En'âm Sûresi 58. Ayet

قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ  ...

De ki: “Sizin acele istediğiniz azap şayet benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu.” Allah, zalimleri daha iyi bilir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَوْ eğer
3 أَنَّ elbette
4 عِنْدِي benim yanımda olsaydı ع ن د
5 مَا şey
6 تَسْتَعْجِلُونَ acele istediğiniz ع ج ل
7 بِهِ onu
8 لَقُضِيَ bitirilmişti ق ض ي
9 الْأَمْرُ ا م ر
10 بَيْنِي aramızda ب ي ن
11 وَبَيْنَكُمْ ve sizin aranızda ب ي ن
12 وَاللَّهُ Allah
13 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
14 بِالظَّالِمِينَ zalimleri ظ ل م
 

İlk âyet, bir bakıma, inkârcıların Resûlullah’ı “şair, sihirbaz, mecnun” gibi hiçbir gerçeklik taşımayan ifadelerle itham etmelerine karşı bir cevap teşkil etmekte; onun tebliğlerinin kesin ve apaçık delile (beyyine) dayandığını haber vermektedir. 57-59. âyetlerde, müşriklerin, güya Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak ve âciz olduğunu göstermek için “Eğer iddialarında doğruysan, hadi şu bizi tehdit ettiğin azap ve musibetleri başımıza getir de görelim!” gibi sözler sarfetmelerine karşılık, Resûlullah’ta tanrısal bir güç bulunmadığı, onun böyle bir iddia da taşımadığı, azap ve musibet gibi hususlardaki hükmün yalnız Allah’a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’daki bu açıklamaları, yani Allah’ın kendisine tanıdığı yetki ve görevin ötesinde ilâhî güçler taşımadığını, gaybı da bilmediğini –kendilerini olduğundan daha kudretli göstermeye çalışan sahte önderlerin aksine– hiçbir komplekse kapılmadan tam bir dürüstlük ve içtenlikle insanlara bildirmesi, onun nübüvvetinin en belirgin delillerinden biridir.

 59. âyet, yüce Allah’ın ilminin ne kadar geniş, ne kadar kapsamlı olduğunun çok veciz ve eşsiz ifadelerindendir: Gaybın anahtarları (başka bir kıraate göre gaybın hazineleri) Allah’ın yanındadır (gayb terimi için bk. Bakara 2/3). Burada Allah’ın ilminin, karalar ve denizler gibi en geniş varlık ve olaylardan, düşen bir yaprağa, yerin karanlıklarındaki bir bitki tanesine, kuruluk, yaşlılık vb. keyfiyetler gibi en basit varlık ve olaylara kadar her şeyi kuşatıp kapsadığı, dolayısıyla bütün bunların en yüce, en ince bilgi ve kudretle yaratılıp düzenlendiği ifade buyurulmuştur. Bundan dolayı kelâm bilginleri tarafından söz konusu âyet, bazı düşünürlerin,ilm-i ilâhînin cüz’iyyâtı (değişken varlık ve olayları) kapsamadığı yolundaki iddialarını çürüten en kesin delillerden biri olarak gösterilmiştir. “Apaçık bir kitap” diye çevirdiğimiz “kitâbin mübîn” tamlaması, “hafaza melekleri tarafından tutulan amel defteri”, “levh-i mahfûz” veya “Allah’ın her şeyi kuşatan ilmi” olarak açıklanmıştır (Zemahşerî, II, 19; İbn Atıyye, II, 300). Râzî son yorumu tercih eder (XIII, 11).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 414-415

 

قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri; لو ثبت وجود ما تستعجلون به لقضي الأمر  (Acele ettiğiniz bir şey olduğu kanıtlanırsa, konu karara bağlanır.) şeklindedir.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

عِنْد۪ي  mekân zarfı,  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  اَنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَسْتَعْجِلُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  تَسْتَعْجِلُونَ  fiiline müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْ ‘in cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قُضِيَ  meçhul, mebni mazi fiildir.  

الْاَمْرُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

بَيْن۪ي  mekân zarfı, mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيْنَكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  بَيْن۪ي ’ye matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  اَعْلَمُ  haberdir.

بِالظَّالِم۪ينَ  car mecruru  اَعْلَمُ ’ye  müteallıktır. Cer alameti  ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.  اَعْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

İsm-i tafdil bazen de farklı harf-i cerler ile kullanılabilir.  بِ  harf-i ceriyle kullanılırsa bilgi ve cehalet manası ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır:

1) Fail bilinmediği zaman, 2) Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, 3) Fail herkes tarafından bilindiği zaman, 4) Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 
 

قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mekulü’l-kavl olan  لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.

اَنَّ  masdar ve tekid harfidir.  اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle takdiri  ثبت  (Sabit oldu) olan mahzuf fiilin failidir. Masdar-ı müevvel olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

Zarf-mazruf olan اَنَّ , عِنْد۪ي ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası muzari fiil sıygasında haberî isnaddır. 

قَضَى  fiilinin mef’ûl (meçhul) kipi ile  قُضِيَ  şeklinde zikredilmesi,

- fiilin fâilinin Allah (cc) olduğunu,

- durumun pek korkunç olduğunu,  

- ancak ifadede husn-ü edep gözetildiğini bildirir.

تَسْتَعْجِلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Rabıta harfi  لَ  ile gelen  لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي  cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi  fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelam olup,  اَنَّ ’nin haberidir.

Son üç ayet  قُلْ  emriyle başlamıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الأمْرُ  kelimesinin başındaki harf-i tarif ahd içindir. (Âşûr)


 وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ

وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

[Allah zalimleri iyi bilir.] Yani Allah onların cezasını iyi bilir ki onlar bu fiiller nedeniyle zalimdirler. Allah Teâlâ onları da başkalarını da biliyor olduğu halde burada hususen onları bildiğini ifade etmesinin sebebi tehdit maksadıdır. Bu şekilde söylemek en etkili tehdittir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr, Keşşâf)

‘Allah zalimleri bilir’ lafzıyla, onlara gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Bu, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

اَعْلَمُ  isminin tafdil kalıbında olması dolayısıyla, ‘’Allah zalimlerin ciğerini bilir’’ şeklinde tercüme edilebilir. 

Ayette هم şeklinde zamir değil de ظَّالِم۪ينَ şeklinde zahir ismin kullanılması, onları zemmetmek kastıyla yapılan ıtnâbtır.

واللَّهُ عَلِيمٌ بِالظّالِمِينَ  cümlesi tezyîldir. (Âşûr)

"Allah, zalimleri en iyi bilendir." Bu itirazî cümle;

- İlâhî azap işinin Peygamber'e havale edilmediğini,

- bu yüzden işin bitirilmediğini,

- ve bunun illetini açıklar.

Yani anlam şudur:"Allah (cc) o zalimlerin halini, onların azaplarının ağırlaştırılması için, istidrâc (yavaş yavaş azaba yaklaştırılmak) yoluyla mühlet verilmeye müstahak olup olmadıklarını en iyi bilendir. Onun içindir ki azap işi bana havale edilmedi ve sonuç olarak, azap acele gönderilerek iş bitirilmedi." (Ebüssuûd) 

واللَّهُ أعْلَمُ بِالظّالِمِينَ  cümlesi tezyildir. Yani Allah, azabı geciktirmenin hikmetini ve iniş zamanını benden ve herkesten daha iyi bilir, çünkü O, acele etmekte olduğunuz şeyleri en iyi bilendir. (Âşûr) 

Allah zalimleri iyi bilir cümlesinin mefhumu muhalifi de doğrudur. Yani zalim olmayanları da bilir.