En'âm Sûresi 26. Ayet

وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ  ...

Onlar başkalarını ondan (Kur’an’dan) alıkoyarlar, hem de kendileri ondan uzak kalırlar. Onlar farkına varmaksızın, ancak kendilerini helâk ediyorlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُمْ ve onlar
2 يَنْهَوْنَ hem menederler ن ه ي
3 عَنْهُ ondan
4 وَيَنْأَوْنَ hem de uzak dururlar ن ا ي
5 عَنْهُ ondan
6 وَإِنْ ve böylece
7 يُهْلِكُونَ mahvediyorlar ه ل ك
8 إِلَّا yalnız
9 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
10 وَمَا değiller
11 يَشْعُرُونَ farkında ش ع ر
 

Bu âyetler İslâm’a karşı ilk düşmanlık ve engelleme hareketini başlatan müşriklerin tutumlarını ve bu tutumlarının doğuracağı sonuçları anlatmaktadır. Buna göre müşriklerin bazıları Kur’an’ı dinliyorlardı; ancak Kur’an’ın neler bildirdiğini, bunların doğru olup olmadığını merak ettikleri, samimiyetle öğrenmek, anlamak ve eğer doğru bulurlarsa onu tasdik etmek niyetiyle değil; itiraz etmek, karşı çıkmak, alay ve hakaret etmek için bahaneler bulmak amacıyla dinliyorlardı. Gurur, kibir, bencillik, ihtiras gibi kötü huylarla, sihir, hurafe, şirk gibi bâtıl inançlarla ruhları kirlenmiş; fıtrî tabiatları bozulmuştu. Bu şekilde ruhları kararmış insanların, zihin disiplinlerini, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yeteneklerini de kaybetmeleri ilâhî bir kanundur. Bu sebepledir ki 25. âyette onlardan bir kısmının Resûlullah’ı dinlediği, fakat kalpleri üzerinde Kur’an’ı anlamalarını engelleyen örtüler, kulaklarında da sağırlık meydana getirildiği için ondan istifade edemedikleri ifade buyurulmuştur. Ehl-i sünnet âlimleri bu vb. âyetlerden hareketle prensip olarak Allah’ın, dilediği kimselerin iman etmelerini engelleyeceğini savunmuşlar; Mu‘tezile ulemâsı ise bu görüşe karşı çıkarak söz konusu âyetleri kendi adalet ve hürriyet anlayışları istikametinde te’vil etmişlerdir. Bu teorik tartışmalar bir yana, yaratılış itibariyle insan fıtratı, gerçeği kabule elverişli olmakla birlikte, bazı iç ve dış etkenler insanın psikolojisini, akıl ve düşünme melekelerini etkilemektedir. Müşrikler de gerek atalarından ve çevrelerinden aldıkları telkinler, gerekse çeşitli olumsuz duygu ve davranışlarının tesiriyle inanmaya yatkın olmaktan çıktıkları için kalpleri perdelenmiş, kulakları ağırlaşmış, yani gerçek karşısında duyarsız kalmışlardır. Şu halde onların inkârları, ilâhî kanun uyarınca kalplerinin perdelenmesi kendi tutum ve davranışlarının, bencil duygularının, ön yargılarının, taassup ve inatlarının bir sonucudur; bundan dolayı da yanlış inançlarından ve kötü fiillerinden sorumludurlar. 

 25. âyette geçen esâtîr kelimesinin tekili olan ustûre, büyük ihtimalle “hikâye, kıssa, tarih” anlamına gelen Grekçe historia kelimesinden Arapçalaştırılmış olup Arapça’da daha çok eğlence ve şenliklerde hoşça vakit geçirmek için anlatılan, eski dönemlere ait abartılı veya asılsız hikâyeler, masallar için kullanılır. Müşrikler Kur’ân-ı Kerîm’in inanılırlığına gölge düşürmek için sık sık onun eskilerin masalları olduğunu ileri sürerlerdi. Vâhidî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayete göre (Esbâbü’nnüzûl, s. 160) Ebû Süfyân, Ebû Cehil, Utbe b. Rebî‘ ve kardeşi Şeybe, Velîd b. Mugîre, Nadr b. Hâris gibi müşriklerin önde gelenlerinden bazıları birlikte Hz. Peygamber’in yanına giderek bir müddet Kur’an’ı dinledikten sonra, Kureyşliler’e Acem kıssaları anlatmakla tanınan Nadr b. Hâris’e Resûlullah hakkındaki fikrini sormuşlar; o da “Söylediklerinden bir şey anlamıyorum; sadece dudaklarını hareket ettirdiğini görüyorum. Söylediği sözler, tıpkı benim size geçmiş devirlerle ilgili olarak anlattıklarım gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir” demiştir. Müşrikler bu tür sözleriyle hem başkalarını Kur’an’dan uzaklaştırırlar hem de bizzat kendileri ondan uzak dururlar ve bu suretle ebedî geleceklerini mahvederlerdi; üstelik bunun farkında da değillerdi. Allah Teâlâ, inkârcıların Hz. Peygamber ve Kur’an karşısındaki bu tavırlarından dolayı âhirette duyacakları pişmanlıklarını aşağıda bildirmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 389-390  

 

وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَنْهَوْنَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَنْهَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُ  car mecruru  يَنْهَوْنَ  fiiline müteallıktır. Mef’ûlu hazfedilmiştir. Takdiri, ينهون الناس (İnsanlara engel olan) şeklindedir.

وَ  atıf harfidir.  يَنْـَٔوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُ  car mecruru  يَنْـَٔوْنَ  fiiline müteallıktır. 


وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُهْلِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَشْعُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ

 

Ayet, önceki ayetteki istînâfa matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber müspet muzari fiil sıygasında gelmiş fiil cümlesidir.

Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve (zem makamı olduğu için) istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın dikkatini uyararak onu canlı tutar.

Aynı üslupta gelen  وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ  cümlesi  يَنْهَوْنَ ‘ye matuftur.

النَّأْيُ; uzak olmak demektir. Bu fiil sadece bir harfle bir mef'ûl alabilir.

يَنْهَوْنَ  ve  وَيَنْـَٔوْنَ  fiilleri arasında cinas-ı qarîb vardır. (Âşûr)

Bu cümlede olduğu gibi müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet olması ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; Sa’d ve Dr. Fadıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bu ayetten önce hem Kur’an’dan hem de Hz. Muhammed’den (s.a.) bahsedilmiştir. Zamirin çoğul olması, onun çevresine şümulü itibariyledir. Çünkü Ebu Tâlib, Kureyşlileri, Peygambere (s.a.) zarar vermek veya dokunmaktan men ediyordu. Fakat kendisi de uzak duruyor ve iman etmiyordu. (Ebüssuûd) 

Ayetteki  عَنْهُۚ zamiri, hem Kur’an’a hem de Hz. Muhammed’e (s.a.) raci olabilir. (Fahreddin er-Râzî) Dolayısıyla  tevcih vardır. 

نأي : uzak durmak,  نهَيُ: yasaklamak demektir. Bu iki kelime arasında bir harflerinin nev’inin farklı olması sebebiyle cinâs-ı muzari, ayrıca mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَنْهُ ’daki  هُ  zamirinin hem Kur’an’a hem Peygamber Efendimize ait olma ihtimali dolayısıyla tevcih vardır. 

 

  وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

 

وَ  istînâfiyye,  اِنْ  nafiyedir. Menfi fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelam olan cümle kasrla tekid edilmiştir. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır.

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Yani onlar kendi nefislerini helak etmeye tahsis edilmiş olurlar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu kasr; izafi kalp kasrıdır. Onlar Kur’an’dan uzak duracaklarını ve insanların O’na tabi olmaması için Peygambere zarar vereceklerini zannediyorlardı. Halbuki onlar dalalette olmaya devam etmekle ve insanları saptırmakla sadece kendilerini tehlikeye attılar. (Âşûr)

Menfi muzari fiil sıygasındaki  وَمَا يَشْعُرُونَ  cümlesi, makabline matuftur. Cümleler tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir

Bu ayette müşriklerin, eskilerin masallarına çağırdığı şeklindeki şiddetli inkârı reddedilmektedir. Müşrikler; inatları ve cidalleriyle risaleti ve sahibini helak ettiklerine inanıyorlardı. Dolayısıyla kasr nefy ve istisna harfiyle gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

İhlâk kelimesinin kullanılması, onların başına gelecek şeyin mutlak zarar değil, fakat helak olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)