En'âm Sûresi 65. Ayet

قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ  ...

De ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 هُوَ O
3 الْقَادِرُ kadirdir ق د ر
4 عَلَىٰ üzerine
5 أَنْ
6 يَبْعَثَ göndermeğe ب ع ث
7 عَلَيْكُمْ sizin üzerinize
8 عَذَابًا bir azab ع ذ ب
9 مِنْ
10 فَوْقِكُمْ üstünüzden ف و ق
11 أَوْ yahut
12 مِنْ
13 تَحْتِ altından ت ح ت
14 أَرْجُلِكُمْ ayaklarınızın ر ج ل
15 أَوْ ya da
16 يَلْبِسَكُمْ sizi birbirinize düşürüp ل ب س
17 شِيَعًا parti parti ش ي ع
18 وَيُذِيقَ ve taddırmağa ذ و ق
19 بَعْضَكُمْ kiminize ب ع ض
20 بَأْسَ hıncını ب ا س
21 بَعْضٍ kiminizin ب ع ض
22 انْظُرْ bak ن ظ ر
23 كَيْفَ nasıl ك ي ف
24 نُصَرِّفُ açıklıyoruz ص ر ف
25 الْايَاتِ ayetleri ا ي ي
26 لَعَلَّهُمْ diye
27 يَفْقَهُونَ anlasınlar ف ق ه
 

İnsanları bir belâdan kurtaran Allah, başka bir veya birçok belâya uğratmaya; onlara “üstlerinden veya ayaklarının altından” yani gökten ve yerden türlü felâketler göndermeye; hatta onların ihtiraslarını birbiriyle çatıştırarak, değişik mezhep, fırka ve parti gibi gruplara ayırarak birbirleriyle çarpışmalarını, savaşmalarını sağlamaya da kadirdir. Geçmişte insanoğlu beklemediği, ummadığı birçok semavî ve dünyevî felâketlerle karşılaşmış, şimdi de karşılaşmaktadır. İnsanoğlu, Allah’ın koyduğu kanunlardan sapmanın bedeli olarak, tabii âfetler denilenlerin yanında, bizzat kendi eliyle ortaya çıkardığı umulmadık belâlara da duçar olmaktadır. Nükleer felâketler, çevre kirlenmesi, tabiat düzeninin bozulması; ihtiraslardan veya ideoloji ayrılıklarından, din ve mezhep ayrılıklarından, ırkçılıktan ve bölgesel çıkar hesaplarından kaynaklanan ve kısa sürelerde yüz binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına, sakat düşmesine, aç ve açık kalmasına, ülkelerin harap olmasına yol açan savaşlar bu belâlardan bazılarıdır. 

Âyetin, bölünüp parçalanmayı bir felâket olarak gösteren kısmı özellikle mânidardır. Gerçekten, Allah’ı tanıyıp O’nun buyruk ve kanunları uyarınca hayatlarını düzenlemekten uzaklaşan toplumlar genellikle ortak inanç ve fikirlerden, istek ve ideallerden uzaklaşmakta, sonuçta bu farklı fikir ve isteklerin çatışması insanları fiilî çatışmalara, fitne ve fesada, nihayet savaşlara kadar götürmektedir ki, âyet-i kerîmede bu durum, insanların Allah’tan yüz çevirmelerinin, O’nu unutarak fâni şeyleri birer tanrı gibi kabul edip onların peşine takılmalarının, nihayet onları Allah’a eş ve ortak tutmalarının bir sonucu olarak gösterilmiştir. Öyle görülüyor ki, insanoğlu malın mülkün, şan ve şöhretin, ihtiras ve şehvetin ve nihayet hak yoldan saptıran sahte önderlerin esiri olmaktan, onlara tapmaktan kurtularak yalnız Allah’ı rab bilip sadece O’ndan yardım dilemediği, O’nun buyruklarını kesin kanunlar olarak tanıyıp bunları hayata hâkim kılmadığı sürece âyetlerde işaret edilen bu tehlikelere de müstahak olacak, bilinen ve bilinmeyen birçok felâkete, âyetteki deyimiyle azaba mâruz kalacak ve Allah’tan başka hiçbir güç, hiçbir zekâ, hatta Allah’ın kitabında yer alan “hikmet”ten nasipsiz olan bilim ve teknoloji de bu felâketleri önleyemeyecek; aksine hikmetten mahrum kaldığı sürece bilim ve teknoloji yeni felâketlere yol açacaktır. Bu bakımdan yukarıdaki âyetler bütün insanlara, insanlığın selâmeti için mutlaka dikkate alınması gereken bir uyarıdır. Dolayısıyla 65. âyetin sonunda “anlasınlar diye…” buyurulmuştur.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 420-421

 

قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ

 

 Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  هُوَ الْقَادِرُ ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْقَادِرُ  haber olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَلٰٓى  harf-i ceriyle birlikte ism-i fail olan  الْقَادِرُ ’ya müteallıktır.  يَبْعَثَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  يَبْعَثَ  fiiline müteallıktır.  عَذَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مِنْ فَوْقِكُمْ  car mecruru  عَذَاباً ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ تَحْتِ  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile  فَوْقِكُمْ ’e matuftur.  اَرْجُلِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَلْبِسَكُمْ  fiili, atıf harfi  اَوْ ile  يَبْعَثَ  fiiline matuftur.  يَلْبِسَكُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  شِيَعاً  hal olup fetha ile mansubtur.

يُذ۪يقَ  fiili, atıf harfi  وَ ’la  يَبْعَثَ  fiiline matuftur.  يُذ۪يقَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بَعْضَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَأْسَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بَعْضٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ

 

Fiil cümlesidir.  اُنْظُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. 

كَيْفَ  istifham ismi  نُصَرِّفُ  fiilinin hali olarak mahallen mansubtur.  نُصَرِّفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الْاٰيَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَفْقَهُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَفْقَهُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

نُصَرِّفُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  صرف’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
 

قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mef’ûlü, mekulü’l-kavl olan …هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى  cümlesinde haberin marife oluşu 

kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani kadir olma vasfı Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Yani azabı tekrar göndermek kudreti sadece Allah Teâlâ’da vardır, başkasında bu kudret yoktur, o halde putlardan korkmak gerekmez. Ve eğer kendileri için hayır isteselerdi, Cenab-ı Hakk’tan korkar ve O’nun rızası için ibadeti seçerlerdi. Kasr izafîdir.  القادِرُ kelimesindeki tarif, cins içindir. Çünkü Allah Teâlâ’dan başkasında böyle bir azap verme kudreti yoktur. (Âşûr)

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Masdar harfi  أن  ve müspet muzari fiil sıygasındaki  يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ  cümlesi mecrur mahaldedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle masdar tevilinde,  عَلٰٓى  harf-i ceriyle birlikte  الْقَادِرُ ‘ya müteallıktır.

Aynı üsluptaki müteakip iki cümle masdar-ı müevvele atfedilmiştir.

فَوْقِكُمْ - تَحْتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Allah’ın kudreti dahilinde olan şeylerin sayılması taksim sanatıdır.. 

بَعْضٍۜ - مِنْ - اَوْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

عَذَاباً - بَأْسَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَاباً’deki tenvin nev, kıllet ve tazim ifade eder.

“Üstünüzden ve altınızdan” deyip sağı solu zikretmemesi cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel, ehemmi mühimme tercihle tağlîbdir. “Altından” demeyip “ayaklarınızın altından” denmesi tecessüm ve yakîn hasıl olması içindir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً  [Size grup grup olmayı giydirdi.] tabirinde işlerin karmakarışık olması şeklinde bir muzâf hazfedilmiştir. (Âşûr)

شِيَعاً; bir amaç, itikat veya heva konusunda bir araya gelmiş topluluk manasındaki şia’ (شيع) kelimesinin çoğuludur.

يُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ  [Bazınıza felaketi tattırmak] ifadesi tehekkümî istiaredir. Felaket, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili kişinin felaketi ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’ hissetmektir.

Burada maksat Allah Teâlâ’nın kudretini ilan etmek değildir. Bu zaten bilinen bir şeydir. Maksat; Allah’ın bilinen bu kudreti dolayısıyla kendisinden korkulması gerektiğidir. Haber mecaz-ı mürsel mürekkeb olarak veya terkibi kinaye şeklinde gelmiştir. (Âşûr)


 اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Soru ismi  كَيْفَ  hal olarak gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşâî isnad olan  كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ  cümlesi  اُنْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.


لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ, vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir. 

لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sibeveyh de bu görüştedir. Kutrub ise:  لَعَلَّ  kelimesinin “için” manasında olduğunu söylemiştir.