وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتَمَّتْ | ve tamamlanmıştır |
|
2 | كَلِمَتُ | sözü |
|
3 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
4 | صِدْقًا | doğruluk |
|
5 | وَعَدْلًا | ve adalet bakımından |
|
6 | لَا | yoktur |
|
7 | مُبَدِّلَ | değiştirebilecek |
|
8 | لِكَلِمَاتِهِ | O’nun sözlerini |
|
9 | وَهُوَ | O |
|
10 | السَّمِيعُ | işitendir |
|
11 | الْعَلِيمُ | bilendir |
|
Sıdk, “sözde ve işte doğruluk, dürüstlük, gerçeğe uygunluk”; adl de “bir sözün veya işin yerli yerince, hak ve nesafet kaidelerine uygun olması; hiçbir zulüm, haksızlık ve aşırılık unsuru taşımaması” demektir. Âyette Allah’ın sözünün yani kelâmının, belirtilen değerleri eksiksiz taşıdığı ve bu niteliklerini değiştirmenin de mümkün olmadığı vurgulanıyor. Nitekim Râzî de, âyeti geniş olarak açıkladıktan sonra okuyucusuna hitaben, “Kur’an bahislerinin bu iki kısma (yani haber bildiren ve yükümlülük getiren âyetler grubuna) ayrıldığını bildiğine göre, biz deriz ki eğer bir âyetin konusu haber grubuna giriyorsa Allah’ın kelâmı sıdk (doğruluk ve gerçeklik) bakımından; eğer yükümlülük grubuna giriyorsa adalet bakımından eksiksiz ve mükemmeldir. Bu, son derece güzel bir tesbittir” (XIII, 161) demektedir. Böylece âyette Allah kelâmının, diğer bütün üstün nitelikleri de kapsayan dört temel niteliğine işaret edilmiştir: Tam ve mükemmel oluşu, doğru ve gerçek oluşu, âdil oluşu, değiştirilemez ve tahrif edilemez oluşu.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 459-460
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. تَمَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. كَلِمَتُ fail olup lafzen merfûdur.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صِدْقاً kelimesi hal olup fetha ile mansubtur. عَدْلاً kelimesi atıf harfi وَ ’la صِدْقاً’e matuftur.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. مُبَدِّلَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
لِكَلِمَاتِ car mecruru مُبَدِّلَ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود şeklindedir.
مُبَدِّلَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّم۪يعُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ ise ikinci haberdir.
السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَمَّتْ mecazdır. (Âşûr)
صِدْقاً وَعَدْلاً kelimeleri hal olarak mansubtur.
رَبِّكَ izafetinde, Rabb isminin Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması Peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütuf ile muamele etmek içindir.
وَ istînâfiyyedir. Cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu cümle, faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesidir.
Cümlede لِكَلِمَاتِه۪ۚ’nin müteallakı olan لَا ’nın hazfi dolayısıyla îcaz-ı hazif vardır.
لِكَلِمَاتِه۪ۚ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması كَلِمَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
كَلِمَتُ رَبِّكَ [Rabbinin kelimesi] tabirinde zikri cüz irade-i kül kabilinden mecaz-ı mürsel vardır. (Beyan ilmi) Yani كَلِمَتُ رَبِّكَ değil, vahyi kastedilmiştir.
صِدْقاً - عَدْل kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لِكَلِمَاتِه۪ۚ - كَلِمَت kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bundan önce Kur’an’ın,
- Allah Teâlâ katından hak olarak indirildiği,
- Bunun Ehl-i Kitap bilgisiyle de tespit edildiği,
- Allah Teâlâ’ya izafeti cihetiyle onun mükemmel bir kitap olduğu beyan edilmişti. Şimdi burada da Kur’an’ın, zatı (kendisi) itibariyle de mükemmel olduğu ifade ediliyor.
Bu cümlede كَلِمَتُ رَبِّكَ lafzından murad Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, kelime olarak ifade edilmiştir. Çünkü doğruluk ve adaletle asıl vasıflandırılan kelimedir ve hikmetlerin sonuçları kelimelerle ifade edilir. (Ebüssuûd)
Kur’an’da bulunan her şey iki çeşittir: Bu, ya haber çeşididir ya da teklif. Kur’an-ı Kerim’de bulunan konuların bu iki kısma hasredildiğini anladığın zaman, biz deriz ki: Allah Teâlâ eğer bu söz haber türünden ise “Rabbinin sözü doğruluk bakımından tam oldu.” eğer bu söz mükellefiyet bildiren türden ise “Rabbinin sözü adalet bakımından tam ve mükemmel oldu.” buyurmuştur. İşte bu son derece güzel bir kaidedir. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
و istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. السَّم۪يعُ birinci haber, الْعَل۪يمُ ikinci haberdir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemal derecededir. Bu iki vasıfta kemal dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.
السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Sıfat-ı müşebbehe sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er- Râzî)
السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Bu iki kelime mübalağa sıygalarındandır. Manası: Allah'ın işitmesi ve bilgisi her şeyi kuşatmıştır, demektir. (Safvetu’t Tefasir)
Ayet, Allah Teâlâ'nın iki sıfatının zikriyle السَّمِيعُ الْعَلِيمُ şeklinde bitmiştir. Bunun sebebi, ayet-i kerimede işitilecek ve bilinecek şeylerin zikredilmiş olmasıdır. İnatlaşma ve muhalefet içinde olanlar söz ya da eylemle müdahalede bulunuyorlardı. Dolayısıyla ayet bu iki yüce sıfatla sona ermiştir.
Bu iki sıfatın bir arada zikredilmesi, hem vaat hem vaid içermektedir. (Âşûr)
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
Bu cümle, Tevrat tahrif edildiği gibi hiç kimse Kur’an’ı tahrif edemez, demektir.
Aynı zamanda Allah Teâlâ’nın Kur’an’ı koruyacağına dair bir teminattır. Tıpkı “Kur’an’ı şüphesiz Biz indirdik ve hiç şüphesiz onu koruyacak yine Biziz.” ayeti gibi. Yahut Kur’an'dan sonra onu neshedecek (hükmünü ortadan kaldıracak) bir kitap ve peygamber yoktur, demektir. (Ebüssuûd)