وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَطْرُدِ | kovma |
|
3 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
4 | يَدْعُونَ | yalvaranları |
|
5 | رَبَّهُمْ | Rablerine |
|
6 | بِالْغَدَاةِ | sabah |
|
7 | وَالْعَشِيِّ | ve akşam |
|
8 | يُرِيدُونَ | isteyerek |
|
9 | وَجْهَهُ | O’nun rızasını |
|
10 | مَا | yoktur |
|
11 | عَلَيْكَ | sana |
|
12 | مِنْ | -ndan |
|
13 | حِسَابِهِمْ | onların hesabı- |
|
14 | مِنْ | hiçbir |
|
15 | شَيْءٍ | şey (sorumluluk) |
|
16 | وَمَا | ve yoktur |
|
17 | مِنْ | -dan |
|
18 | حِسَابِكَ | senin hesabın- |
|
19 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
20 | مِنْ | hiçbir |
|
21 | شَيْءٍ | şey (sorumluk) |
|
22 | فَتَطْرُدَهُمْ | onları kovup da |
|
23 | فَتَكُونَ | olasın |
|
24 | مِنَ | -den |
|
25 | الظَّالِمِينَ | zalimler- |
|
Bu âyetin işaret ettiği bir olayla ilgili olarak Müslim’in Sahîh’i (“Fezâilü’s-sahâbe”, 45-46) ve diğer bazı hadis kaynaklarında yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Mes‘ûd, Bilâl-i Habeşî, Ammâr b. Yâsir gibi bazı yoksul ve kimsesiz sahâbîlerin de bulunduğu bir toplulukla birlikte olduğu bir sırada müşriklerin ileri gelenleri Hz. Muhammed’le görüşmek istediklerini, ancak bunun için yanındaki müslümanları oradan uzaklaştırması gerektiğini, zira kölelerle ve yoksullarla bir arada bulunmayı kendilerine yakıştıramadıklarını bildirmişlerdi. Resûlullah “Ben müminleri kovamam” cevabını verince, hiç olmazsa kendileri geldiğinde onların ayakta durmasını istemişler; Hz. Peygamber, belki onlara İslâm’ı kabul ettirebileceği ümidiyle bu son teklifi kabul etmeyi düşünürken kendisini ikaz edip bu düşüncesinden vazgeçiren 52. âyet inmiştir. Ancak müfessirlerin çoğu bu sûrenin, parça parça değil, tamamının bir defada indiğini bildiren haberleri de dikkate alarak, bu âyetin söz konusu olayla ilişkisi olamayacağını ifade etmişlerdir. Âyetin böyle bir olay üzerine indiği kabul edilse bile, bu olayın sadece âyetteki evrensel ahlâkî öğretinin ortaya konması için bir vesile oluşturduğu düşünülmelidir.
“Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur…” cümlesindeki “onlar” zamiriyle müşriklere işaret edildiğini düşünenler olmuşsa da ağırlıklı görüş, bununla yukarıda anılan müslümanların kastedildiği yönündedir. Rivayete göre müşrikler, Hz. Peygamber’in çevresinde toplanan söz konusu kişilerin, aslında –samimi dindarlıklarından değil– barınma imkânı buldukları, yiyip içtikleri için orada toplandıklarını ileri sürmüşlerdi. İşte –bir görüşe göre– âyet-i kerîmede, öyle olsa bile, Resûlullah ile o yoksul müslümanların sorumluluklarının ayrı olduğu, herkesin kendi yapıp ettiklerinin sorumluluğunu yine kendisinin taşıdığı bildirilerek Resûl-i Ekrem’in onlara olan ilgisini sürdürmesi istenmiş, aksi halde haksızlık yapmış olacağı ifade edilmiştir. Başka bir yoruma göre bu insanlar sabah akşam ibadet ve taatle meşgul oldukları için maişetlerini temin edemeyecekler kaygısıyla Hz. Peygamber’in onları –işlerine güçlerine baksınlar diye– meclisinden ayrılmaya zorlamaması istenmiş; onların geçimleriyle ilgili hesabın kendisine ait olmadığına yani ne yiyip ne içeceklerini hesap etmesi gerekmediğine, çünkü herkesin rızkını verenin Allah Teâlâ olduğuna işaret buyurulmuştur (Râzî, XII, 236-237).
Hangi şekilde yorumlanırsa yorumlansın bu âyet, İslâm dininde insanın, mevki, zenginlik ve soyuna göre değil iman zenginliğine, Allah’asaygı ve ruh yüceliğine göre değer taşıdığını ortaya koyması, ayrıca Hz. Peygamber’in yüce ahlâkının Kur’an ilkelerine göre şekillendiğini göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Âyetin sonunda Resûlullah’a sorumluluğu hatırlatıldıktan sonra, kâfirlerin gözünde değersiz olsalar bile, iman ve yaşayışlarıyla Allah nezdinde değerli olan insanlara karşı küçültücü davranışlarda bulunan bir kimsenin, –farzımuhal bu kimse peygamber bile olsa– zalim olarak gösterilmesi son derece ilgi çekicidir. Muhtemelen yukarıda sözü edilen altı kişiden biri olan Habbâb’ın anlattığına göre bu âyetin inmesinden sonra Hz. Peygamber’le yoksul ve kimsesiz müslümanlar arasındaki yakınlık o kadar artmıştır ki meclislerde diz dize oturur olmuşlar; Hz. Peygamber daha önce, bir aradayken yanındakilerin kalkmasını beklemeden kendisi kalkarken bu âyet geldikten sonra incitici olmasın diye daima onların kalkmasını beklemiştir (Zemahşerî, II, 16).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 409-410
Peygamber Efendimiz’in fakir ve kimsesiz müslümanlarla beraber oturup kalkması Mekke’nin kendini begenmis zenginlerinin canını sıkıyordu. Onlara göre fakirler ayrı bir sınıftı . Böyle olduğu için de herkesin kendine denk olanlarla beraber oturup kalkması gerektiğini düşünüyorlardi.
Bu müşrikler bazı konuları görüşmek üzere Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldiklerinde, Habbâb İbni Eret, Suheyb-i Rûmî ve Bilâl-i Habeşi gibi kölelerin ve diğer yoksullarin , en azından kendileri gidene kadar dışarı çıkmalarını istediler. Bunun üzerine, yukaridaki âyet-i kerîme nâzil oldu. Allah Teâlâ Resûl-i Ekrem’ine hitâben, sen o adamlarin dediklerine bakma. Sabah aksam sadece Rablerinin rızasını kazanmak için ibadet edip duran o yoksul, ama samimi müslümanları,kâfirlerin sözüne bakarak yanından kovma. Allah’ın kendilerinden râzı olduğu insanlar bu yoksul ve kimsesiz mü’minlerdir. Sen hep onlarla birlikte olmaya bak. Malına, mülküne güvenip şımaran o adamlari kazanmak pahasına da olsa, fakir müslümanları gücendirme, buyurdu
(Muslim ,Fezailu’s- sahabe 45,46;İbni Mace ,Zuhd 7)
طَرْدٌ Küçümseyerek birini yerinden edip uzaklaştırmaktır. مُطَارَدَة savaşta düşmanların birbirlerini itip kakmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri tard etmek ve istitrattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَطْرُدِ meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ رَبَّهُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَدْعُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّهُمْ izafeti يَدْعُونَ fiilinin mefûlun bihidir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْغَدٰوةِ car mecruru يَدْعُونَ fiiline müteallıktır. الْعَشِيِّ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِالْغَدٰوةِ ‘ye matuftur.
يُر۪يدُونَ fiili يَدْعُونَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur. يُر۪يدُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَجْهَهُ mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَيْكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ حِسَابِهِمْ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ حِسَابِكَ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
فَ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, ما يكون مؤاخذة فطرد (Suçlanmadı ki kovulsun) şeklindedir.
تَطْرُدَهُمْ fiili mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَكُونَ fiili atıf harfi فَ ile تَطْرُدَ fiiline matuftur. تَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir. مِنَ الظَّالِم۪ينَ car mecruru تَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ
Ayet önceki ayetteki اَنْذِرْ cümlesine matuftur. İlk cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûlün ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tazim ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mevsûlün sılası يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِالْغَدٰوةِ [Sabah] - وَالْعَشِيّ [akşam] kelimelerinin zikredilmesinden maksat devamlılıktır. Bunun anlamının “Sabah ve ikindi namazını kılarlar.” şeklinde olduğu da söylenmiştir. Ayrıca ُيُر۪يدُونَ وَجْهَهُ (Rabblerinin rızasını dileyerek) sözüyle Allah Teâlâ onları, ibadette samimiyet ile nitelemiştir. Bir şeyin zatı ve gerçek varlığı وَجْهَ kelimesiyle ifade edilir. (Keşşâf)
يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan müekked hal cümlesidir.
Cümlenin وَ ’sız gelmesi, bu özelliğin hal sahibi olan يَدْعُونَ fiilinin failinde, sabit ve kalıcı olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
وَجْهَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması وَجْهَ’ye şan ve şeref kazandırmıştır. Ayrıca bu ifadede tecrîd sanatı vardır.
رَبَّهُمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
الْغَدٰوةِ - الْعَشِيِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
تَطْرُدِ - يُر۪يدُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Duanın sabah akşam olduğunun belirtilmesi taksim sanatıdır.
وَجْهَهُ [Onun yüzü] ibaresi istiaredir. Yüz (وَجْهَ) bir şeyin zatı ve kendisi demektir. Ya da burada rızası kelimesi hazfedilmiştir. Îcaz-ı hazif şeklinde bir hükmî mecaz vardır.
Allah Teâlâ’nın rızasını (vechini) dileyerek yalvarmaktan maksat, ihlasla O’na ibadet etmektir. Bu kaydın zikredilmesi, nehyin (kovma) illetini tekid içindir. Zira ihlas, kovmanın zıddı olan ikramın en kuvvetli sebeplerinden biridir. (Ebüssuûd)
مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ
Beyanî istînâf veya ta’lîliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. عَلَيْكَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan شَيْءٍ, zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Aynı üslupta gelen وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ cümlesi, tezat sebebiyle makabline matuftur
مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ cümlesi ile وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَا - مِنْ - حِسَابِكَ - عَلَيْهِمْ - شَيْءٍ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَلَيْكَ حِسَابِهِمْ - حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ kelimeleri arasında akis ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam beş tekid öğesini birarada toplamıştır. Bunlar, beyaniyye olan مِنْ , zaid olan مِنْ, mamulun takdimi, مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ kavlinin hasr sıygasıyla gelmesi,
وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ şeklindeki mukabil olumsuzlukla mananın tekid edilerek tamamlanmasıdır. Çünkü bu mukabil olumsuzluğun zikri lafzî tekide benzer. Bunların hepsi, önerilerine yanıt verme girişimlerinden nihai olarak uzak durması içindir. (Âşûr)
Harflerde olan akis sanatı (ki buna Kazvînî ve Sekkâkî kalb derler) kelamın harflerinin sıralı olarak yer değiştirmesidir. Harflerin harekesinin, meddinin, şeddesinin, cezminin, elifinin hemzeye ya da hemzenin elife dönüşmesinin bir etkisi olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedii İlmi)
فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Müspet muzari fiil cümlesine dahil olan فَ, atıf harfi ve sebebiyyedir. Fiili gizli أن’le masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel önceki cümledeki nehiyden kaynaklanan masdara matuftur.
Ayetin فَ ile makabline atfedilen son cümlesi, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. كان ,مِنَ الظَّالِم۪ينَ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
لَا تَطْرُدِ - تَطْرُدَهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.