|
24 | كَانُوا | oldukları |
|
25 | يَعْمَلُونَ | yapmış |
|
Zemahşerî, âyetteki sebb kelimesini genel olarak “eleştiri” mânasına alarak normal şartlarda yanlışlıkları ve kötülükleri eleştirmenin bir görev olduğunu, ancak eğer eleştiri eleştirilen durumdan daha zararlı ve yıkıcı sonuçlara yol açacaksa bundan kaçınmanın da bir görev olduğunu belirtmektedir (II, 23). Bununla birlikte, birçok müfessirin de kaydettiği gibi, sebb kelimesi şetm yani “terbiye ve nezaketle bağdaşmayan çirkin sözler” demektir. Yanlış yolda olanları eleştirmek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ortaya koymak zorunlu olmakla birlikte; âyete göre, bunu hakaret, sövüp sayma gibi İslâm ahlâkının hilim, edep ve nezaket kurallarıyla bağdaştırılması mümkün olmayan bir üslûpla yapmak câiz değildir. Nitekim âyette hitabın, Hz. Peygamber’e değil de, diğer müminlere yöneltilmiş olması da bunu gösterir. Çünkü sövüp sayma zaten Resûlullah’ın ahlâkıyla bağdaşmadığı için ona böyle bir uyarıda bulunulmasına gerek yoktur. Bu âyete göre başkalarına, onların inançlarına ve kutsal saydıkları değerlere hakaret etmek İslâmî edep ve ahlâkla bağdaşmadığı gibi, İslâm’ın izzetine de zarar getirir. Esasen, Râzî’nin de belirttiği gibi (XIII, 139), müşrikler putlara tapmakla birlikte Allah’a da inanıyorlardı. Bu yüzden durup dururken O’na hakaret etmeleri düşünülemez. Şu halde bazı müslümanların müşrikler ve inançları hakkındaki ölçüsüz sözleri onları taşkınlığa sevketmiş; doğrudan doğruya Allah’a sövmek maksadıyla olmasa bile, öfkeye kapılarak müslümanların kutsal inançlarına sövüp saymaya kalkışmışlardır. Bu âyette müslümanların bu durumlara imkân verecek söz ve davranışlardan kaçınmaları emredilmektedir. Âyette İslâm’ın tebliğ ve davet metoduna da işaret vardır. Buna göre bizim gibi başkalarının inanç ve kanaatleri de onlara göre değerlidir. Diyalog ve ikna etmenin yolu saygı ve nezaketten geçer. Hakaret ve küfür ise sadece muhatabın düşmanlık duygularını kabartır; inatlaşma, sertleşme ve giderek çatışmaya yol açar.
“Biz her ümmete kendi işlerini çekici gösterdik” meâlindeki cümle, Allah’ın insanlara inanç ve yaşayışları konusunda bir seçme imkânı bırakmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. İnsanların inanç ve telakkilerine, ahlâk ve yaşayışlarına tesir eden, sonuçta onların inanç ve davranışlarını beğenmelerini sağlayan birçok psikolojik ve sosyal sebep vardır ve her şey gibi bunlar da Allah’ın koyduğu kanunlar uyarınca oluşmaktadır. İnsanın asıl görevi ise akıl ve muhakeme gücü yardımıyla bu sebepleri aşarak Allah’ın âyetleri üzerine düşünmesi, hoşlanıp bağlandığı inancı ve hayatı sorgulamasıdır. İnsanlar, bilgisine ve dürüstlüğüne inanıp güvendikleri seçkin kişilerin görüşlerinden ve irşadlarından da yararlanıp aydınlanarak gerçeğe ulaşma imkânına sahiptirler; Allah insanlardan bu imkânı esirgememiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 453-454
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسُبُّوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَدْعُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri; معبودين من دون الله (Allah’tan başka mabudlara taparlar) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكم سب لآلهتهم فسب منهم لله (Sizden kimse onların ilâhlarına sövmesin, yoksa onlar da Allah’a söverler.) şeklindedir.
يَسُبُّوا fiili نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَدْواً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. بِغَيْرِ car mecruru müekked hale müteallıktır. Takdiri, جاهلين (cahilce) şeklindedir.
عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
İki tür kullanımı vardır: 1. Harfi cersiz kullanımı, 2. Harfi cerli kullanımı.
1. Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ
كَ harf-i cerdir. مثل kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare, amili زَيَّنَّا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, زينا لكل أمة تزيينا مثل التزيين لهؤلاء (Biz her ümmeti, bunların ziynetleri gibi bir süsle süsledik.) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
زَيَّنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِكُلِّ car mecruru زَيَّنَّا fiiline müteallıktır. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَمَلَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
اِلٰى رَبِّهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرْجِعُهُمْ muahhar mübtedadır.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. يُنَبِّئُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُنَبِّئُهُمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنَبِّئُهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍۜ
وَ istinâfiyyedir. Cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu ayet-i kerime işaret eder ki bir emre uymak (taat) eğer daha ağır bir günaha yol açıyorsa onun terki vacip olur. Çünkü şerre sebebiyet veren bir şey de şer sayılır. (Ebüssuûd)
تَسُبُّوا fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mef’ûlün ism-i mevsûlle ifade edilmesi zem kastına matuftur.
دُونِ اللّٰهِ izafeti gayrının tahkiri içindir.
فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً cümlesine dahil olan فَ , fa-i sebebiyyedir. Gizli انِ ’le masdar tevilindeki فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ cümlesi, önceki cümlenin mefhumundaki masdara matuftur. Veya فَ atıftır. Cümle …لَا تَسُبُّوا cümlesine matuftur.
عَدْواً’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İki cümle arasında mukabele, لَا تَسُبُّوا - فَيَسُبُّوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ kelimesi تزيينا şeklinde takdir edilen mef’ûlü mutlaka müteallıktır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir.(Ebüssuûd)
…زَيَّنَّا لِكُلِّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُمَّةٍ’deki tenvin nev ve teksir ifade eder.
Buradaki her ümmetten murad, kâfir veya mümin bütün ümmetlerdir. (Ebüssuûd)
ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
ثُمَّ ile bir mahzufa atfedilen cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
اِلٰى رَبِّهِمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Yani dönüş sadece O’nadır. Başka hiçbir şeye değil.
رَبِّهِمْ izafeti gayrının şanı içindir.
Bu, kâfirler için bir ceza ve azap vaididir. (Ebüssuûd)
فَ ile makabline atfedilen يُنَبِّئُهُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl يُنَبِّئُهُمْ ,مَا fiiline müteallıktır. Sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere, geçmişte mutat olarak yapılan ve âdet haline gelmiş davranışlara olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
يَدْعُونَ - عَدْواً ve يَعْمَلُونَ - عَمَلَهُمْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عِلْمٍۜ - عَمَلَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.