اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
3 | وَلَمْ | ve |
|
4 | يَلْبِسُوا | bulamayanlar |
|
5 | إِيمَانَهُمْ | imanlarını |
|
6 | بِظُلْمٍ | bir haksızlıkla |
|
7 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
8 | لَهُمُ | onlarındır |
|
9 | الْأَمْنُ | güven |
|
10 | وَهُمْ | ve onlardır |
|
11 | مُهْتَدُونَ | doğru yolu bulanlar da |
|
Ağırlıklı görüşe göre bu âyetteki ifade de Hz. İbrâhim’e aittir ve onun “İki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?” şeklindeki sorusuna yine kendisi tarafından verilen cevaptır. Sorunun soran tarafından cevaplandırılması, başka bir cevabın bulunmamasından dolayıdır. “(Allah’a) inanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar” ifadesi, söz konusu kavmin Allah’a inanmakla birlikte, Tanrı saydıkları başka şeyleri O’na ortak koştuklarını göstermektedir. Âyetteki zulümden maksat, Allah’a şirk koşmaktır. Çünkü zulmün asıl anlamı, “hak sahibinin hakkını tanımamak, vermemektir.” Ulûhiyyet ve rubûbiyyet yalnızca Allah’a ait olduğu halde, başka varlık ve nesneleri de Tanrı yerine koymak, Allah’ın mahlûkatı üzerindeki hakkını tanımamaktır. Nitekim Hz. Peygamber de “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na kulluk edip hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamaktır” (Buhârî, “Tevhîd”, 1; Müslim, “Îmân”, 48-51) buyurmuştur. Sahih kaynaklarda nakledilen bir rivayete göre bu âyet geldiğinde müslümanlar, hayat boyunca zulümden uzak durmanın kendileri için mümkün olmadığını düşünerek telâşa kapılmışlar; bunun üzerine Resûlullah âyete şu şekilde açıklık getirmiştir: “Bu sizin düşündüğünüz zulüm değildir. Burada Lokmân’ın oğluna hitaben söylediği “Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” (Lokmân 31/13) meâlindeki âyette geçen zulüm kastedilmiştir” (Buhârî, “Enbiyâ”, 41).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 433-434
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَلْبِسُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
ا۪يمَانَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِظُلْمٍ car mecruru يَلْبِسُٓوا fiiline müteallıktır.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ cümlesi اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ, mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَهُمُ الْاَمْنُ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْاَمْنُ muahhar mübtedadır.
هُمْ مُهْتَدُونَ۟ cümlesi atıf harfi وَ ’la لَهُمُ الْاَمْنُ ’ye matuftur. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُهْتَدُونَ۟ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُهْتَدُونَ۟ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tazim ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Sılası اٰمَنُوا cümlesi, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ cümlesi sılaya matuftur.
يَلْبِسُٓوا hakikatte يَخْلِطُوا karıştırmak anlamındadır. Burada benzer iki şeyin aynı vakitte yapılması konusunda mecazdır. ولا تَلْبِسُوا الحَقَّ بِالباطِلِ ayetindeki gibi cisimleri karıştırmaya benzetilmiştir. (Âşûr)
Faide-i haber talebî kelam olan اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ cümlesi, haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilen kişilere tazim ifade etmiştir. Onların derecelerinin yüksekliğini ve şeref mertebelerinin yüceliğini bildirmek içindir. Yani şirk şaibesinden tamamen uzak, halis iman vasfını taşıyanlar var ya, güven ancak onlarındır ve Hakka hidayet edilmiş olanlar da ancak onlardır başkaları ise apaçık bir dalalettedir demektir. Peygamber Efendimiz (s.a.) zulüm kelimesine “şirk” manası vermiş, yorum olarak ve buna delil olarak Lokman Suresi 13. ayeti göstermiştir. Kur’an’da bir çok yerde zulüm şirk olarak geçmiştir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi لَهُمُ الْاَمْنُ şeklinde isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْاَمْنُ muahhar mübtedadır.
الْاَمْنُ’in marifeliği cins içindir.(Âşûr)
وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
لَهُمُ الْاَمْنُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
هُم zamiri, müsnedin müsnedün ileyhe kasrını ifade etmek için gelmiş fasıl zamiridir. İhtida, başkalarına değil sadece iman edip imanlarına zulmü karıştırmayanlara kasredilmiştir yani diğerleri hidayete eremezler. (Âşûr)
اٰمَنُوا - ا۪يمَانَهُمْ - الْاَمْنُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰمَنُوا - مُهْتَدُونَ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.