En'âm Sûresi 57. Ayet

قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ  ...

De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir belge üzereyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde değil. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنِّي elbette ben
3 عَلَىٰ üzerindeyim
4 بَيِّنَةٍ açık bir delil ب ي ن
5 مِنْ -den
6 رَبِّي Rabbim- ر ب ب
7 وَكَذَّبْتُمْ siz ise yalanladınız ك ذ ب
8 بِهِ onu
9 مَا değildir
10 عِنْدِي benim yanımda ع ن د
11 مَا şey (azab)
12 تَسْتَعْجِلُونَ acele istediğiniz ع ج ل
13 بِهِ onu
14 إِنِ
15 الْحُكْمُ hüküm vermek ح ك م
16 إِلَّا yalnızca
17 لِلَّهِ Allah’a aittir
18 يَقُصُّ (O) anlatır ق ص ص
19 الْحَقَّ gerçeği ح ق ق
20 وَهُوَ ve O
21 خَيْرُ en iyisidir خ ي ر
22 الْفَاصِلِينَ ayırdedenlerin ف ص ل
 

İlk âyet, bir bakıma, inkârcıların Resûlullah’ı “şair, sihirbaz, mecnun” gibi hiçbir gerçeklik taşımayan ifadelerle itham etmelerine karşı bir cevap teşkil etmekte; onun tebliğlerinin kesin ve apaçık delile (beyyine) dayandığını haber vermektedir. 57-59. âyetlerde, müşriklerin, güya Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak ve âciz olduğunu göstermek için “Eğer iddialarında doğruysan, hadi şu bizi tehdit ettiğin azap ve musibetleri başımıza getir de görelim!” gibi sözler sarfetmelerine karşılık, Resûlullah’ta tanrısal bir güç bulunmadığı, onun böyle bir iddia da taşımadığı, azap ve musibet gibi hususlardaki hükmün yalnız Allah’a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’daki bu açıklamaları, yani Allah’ın kendisine tanıdığı yetki ve görevin ötesinde ilâhî güçler taşımadığını, gaybı da bilmediğini –kendilerini olduğundan daha kudretli göstermeye çalışan sahte önderlerin aksine– hiçbir komplekse kapılmadan tam bir dürüstlük ve içtenlikle insanlara bildirmesi, onun nübüvvetinin en belirgin delillerinden biridir.

 59. âyet, yüce Allah’ın ilminin ne kadar geniş, ne kadar kapsamlı olduğunun çok veciz ve eşsiz ifadelerindendir: Gaybın anahtarları (başka bir kıraate göre gaybın hazineleri) Allah’ın yanındadır (gayb terimi için bk. Bakara 2/3). Burada Allah’ın ilminin, karalar ve denizler gibi en geniş varlık ve olaylardan, düşen bir yaprağa, yerin karanlıklarındaki bir bitki tanesine, kuruluk, yaşlılık vb. keyfiyetler gibi en basit varlık ve olaylara kadar her şeyi kuşatıp kapsadığı, dolayısıyla bütün bunların en yüce, en ince bilgi ve kudretle yaratılıp düzenlendiği ifade buyurulmuştur. Bundan dolayı kelâm bilginleri tarafından söz konusu âyet, bazı düşünürlerin,ilm-i ilâhînin cüz’iyyâtı (değişken varlık ve olayları) kapsamadığı yolundaki iddialarını çürüten en kesin delillerden biri olarak gösterilmiştir. “Apaçık bir kitap” diye çevirdiğimiz “kitâbin mübîn” tamlaması, “hafaza melekleri tarafından tutulan amel defteri”, “levh-i mahfûz” veya “Allah’ın her şeyi kuşatan ilmi” olarak açıklanmıştır (Zemahşerî, II, 19; İbn Atıyye, II, 300). Râzî son yorumu tercih eder (XIII, 11).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 414-415

 

قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

عَلٰى بَيِّنَةٍ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  مِنْ رَبّ۪ي  car mecrurunda bir muzâf hazfi vardır.  بَيِّنَةٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri;  من عند ربي  şeklindedir.

Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyye (yani bir şeyin başlangıcı) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  كَذَّبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و”  gelir. Nadiren  “و”  sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِه۪  car mecruru  كَذَّبْتُمْ  fiiline müteallıktır.


 مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ 

 

مَٓا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  عِنْد۪ي mekân zarfı,  مَا ’nın mahzuf  mukaddem haberine müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَسْتَعْجِلُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  تَسْتَعْجِلُونَ  fiiline müteallıktır.  اِنِ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الْحُكْمُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  لِلّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.


 يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  يَقُصُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَقُصُّ الْحَقَّ  cümlesi hal cümlesidir. 

Hal müspet muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و”  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَيْرُ  haber olup lafzen merfûdur. 

الْفَاصِل۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْفَاصِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فصل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Önce geçen  قُلْ أرَأيْتَكم إنْ أتاكم عَذابُ اللَّهِ أوْ أتَتْكُمُ السّاعَةُ  şeklindeki 40. ayette açıklaması yapılan işin önemi dolayısıyla  قُلْ  emri tekrar edilmiştir. (Âşûr)

Mekulü’l-kavl olan  اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّ , عَلٰى بَيِّنَةٍ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Cümle tekid harfiyle tekid edilmiştir. Çünkü onlar Rablerinden bir delil üzere olduklarını inkâr ediyorlardı. (Âşûr)

البَيِّنَةُ  kelimesi aslında  بَيِّنٍ  kelimesinin müennesidir. Yani açıklamaktır. O sıfattır ve bilindiği için mevsuf mahzuftur.  دَلالَةٌ بَيِّنَةٌ  veya  حُجَّةٌ بَيِّنَةٌ  şeklindedir. (Âşûr)

البَيِّنَةُ  kelimesinden muradın Kuran olması caizdir.  عَلى  harfi mülazemet alakasıyla mecazı mürsel olarak kullanılmıştır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Yani Kuran’ın getirdiği şeye muhalefet etmem, demektir. (Âşûr)

Bu kelamda "Rabb" unvanının Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yerini tutan zamire izafe edilmesi, apaçık teşrif ve mertebenin yüksekliğini ifade eder. (Ebüssuûd)

مِنْ  ibtidaiyye içindir. Yani Rabbimden bana gelen delil demektir. (Âşûr)

وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ  cümlesi  وَ ’la gelen hal cümlesidir. Mazi fiil sıygasında gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَذَّبْتُمْ  kelimesi fiilin manasının mef’ûle yapışık olduğunu tekid etmek için  بِ  harf-i ceri ile tadiye edilmiştir. (Âşûr)

كَذَّبْتُمْ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ


Cümle istînâfi beyaniyedir. (Âşûr)

Fasılla gelen cümleye dahil olan  مَا  nafiyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu istinaf cümlesi, onların kendi yalanlarını, hatalarını ortaya koyar, bu da, Kur’an'da vadedilen ve onların acele gelmesini istedikleri azabın gerçekleşmemesidir. Nitekim onlar, istihza yoluyla veya kendi batıl iddialarına göre şöyle diyorlardı:" Eğer doğru sözlüler (sadıklar) iseniz bu vadedilen azap ne zaman?" (Sebe' 34/29) (Ebüssuûd)

عِنْد۪ي  ifadesi  ما بِيَدِي كَذا  (Bu iş benim kudretimde değil) manasındadır.  العِنْدِيَّةُ  burada ilim ve kudretle davranmak manasında mecazdır. Mana; ben alîm ve kadîr değilim şeklindedir. Yani ‘’ilah değilim ama gönderilmiş bir elçiyim. Gönderildiğim şeyin arkasında duruyorum’’ demektir. Aslında  عِنْد۪  yakın mekân için kullanılan bir zarftır. Bir şeyin, bir şeydeki istikrarını ve onun üzerindeki otoritesini ifade için mecaz olarak kullanılır.  وعِنْدَهُ مَفاتِحُ الغَيْبِ  (Enâm/59) cümlesi de bunun gibidir. Bir şeyi kontrol altında tutmak manasında da mecazî olarak kullanılır.  وعِنْدَهُ عِلْمُ السّاعَةِ (Zuhruf/85) ve وعِنْدَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ  (İbrahim/46) ayetleri bu manadadır.  ما تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ  sözünden maksat onların tehdit edildiği azaptır. (Âşûr)

Burada zarf olan müsnedin takdimi kasr-ı kalp ifade eder. Çünkü Peygamberin (sav) onlara olan tehditlerinin, kendi gücü dahilinde olduğunu vehmetmişlerdir. (Âşûr)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عِنْد۪ي  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muahhar mübtedadır. Sılası  تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ  müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

بِ  harf-i ceri burada tadiye içindir.  مَا عِنْد۪ي  sözü delalet ettiği için mef’ûl burada mahzuftur. Takdiri;  تَسْتَعْجِلُونَنِي بِهِ (Beni acele ettirdiğiniz şey) şeklindedir. (Âşûr)

تَسْتَعْجِلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ

 

Ta’lîl hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

İsme isnad formunda gelen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنِ  ve istisna harfi  اِلَّا  ile kasr oluşmuştur. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Cümlede haberin hazf îcaz-ı hazif sanatıdır.  لِلّٰهِۜ  bu mahzuf habere müteallıktır.

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَقُصُّ الْحَقَّ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan müekked hal cümlesidir. 

Cümlenin  وَ ’sız gelmesi, bu özelliğin hal sahibi olan  Allah Teâlâ’da, sabit ve kalıcı olduğunun işaretidir.

Makabline matuf olan son cümle  وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir. 

Cenab-ı Allah, "Hüküm ancak Allah'a aittir" buyurmuştur. Bu, genel bir ifade olup, her türlü hükmü içine almaktadır. Burada, "onların başına gelecek azabı geciktirme hususundaki hüküm ve tasarruf ancak Allah'a aittir" manası kastedilmiştir. Ayetteki يَقُصُّ الْحَقَّ  "O, hakkı haber verir" ifadesi, "Allah, tehir etme ve acele verme hususundaki her hükmünde, hak olanı yapar" demektir. "O, ayırt edenlerin yani hükmedenlerin, en hayırlısıdır." (Fahreddin er-Râzî)

Alimlerimiz, "Hüküm ancak Allah'a aittir" ayetini, kulun, Allah'ın takdir ve hükmettiği şeyler dışında hiç bir şeye kadir olamayacağına delil getirmişlerdir. Bundan dolayı Allah Teâlâ takdir ve hükmetmediği müddetçe, kuldan inkâr sadır olmaz. Bunun delili, Allah Teâlâ'nın, "Hüküm ancak Allah'a aittir" ayetidir. Çünkü bu söz, hasr manasını ifade eder. Zira bu, "Allah'dan başka hiç kimse için hüküm söz konusu değildir" demektir. (Fahreddin er-Râzî)