وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
2 | مَا | olanlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | بُطُونِ | karınlarında |
|
5 | هَٰذِهِ | bu |
|
6 | الْأَنْعَامِ | hayvanların |
|
7 | خَالِصَةٌ | yalnız |
|
8 | لِذُكُورِنَا | erkeklerimize aittir |
|
9 | وَمُحَرَّمٌ | ve haramdır |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | أَزْوَاجِنَا | kadınlarımız |
|
12 | وَإِنْ | ve eğer |
|
13 | يَكُنْ | olursa |
|
14 | مَيْتَةً | ölü |
|
15 | فَهُمْ | o zaman hepsi |
|
16 | فِيهِ | onda |
|
17 | شُرَكَاءُ | ortaktır |
|
18 | سَيَجْزِيهِمْ | cezalarını verecektir |
|
19 | وَصْفَهُمْ | bu nitelendirmelerinin |
|
20 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
21 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
22 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Ayette câhiliye döneminde hayvanlarla ilgili hükümlerin dördüncüsüne işaret edilmektedir. Buna göre bahîre ve sâibe diye adlandırdıkları adak hayvanlarının sağ olarak doğan yavrularını sadece erkekler yiyebilir, ölü doğan veya doğum esnasında ölen yavruyu ise hem erkekler hem de kadınlar yiyebilirdi. Buradan, Câhiliye Arapları’nın kadınları bazı haklardan yoksun bıraktıkları, ayrıca ölü hayvanın etini yedikleri anlaşılmaktadır. İbn Âşûr, âyette ezvâc kelimesinin kullanılmış olmasını dikkate alarak, canlı yavrunun yenilmesinin sadece evli kadınlara yasaklanmış olduğunu belirtir. İbn Âşûr’a göre muhtemelen onlar, eğer eşleri bu yavruların etlerinden yerlerse kısırlık, aile geçimsizliği, boşanma gibi bazı uğursuz sonuçların doğacağına inanıyorlardı (başka yorumlarla birlikte bk. VIII, 110-111).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 477
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي بُطُونِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
İşaret ismi olan هٰذِه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْعَامِ kelimesi, ism-i işaretten bedel veya atf-ı beyandır. خَالِصَةٌ kelimesi, mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi,
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atfı beyan olarak gelmesi,
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi,
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِذُكُورِنَا car mecruru خَالِصَةٌ’e müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُحَرَّمٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la خَالِصَةٌ ‘e matuftur. عَلٰٓى اَزْوَاجِنَا car mecruru مُحَرَّمٌ ‘e müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَالِصَةٌ kelimesi sülâsî mücerred olan خلص fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُحَرَّمٌ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. يَكُنْ şart fiili olup nakıs, meczum muzari fiildir.
كان, isim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. يَكُنْ ’un ismi, müstetir هو zamiridir. مَيْتَةً kelimesi يَكُنْ ’un haberi olup lafzen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru شُرَكَٓاءُ’ye müteallıktır. شُرَكَٓاءُ kelimesi mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
شُرَكَٓاءُ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfatı müşebbehe, “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. سَيَجْز۪يهِمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيَجْز۪يهِمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. وَصْفَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; جزاء وصفهم şeklindedir.
اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
حَك۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ ise اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ
Bu ayette de müşriklerin çeşitli küfürlerinden biri daha anlatılmıştır. Burada hayvanların karınlarındaki yavrulardan murad, bahire ve sâibe develerinin karınlarındaki yavrulardır. (Ebüssuûd, Âşûr)
Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki …قَالُوا cümlesine matuftur. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası mahzuftur. ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ bu mahzuf sılaya müteallıktır. هٰذِهِ muzafun ileyh, الْاَنْعَامِ ise bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.
Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
مُحَرَّمٌ kelimesi, haber olan خَالِصَةٌ’e matuftur.
خَالِصَةٌ Kelimesinin İzahı:
İbnu’l Enbarî, ayette geçen خَالِصَةٌ kelimesinin müennes olması hakkında üç görüş zikretmiştir ki bunlardan ikisi Ferrâ’ya, diğeri de Kisaî’ye aittir.
a. Bu kelimenin sonundaki, durulduğunda hâ okunan (tâ harfi), müenneslik için değildir. Bu, sıfatta mübalağa manası ifade eden tâ harfidir. Nitekim Araplar, raviye (çok anlatan, nakleden); allâme (çok bilen..); nessâbe (iyi neseb alimi, nesebci); dâhiye (müthiş bir belâ) ve tâğiye (azgın bir bela, musibet) dedikleri gibi yine onlar “Bu, hassaten bana özgedir. O bana aittir.” de derler. Bu, Kisaî'nin görüşüdür.
b. مَا ف۪ي بُطُونِ buyruğundaki مَا edatı”cenin” manasındadır. Bu lafız, müennes olan cenin manasından ibaret olunca bu, ayette de olduğu gibi manaya göre müennes, lafza göre de müzekker yapılması caizdir. Çünkü مَا ‘daki manadan dolayı haber olan خَالِصَةٌ kelimesi müennes; lafzından dolayı da مُحَرَّمٌ kelimesi müzekker getirilmiştir.
c. Bu kelimenin masdar olmasıdır. Buna göre ifadenin takdiri, ذو خالصة şeklindedir. Bu, Arapların, عطاؤك عافية [Senin bağışın, afiyetlidir.]; المطر رحمة [Yağmur, rahmetlidir.] ve الرخص نعمة [Ruhsat ve kolaylıklar, nimetli ve faydalıdır.] demeleri gibidir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ
Mekulü’l-kavle matuf olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
يَكُنْ مَيْتَةً, şart cümlesi olup كَٓان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen şartın cevabı فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ şeklindeki isim cümlesidir. İsim cümleleri sübut ifade eder.
ف۪يهِ ‘deki zamirin müzekker olması, ölünün erkeğe de dişiye şamil olmasındandır; o sebeple erkek galip sayılmıştır. (Beyzâvî)
سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ
İstînâfi beyani olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. (Âşûr) Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye eklenen istikbal harfi سَ, tehdit siyakı olması sebebiyle tekid ifade eder.
اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.
Rabbin حَك۪يمٌ ve عَل۪يمٌ şeklindeki haberlerinin tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır
حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Her ikisi de faîl vezninde mübalağa sıygasıdır.
Başlangıçları aynı olduğu için önceki ayetle bu ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
خَالِصَةٌ - مُحَرَّمٌ ve لِذُكُورِنَا - اَزْوَاجِنَاۚ kelime grupları arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme )