وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْهُمْ | içlerinden vardır |
|
2 | مَنْ | kimseler |
|
3 | يَسْتَمِعُ | dinleyen |
|
4 | إِلَيْكَ | seni |
|
5 | وَجَعَلْنَا | fakat biz koyduk |
|
6 | عَلَىٰ | üstüne |
|
7 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinin |
|
8 | أَكِنَّةً | perdeler |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يَفْقَهُوهُ | onu anlamalarına engel |
|
11 | وَفِي | ve içine |
|
12 | اذَانِهِمْ | kulaklarının |
|
13 | وَقْرًا | ağırlık |
|
14 | وَإِنْ | ve eğer |
|
15 | يَرَوْا | görseler de |
|
16 | كُلَّ | her |
|
17 | ايَةٍ | mu’cizeyi |
|
18 | لَا | asla |
|
19 | يُؤْمِنُوا | inanmazlar |
|
20 | بِهَا | ona |
|
21 | حَتَّىٰ | hatta |
|
22 | إِذَا | zaman |
|
23 | جَاءُوكَ | sana geldikleri |
|
24 | يُجَادِلُونَكَ | seninle tartışırlar |
|
25 | يَقُولُ | derler |
|
26 | الَّذِينَ | kimseler |
|
27 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
28 | إِنْ |
|
|
29 | هَٰذَا | bu |
|
30 | إِلَّا | başka değildir |
|
31 | أَسَاطِيرُ | masallarından |
|
32 | الْأَوَّلِينَ | eskilerin |
|
Bu âyetler İslâm’a karşı ilk düşmanlık ve engelleme hareketini başlatan müşriklerin tutumlarını ve bu tutumlarının doğuracağı sonuçları anlatmaktadır. Buna göre müşriklerin bazıları Kur’an’ı dinliyorlardı; ancak Kur’an’ın neler bildirdiğini, bunların doğru olup olmadığını merak ettikleri, samimiyetle öğrenmek, anlamak ve eğer doğru bulurlarsa onu tasdik etmek niyetiyle değil; itiraz etmek, karşı çıkmak, alay ve hakaret etmek için bahaneler bulmak amacıyla dinliyorlardı. Gurur, kibir, bencillik, ihtiras gibi kötü huylarla, sihir, hurafe, şirk gibi bâtıl inançlarla ruhları kirlenmiş; fıtrî tabiatları bozulmuştu. Bu şekilde ruhları kararmış insanların, zihin disiplinlerini, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yeteneklerini de kaybetmeleri ilâhî bir kanundur. Bu sebepledir ki 25. âyette onlardan bir kısmının Resûlullah’ı dinlediği, fakat kalpleri üzerinde Kur’an’ı anlamalarını engelleyen örtüler, kulaklarında da sağırlık meydana getirildiği için ondan istifade edemedikleri ifade buyurulmuştur. Ehl-i sünnet âlimleri bu vb. âyetlerden hareketle prensip olarak Allah’ın, dilediği kimselerin iman etmelerini engelleyeceğini savunmuşlar; Mu‘tezile ulemâsı ise bu görüşe karşı çıkarak söz konusu âyetleri kendi adalet ve hürriyet anlayışları istikametinde te’vil etmişlerdir. Bu teorik tartışmalar bir yana, yaratılış itibariyle insan fıtratı, gerçeği kabule elverişli olmakla birlikte, bazı iç ve dış etkenler insanın psikolojisini, akıl ve düşünme melekelerini etkilemektedir. Müşrikler de gerek atalarından ve çevrelerinden aldıkları telkinler, gerekse çeşitli olumsuz duygu ve davranışlarının tesiriyle inanmaya yatkın olmaktan çıktıkları için kalpleri perdelenmiş, kulakları ağırlaşmış, yani gerçek karşısında duyarsız kalmışlardır. Şu halde onların inkârları, ilâhî kanun uyarınca kalplerinin perdelenmesi kendi tutum ve davranışlarının, bencil duygularının, ön yargılarının, taassup ve inatlarının bir sonucudur; bundan dolayı da yanlış inançlarından ve kötü fiillerinden sorumludurlar.
25. âyette geçen esâtîr kelimesinin tekili olan ustûre, büyük ihtimalle “hikâye, kıssa, tarih” anlamına gelen Grekçe historia kelimesinden Arapçalaştırılmış olup Arapça’da daha çok eğlence ve şenliklerde hoşça vakit geçirmek için anlatılan, eski dönemlere ait abartılı veya asılsız hikâyeler, masallar için kullanılır. Müşrikler Kur’ân-ı Kerîm’in inanılırlığına gölge düşürmek için sık sık onun eskilerin masalları olduğunu ileri sürerlerdi. Vâhidî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayete göre (Esbâbü’nnüzûl, s. 160) Ebû Süfyân, Ebû Cehil, Utbe b. Rebî‘ ve kardeşi Şeybe, Velîd b. Mugîre, Nadr b. Hâris gibi müşriklerin önde gelenlerinden bazıları birlikte Hz. Peygamber’in yanına giderek bir müddet Kur’an’ı dinledikten sonra, Kureyşliler’e Acem kıssaları anlatmakla tanınan Nadr b. Hâris’e Resûlullah hakkındaki fikrini sormuşlar; o da “Söylediklerinden bir şey anlamıyorum; sadece dudaklarını hareket ettirdiğini görüyorum. Söylediği sözler, tıpkı benim size geçmiş devirlerle ilgili olarak anlattıklarım gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir” demiştir. Müşrikler bu tür sözleriyle hem başkalarını Kur’an’dan uzaklaştırırlar hem de bizzat kendileri ondan uzak dururlar ve bu suretle ebedî geleceklerini mahvederlerdi; üstelik bunun farkında da değillerdi. Allah Teâlâ, inkârcıların Hz. Peygamber ve Kur’an karşısındaki bu tavırlarından dolayı âhirette duyacakları pişmanlıklarını aşağıda bildirmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 389-390
وقر vekara: وَقْر kulaktaki ağır işitmedir. وِقْر eşek ve katırın taşıdığı yüktür. وَقَار sukûnet, ağırbaşlılık, sâkin ve halim olmak manalarında kullanılır. وَقِير büyük bir koyun sürüsüdür. Bu kullanımda sanki çoklukları ve gidişatının yavaşlığı sebebiyle onda bir vakar olduğu söylenmek istenir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri vakar ve vakûrdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
سَطْرٌ ve سَطَرٌ yazılan yazıdan, dikilen ağaçtan ve ayakta duran insanlardan oluşan saftır. أساطِير a gelince o bâtıl bir zanna dayanarak başkasına yazdırılan yalan şey demektir. مَسْطُورٌ satır satır yazılmış yani sağlam korunmuş demektir. مُسَيْطِرٌ sözcüğü koruyucu ve muhafız demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri satır ve esâtirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
كِنٌّ Bir nesnenin içinde muhafaza edildiği şeydir ve çoğulu أكْنان dır. Bu şey çadır,ev, elbise, bez ya da başka herhangi bir cisim de olabilir. Bu kökten başka bir bab olan أكَنَّ fiili ise daha çok içte/nefiste saklanan şeylerle ilgili kullanılır. Kocasının muhafazasından dolayı bir kinnin içinde olması sebebiyle evli kadına da كَنَّة denmiştir. كِنانٌ Bir nesnenin onun içinde saklandığı örtüdür. Çoğulu أكِنَّة şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli kındır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ
وَ istînâfiyyedir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَسْتَمِعُ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَسْتَمِعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكَ car mecruru يَسْتَمِعُ fiiline müteallıktır.
يَسْتَمِعُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi سمع ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ car mecruru اَكِنَّةً ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَكِنَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdir, كراهة أن يفقهوه (anlamayı kerih görerek) şeklindedir.
يَفْقَهُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ car mecruru اَكِنَّةً ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَقْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَرَوْا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اٰيَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُؤْمِنُوا şartın cevabı olduğu için ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِهَا car mecruru يُؤْمِنُوا fiiline müteallıktır.
يُؤْمِنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.
جَٓاؤُ۫كَ mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يُجَادِلُونَكَ fiili جَٓاؤُ۫كَ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur. يُجَادِلُونَكَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Şartın cevabı يَقُولُ الَّذ۪ينَ ’dir. يَقُولُ merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓو ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُٓو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ’dir. يَقُولُ fiilinin mekulü'l-kavli olarak mahallen mansubtur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اَسَاط۪يرُ haber olup lafzen merfûdur. الْاَوَّل۪ينَ kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
يُجَادِلُونَكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنَ müşriklere ait olup teb'iziyyedir. (Âşûr)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübtedadır.
Mevsûlün müphem yapısı nedeniyle kendisini zorunlu olarak takip eden sılası, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
يَسْتَمِعُ fiili iftial babındandır. Dinlemeye uğraşırlar, kendilerini dinlemeye zorlarlar manasını taşır.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَ [İçlerinden sana kulak verip de dinleyenler vardır] buyurmuş, böylece fiili tekil; daha sonra da عَلٰى قُلُوبِهِمْ buyurarak, ifadeyi çoğul sıygasında getirmiştir. Bu, yerinde ve güzeldir. Zira من kelimesi, lafız bakımından müfret, mana bakımından ise çoğuldur. (Fahreddin er-Râzî)
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ
وَ atıf veya haliyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراً cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlün lieclih konumundadır.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً [Kalplerinin üzerindeki örtüler.] ifadesinde istiare vardır. Kalbin İslam’ı kabul etmemesi, perdenin altında kalarak etkilenmeyen bir şeye benzetilmiştir. Aynı şekilde وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراً [kulaklarının içindeki ağırlıklar] ifadesi de mecazî anlamdadır.
اَكِنَّةً ve وَقْراً kelimelerindeki tenvin, nev ve tahkir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Onların kalplerinin üzerinde anlamalarına engel olan perdeler yaptık ve onların kulaklarında da ağırlık vardır.” ibaresi bu ayetin dışında İsra Suresi 46, Kehf Suresi 57 ve Fussilet Suresi 5’te olmak üzere Kur’an’da 4 kere geçer. Kalplerinin katılığını, kulaklarının da gerçeğe kapalı olduğunu açıklayan bir temsildir.
Kalbimizdeki şehvetler, arzu ve istekler ne kadar kuvvetliyse Allah kelamının manaları o kadar perdelenir. Kalp ayna gibidir. Şehvetler de pas gibidir. Kur’an’ın manaları aynada görülen suretler gibidir.
[Kalplerinin üzerindeki örtüler.] ve [kulaklarının içindeki ağırlıklar] ifadeleri inkârcıların kalp ve kulaklarının, Kur’an’ı kabulden ve onun doğruluğuna inanmaktan son derece uzak olması anlamında bir benzetmedir. Yoksa anlamalarını bizzat Allah engelliyor değildir. جَعَلْنَا [Koyduk] fiilinin Allah Teâlâ’nın zatına isnat edilme amacı, söz konusu hükmün -sanki fıtratlarına yerleşmiş gibi- onlar hakkında kesin olduğunu ve onları terk etmeyeceğini göstermektir. (Keşşâf)
Fıkıh, bir şeyi, bir sözü sebep ve hikmetiyle zevkine vararak anlamak ve hatta tatbik edecek şekilde anlamaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اَكِنَّةً kelimesi, كِنَانْ kelimesinin çoğuludur ki “kat kat örtüler” demektir. Herkesin tanımadığı garip ve çirkin örtüler manasını ifade eder. Yani biz de kalplerine kat kat ve görülmedik örtüler koymuşuzdur ki dinledikleri Kur’an’ı fıkhî zevkle anlamalarına engeldir. Ve hatta kulaklarında bir ağırlık vardır, dinlediklerini iyice duymazlar bile. (Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)
Bu cümle:
- ya istinaf olup kalplerin mühürlendiğini,
- ya da gizlice Kur’an dinleyenlerin hallerini beyan eder (Ebüssuûd)
وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ
Cümle وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî isnad olmak bakımından mutabakat vardır.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Buradaki كُلَّ kelimesi mecazen الكَثْرَةِ manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
لَا يُؤْمِنُوا بِهَا menfi muzari fiil sıygasında olup ف karinesi olmadan gelen cevaptır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberin şart cümlesi formunda verilmesi, muhatabı etkilemek açısından daha etkili bir üsluptur.
يَرَوْا - يَسْتَمِعُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اٰيَةٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim içindir.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
حَتّٰٓى bu cümlede ibtida harfidir. Akabindeki cümle, şart üslûbunda haberî isnaddır. Şart fiili olan جَٓاؤُ۫كَ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen يُجَادِلُونَكَ cümlesi, جَٓاؤُ۫كَ fiilinin failinden haldir. و olmadan gelen bu hal cümlesi onların bu durumunun değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Ayrıca muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Şartın cevabı olan …يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Mübteda ve haber arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا maksûr, haber olan اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ maksûrun aleyhtir.
Cümlede mübteda işaret ismiyle marife olmuş ve işaret edilene tahkir ifade etmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. هٰذَٓا ile اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ’e işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ ifadesindeki حَتّٰٓى üstelik anlamındadır. حَتّٰٓى harf-i cer olarak, اِذَا جَٓاؤُ۫كَِ cümlesinin mecrûr mahallinde bulunması da mümkündür, mana “onların tartışmak için yanına gelme vaktine kadar” şeklindedir. (Keşşâf)
حَتّى gaye harfidir, kendisinden sonra gelen mananın öncekilerin neticesi olduğunu ifade eder. Aslında cer harfidir. Arkasından öncesindekilerin sonucu olan müfred bir isim gelir. Aynı şekilde kendisinden sonra cümle de gelir. Bu durumda حَتّى ibtidaiyye olur. Yani bu cümlenin kendisinden önceki kelamın gayesi olduğunu ilan eder. (Âşûr)
اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ tabiri; müşriklerin Kur’an-ı Kerim hakkındaki sözleri olarak 9 kere geçmiştir.
Cem’ ma’at-taksim vardır. Kâfirlerin imansızlığı ve kalplerindeki hali dallandırarak anlatılmıştır.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir
Bu ayet müşriklerin, Kur’an’ın eskilerin masallarına çağırdığını söyleyerek şiddetle inkâr etmelerini reddetmektedir. Müşrikler; inatları ve cidalleriyle risaleti ve sahibini helak ettiklerine inanıyorlardı. Dolayısıyla kasr, nefy ve istisna harfiyle gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
كَفَرُٓوا - يُؤْمِنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.