Mümtehine Sûresi 4. Ayet

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَداً حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ رَبَّـنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ  ...

İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ elbette
2 كَانَتْ vardır ك و ن
3 لَكُمْ sizin için
4 أُسْوَةٌ bir örnek ا س و
5 حَسَنَةٌ güzel ح س ن
6 فِي
7 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’de
8 وَالَّذِينَ ve bulunanlarda
9 مَعَهُ onunla beraber
10 إِذْ hani
11 قَالُوا onlar demişlerdi ق و ل
12 لِقَوْمِهِمْ kavimlerine ق و م
13 إِنَّا elbette biz
14 بُرَاءُ uzağız ب ر ا
15 مِنْكُمْ sizden
16 وَمِمَّا ve
17 تَعْبُدُونَ taptıklarınızdan ع ب د
18 مِنْ
19 دُونِ başka د و ن
20 اللَّهِ Allah’tan
21 كَفَرْنَا tanımıyoruz ك ف ر
22 بِكُمْ sizi
23 وَبَدَا ve belirmiştir ب د و
24 بَيْنَنَا bizim aramızda ب ي ن
25 وَبَيْنَكُمُ sizinle ب ي ن
26 الْعَدَاوَةُ bir düşmanlık ع د و
27 وَالْبَغْضَاءُ ve nefret ب غ ض
28 أَبَدًا sürekli ا ب د
29 حَتَّىٰ kadar
30 تُؤْمِنُوا siz inanıncaya ا م ن
31 بِاللَّهِ Allah’a
32 وَحْدَهُ bir tek و ح د
33 إِلَّا yalnız hariçtir
34 قَوْلَ demesi ق و ل
35 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
36 لِأَبِيهِ babasına ا ب و
37 لَأَسْتَغْفِرَنَّ mağfiret dileyeceğim غ ف ر
38 لَكَ senin için
39 وَمَا fakat
40 أَمْلِكُ gücüm yetmez م ل ك
41 لَكَ senin için
42 مِنَ -tan
43 اللَّهِ Allah-
44 مِنْ (gelecek)
45 شَيْءٍ bir şeye ش ي ا
46 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
47 عَلَيْكَ sana
48 تَوَكَّلْنَا dayandık و ك ل
49 وَإِلَيْكَ ve sana
50 أَنَبْنَا yöneldik ن و ب
51 وَإِلَيْكَ ve sanadır
52 الْمَصِيرُ dönüş ص ي ر
 
“Güzel bir örneklik” diye tercüme ettiğimiz üsve hasene tamlaması, günümüz davranış bilimleri incelemelerinde, özellikle liderde bulunması gereken nitelikler konusunda önemli bir yere sahip olan “davranış modeli” veya “numune, örnek kişilik” kavramını çağrıştırmaktadır. Bu tamlama Ahzâb sûresinin 21. âyetinde Hz. Peygamber hakkında kullanılmış ve müminlerin onu örnek almaları istenmişti. Burada 4. ve 6. âyetlerde aynı kavram, insanlık tarihinde tevhid mücadelesinin öncü isimlerinden olan Hz. İbrâhim ve ona uyanlar hakkında kullanılarak, şirk ve inkâr batağına saplanıp kalma olgusunun yeni olmadığına dikkat çekilmekte ve bu gibi kimselerle ilişkiler konusunda yararlanılacak önemli bir tecrübeye gönderme yapılmaktadır (Hz. İbrâhim’in, babasının bağışlanması için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114; Meryem 19/47). 4. âyetin “ona uyanlar” diye tercüme edilen kısmı için “Hz. İbrâhim’e iman edip ona uyan müminler” ve “Hz. İbrâhim’in döneminde ve ona yakın zamanda yaşayıp ona tâbi olan peygamberler” şeklinde yorumlar yapılmıştır. İbn Atıyye Hz. İbrâhim’le birlikte Nemrud’a karşı mücadele veren bir grubun varlığının bilinmediği gerekçesiyle ikinci yorumu daha kuvvetli bulur (V, 295). Hz. İbrâhim ve ona uyanların davranışı örnek gösterildiğine göre aynı âyette geçen, “Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır” anlamındaki sert ifadeyi –başka âyetler, özellikle bu sûrenin 7-9. âyetleri ve Resûlullah’ın tatbikatı ışığında– düşmanlık ilân etme, bunu alevlendirme ve nefreti kalıcı kılma amacıyla izah etmek mümkün değildir. Hz. İbrâhim ve tâbileri, inkârcılara onların yolundan uzak olduklarını ve bu tavrın sorumluluğunu paylaşmayacaklarını bildirirken kullandıkları bu ifadeyle, gerçeği açık yüreklilikle ve bütün çıplaklığıyla ortaya koymayı, bu konuda ödün vermeyeceklerini vurgulamayı, özellikle yeni iman etmiş olup bazı tereddütler yaşayanların mâneviyatını yükseltmeyi amaçlamış olabilirler. 5. âyetteki “Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma” şeklinde çevrilen cümle daha çok şöyle açıklanmıştır: “Onları bize galip getirme” veya “Bizi doğrudan yahut onlar vasıtasıyla cezaya çarptırma ki ‘Bunların iddiası doğru olsaydı, güvendikleri Allah onları desteksiz bırakmazdı yahut bu muameleye mâruz kalmazlardı’ şeklinde düşünmesinler ve bu yüzden kendilerinin hakikat üzere olduklarını sanmasınlar. Bizi böyle bir sınamaya, bir imtihana vesile kılma” (Taberî, XXVIII, 64; Şevkânî, V, 245). Bir yoruma göre burada Allah Teâlâ’dan, müminlere karşı inkârcıların imkânlarını genişletmemesi istenmektedir. Çünkü inkârcıların müminlerden daha fazla imkânlara sahip olmaları da müminler için sıkıntı, dolayısıyla bir imtihan sebebi olacaktır (Râzî, XXIX, 302).
 

  Ebede ابد :

  أبَد bölümlere ayrılabilen zaman gibi değil, bölünmeden sürüp giden zaman süresi demektir. O yüzden şu kadar zaman denilebilir ama şu kadar ebed denilemez.

  آبِدَة yaban ineği demektir. أوابِد ise vahşi hayvanlar anlamına gelir.  Kelimenin nefer ve vahşet anlamı aslen İbraniceden geçmiştir.

  Zarf olarak أبَدًا kelimesi mansubdur; geleceği kapsar. Nitekim أزل 'de geçmişi kapsar. Bu iki kelime birlikte çok uzun zaman için kullanılırlar.

  Ebed; geçmiş zaman için kullanılan qat'a (asla hiçbir zaman olmadı) kelimesinin zıddı olarak gelecek zaman konusunda (asla olmayacak manasında ) kullanılır. (Müfredat-Tahqiq-Bursevi) 

  Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 28 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ebedî, (ilel) ebed ve müebbeddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

Vehade وحد :

  وَحْدَةٌ  kelimesi eşsizlik, yalnızlık, teklik anlamına gelir. واحِدٌ  sözcüğünün gerçek anlamı kesinlikle parçalanma, bölünme kabul etmeyen şeydir. Aynı zamanda bütün varlıklar için kullanılır. واحِدٌ  sözcüğü altı değişik şekilde kullanılabilir;
1- Cins veya türde bir olanlar
2- Bağlılık, bitişiklik ve bütünlük açısından bir olanlar
3- Eşi benzeri, dengi bulunmadığından bir olanlar
4- Bölünme kabul etmediğinden bir olanlar; hava-elmas gibi
5- Başta bulunduğundan bir olanlar
6- Bunların hepsinde birlik göreceli/geçicidir.

  Yüce Allah için kullanılan واحِد sözcüğü herhangi bir bölünme yada çoğalma kabul etmeyen varlık demektir. 
  وَحَدَ  ise yalnız, tek olan demektir.

    واحِدٌ - فَرْدٌ farkına gelince; ferd benzerden ayrı olmayı ifade etmez. Vâhid ise zat ya da sıfat itibarıyla tek başına olma, bir olma anlamı ifade eder.

  Allah u Teala zat ve sıfatlarında tektir. Bu mana ona tahsis edilmiştir. Zat ve sıfatları cihetinden hiçbir ortağı yoktur. O şüphesiz sonsuz bir nurdur.

  الأحد- ألواحِد-الوَحِيد  e gelince; bunlar Esmaul Husna’dandır. الواحِد in tahkiki: Bu kelimede tek olmanın mevcudiyetine (öne çıkarmaya), الوَحِيد de vasıflanmaya ve subuta, الأحَد de ise başlı başına katışıksız bir ferdiyetçiliğe işaret vardır.

  Ayetlerde الواحِد  isminden sonra القَهّار  ismini zikretmiştir. القَهْر  amel ve icra makamındaki kudret ve galebenin işlediğini ifade eden bir ibaredir. القَهّار  yarattıklarının tamamına kudretinin, tartışılmaz üstünlük ve galebesinin ortaya konduğu bir isimdir. الوَحْدَة  mefhumunda zayıflık tevehhümü bulunduğundan, القَهّار  ile yaratılmışların tamamına galip ve nihai üstün olduğuna işaret eder.

  Son olarak احد  ve وحد  maddeleri arasında iştikakı ekber vardır. الأحد ,الوحد'den çevrilmiş değildir. Dolayısıyla  وحد  tek olma manası, أحد  ise adet manasında kullanılır. (Müfredat-Tahqiq)

    Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 68 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri vahdet, vâhid, vahdaniyet, tevhid, muvahhid, ittihat ve müttehittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

  Sayera صير :

  Bu kelimedeki asıl anlam bir halden ikinci başka bir hale dönüşmeyi/geçişi ifade eder. Dönüşen her mefhum için bu kelime kullanılabilir. Örneğin kabir, insanın hayatında oraya dönecek olmasından dolayı, yine ağıl, koyun ya da ineğin dinlenmek istediğinde oraya dönecek olmasından dolayı الصِّيرُ  ve  الصَّيُّورُ  ile ifade edilir.

  صَيْرٌ yarmak anlamında mastardır. Fiil olarak صارَ şeklinde, en nihayetinde/en sonunda ulaştı demektir. (Müfredat-Tahqiq)

  Kuran’ı Kerim’de bir keresinde sülasi formda fiil diğerlerinde isim olmak üzere toplam 29 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ 

 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. İsim cümlesidir.  كَانَتْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اُسْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.  حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  اُسْوَةٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اِبْرٰه۪يمَ  gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَعَهُ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ

 

اِذْ  zaman zarfı  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallik veya  اِبْرٰه۪يمَ ‘den bedel-i iştimâl olup mahallen mecrurdur. قَالُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. 

Bedel-i iştimal: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minhin özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِقَوْمِهِمْ  car mecruru  قَالُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

بُرَءٰٓؤُ۬ا  haber olup ref alameti  وَ ‘dır.  مِنْكُمْ  car mecruru  بُرَءٰٓؤُ۬ا ‘ya mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir.  مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  بُرَءٰٓؤُ۬ا ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْبُدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ  car mecruru amili  تَعْبُدُونَ ‘nin mahzuf mef’ûlünün mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

كَفَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِكُمْ  car mecruru  كَفَرْنَا  fiiline mütealliktir. 


 وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَداً حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ 

 


بَدَا   atıf harfi وَ ‘la  كَفَرْنَا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَدَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بَيْنَ  mekân zarfı  لْعَدَاوَةُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَكُمُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  الْعَدَاوَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

الْبَغْضَٓاءُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اَبَداً  zaman zarfı  الْعَدَاوَةُ  ve  الْبَغْضَٓاءُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُؤْمِنُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  بَدَا  fiiline mütealliktir. 

تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  وَحْدَهُٓ  lafza-i celâlin hali olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

اِلَّا  istisna edatıdır.  قَوْلَ  müstesna olup fetha ile mansubdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır: 1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır. 2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir. 3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِبْرٰه۪يمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. 

لِاَب۪يهِ  car mecruru  قَوْلَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

اَسْتَغْفِرَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

لَكَ  car mecruru  اَسْتَغْفِرَنَّ  fiiline mütealliktir. 

وَ  haliyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَمْلِكُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  لَكَ  car mecruru  اَمْلِكُ  fiiline mütealliktir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَمْلِكُ  fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, من عذابه (Onun azabından) şeklindedir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَسْتَغْفِرَنَّ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, غفر ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


رَبَّـنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَيْكَ  car mecruru  تَوَكَّلْنَا  fiiline mütealliktir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَكَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  وَ  atıf harfidir.  اِلَيْكَ  car mecruru  اَنَبْنَا  fiiline mütealliktir. 

اَنَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَص۪يرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

تَوَكَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

اَنَبْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نوب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Tahkik harfi  قَدۡ ‘la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكُمْ  car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اُسْوَةٌ , nakıs fiil  كَانَ ‘nin ismidir.

اُسْوَةٌ , nekre gelerek tazim ifade etmiştir.  حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  اُسْوَةٌ ’nun mahzuf ikinci haberine mütealliktir. İkinci haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  ibaresine matuf olan  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası, mahzuftur.  مَعَهُ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اِبْرٰه۪يمَ  (as) içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kişi, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Örnek davranışları muhafaza eden bir kap olmuştur. Câmi’, yerleşme ve sabit olmaktır. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır. 

Âşûr da  فِي  harfinde istiare olduğunu söylemiştir.

Müminler buyurulmayıp  وَالَّذِينَ مَعَهُ  buyurulması, peygamberin yanında bulunmanın önemine işaret eder. 

اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ  özellikle bir liderde bulunması gereken nitelikler konusunda önemli bir yere sahip olan davranış modeli kavramını çağrıştırmaktadır. Ahzab Suresinin 21. ayetinde de Hz. Peygamber (sav) hakkında kullanılmış ve müminlerin O'nu örnek almaları istenmiştir. (Seyyid Kutub, c. 5, s. 312.)

كَانَتْ  fiiliyle birlikte  قَدْ  harfinin gelişi muhatabın en güzel örnek olan Resulullah (sav)’e karşı çıkışına tariz ve azar ifade eder. (Âşûr) 

اِذْ  zaman zarfı  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

Zaman ismi olan  اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26) 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan   اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harfiyle birlikte  بُرَءٰٓؤُ۬ا ‘ya mütealliktir. Sılası olan  تَعْبُدُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

دُونِ اللّٰهِ  izafeti muzâf ve muzâfun ileyhin gayrını tahkir içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Mahzuf hale müteallik olan  مِن دُونِ اللَّهِ (Allah’ı bırakıp) da ibaresi tetmim ıtnâbıdır. Manayı tekid için gelmiştir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

Suyûtî, Kur’an’da geçen  اِذْ  kelimesi hakkında şu tespitlerde bulunmuştur:

Kur’an kıssalarının evvelinde geçen  اِذْ  kelimesi اذكر (hatırla) takdiriyle mef’ûlün bih makamında olur. 

اِذْ  harfinin sebep bildirme manasına geldiğini gösteren ayetler de vardır.  اِذْ  harfi isim veya fiil cümlelerine muzâf olur. 

اِذْ  harfi  قَدْ  gibi tahkik ifade eder.  اِذْ  harfi lafzen ve manen mazi olur veya manen mazi, lafzen muzari olur. 

Bilindiği için cümle bazen hazf edilir, yerine tenvin getirilir, iki sakinin bir araya gelmesinden dolayı  اِذْ  harfinin  ذ  harfi kesra ile harekelenir.

Ahfeş’e göre, cümlesi hazf olunan  اِذْ  cümleye ihtiyacı kalmadığından murebdir.  اِذْ  harfinin aldığı kesre, îrabıdır. Çünkü  حين  ve  يوم  kelimeleri  اِذْ  harfine muzâftır. (Suyûtî, İtkân, c. 1, s. 401-404) 

قَوْمِهِمْ  şeklindeki izafet, maksadı kısa yoldan ifade etmek ve muzâfın şanı için yapılmıştır.


كَفَرْنَا بِكُمْ 


كَفَرْنَا بِكُمْ  cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

بِكُمْ  car mecruru كَفَرْنَا  fiiline mütealliktir. 

تَعْبُدُونَ  ve  كَفَرْنَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


 وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَداً حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfları  بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ , konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Fail olan  الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ  kelimeleri marife olarak gelmiş ve ahdi ilmi, cins ya da istiğrak ifade etmiştir. Ahd-i ilmî manasıyla herkesin bildiği ve akla gelen manaları, cins manasıyla hakikatini, istiğrak manasıyla da her bir çeşidini kapsama manasını taşıyabilir. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  بَدَا  fiiline mütealliktir.

بَدَا  ve  اَبَداً  arasında cinas-ı nakıs ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, بَيْنَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تُؤْمِنُوا  -  كَفَرْنَا  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

كَفَرْنَا بِكُمْ  cümlesiyle  تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ  cümleleri arasında mukabele vardır. 


اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

Bu cümle İbrahim (as) ve beraberindekilerin sözleri arasına girmiş bir itiraz cümlesidir. (Âşûr)

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

اِلَّا  istisnâ edatı,  قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ  ifadesi  اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ’den istisna edilendir.

Veciz ifade kastıyla gelen  لِاَب۪يهِ  izafeti, masdar vezninde gelen  قَوْلَ ‘ye mütealliktir.

Ayet-i kerîme'de  قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ  izafeti,  اُسْوَةٌ  kelimesinden istisna edilmiştir. (Celâleyn)  

İbrahim (as)’ın babasına söylediği, mekulü’l-kavl olan  لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Mahzuf kasemle birlikte gayrı talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ  cümlesi,  لَاَسْتَغْفِرَنَّ  fiilinin failinden haldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

وما أمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ  cümlesindeki vavın hal veya atıf için olması caizdir. Manalar birbirine yakındır. Hal manası daha açıktır. Cümle tezyîldir. (Âşûr)

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl olan  مِنْ شَيْءٍ ‘deki  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.

Zaid olan  من  harfi; nefy, nehiy ve istifham cümlelerinde ziyade harf olarak tekid manası taşır. (Celâleddin es-Suyûtî, Kur’ân İlimleri Ansiklopedisi) 

مِن شَيْءٍ  bağışlanma, mesuliyet ve Allah'ın dilediği benzer şeyler için umumidir. (Âşûr)

Cümlede  لَكَ ’nin tekrarı İbrahim (as)’ın babası için nasıl endişelendiğini bize hissettiren lafzî tekiddir. Ayrıca bu tekrarda ve  مِنَ ’lerde, İbrahim’in iki kez zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  اَمْلِكُ  ve  لَكَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  قَالُوا -  قَوْلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

أَسْتَغْفِرَنَّ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  مِنَ اللّٰهِ  zikredilmemiştir. Sebebi herkes tarafından bilinen olması olabilir. 

لَأَسْتَغْفِرَنَّ [Herhalde senin yarlığanmanı isteyeceğim] cümlesinin başındaki لَ  harfi (Bu harfe tavtie lâmı denir) ve şeddeli nûn’larla birlikte üç tekid unsuru taşır. Bu tekidler adeta İbrahim’in (as) kendisi içindir. Babası için elinden geleni yapmak istemektedir. Arkadan gelen Allah’tan (gelecek) herhangi birşey (i celb ve def etmey)e gücüm yetmez cümlesi de bu manayı destekler.

Bu ayette, istisna, "ve babamı bağışla..." ayetinde zikredilen mağfiret duasının kendisine değil, mağfiret duasının vaadine tercih edilmiş, çünkü Hazret-i İbrahim'i bu duaya sevk eden husus, bu vaattir. Burada, "senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim." ifadesi değil de bu vaat zikre tahsis edilmiş, çünkü buradaki ifade yemin tekidini içermektedir. (Ebüssuûd)


رَبَّـنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hz.İbrahim ve beraberindekilerin sözlerinin devamı olan cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olması sebebiyle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.  رَبَّـنَا , münadadır.

Nidanın cevabı olan  عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْكَ , amili olan  تَوَكَّلْنَا ’ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Tevekkülü Allah’ın dışındaki şeylerden tecrîd etmektedir.

Cümledeki takdim, iddiaî kasrdır. Kasr, car mecrur ve fiil arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksurdur.  عَلَيْكَ , maksurun aleyh/mevsûf,  تَوَكَّلْنَا  maksur/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur

Tevekkülün takdimi, yola koyulmak için itimadın gerekmesi sebebiyledir.

Fiil cümleleri hudûs ve teceddüt ifade eder. Duaya daha uygundur. Çoğul sıyga da duanın kabulu için münasiptir.

Aynı üslupta gelen  وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 

Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

İki cümlede de fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اِلَيْكَ , amili olan  اَنَبْنَا ’ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelam olan  وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَيْكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمَص۪يرُ , muahhar mübtedadır. Müsnedin takdimi kasr ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  اِلَيْكَ  maksurun aleyh/sıfat, الْمَص۪يرُ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Mecrurun fiile takdimi kasr içindir. Karineye bağlı olarak bir kısmı iddiâî ve bir kısmı da hakiki  kasırdır. (Âşûr)

Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

كَ  ve  نَا  zamirlerinin tekrarlanması, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. Sesin yankılanması dolayısıyla mananın nefiste yerleşmesi sağlanır. 

تَوَكَّلْنَا - اَنَبْنَا - اَسْتَغْفِرَنَّ - تُؤْمِنُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümle tetmim ıtnâbıdır. Talebî inşâ cümlesidir. İbrahim (as) ve beraberindekileri örnek edinmek konusundaki teşvikten sonra kafirlerden uzak durmak tavsiyesini tamamlar. (Âşûr)

İbrahim (as) ve beraberindeki müminleri anlatan ayet-i kerîmenin bu kısmında “takdîmü mâ hakkuhû’t-te’hîr” bulunmaktadır. Ayetteki her üç ifade de hasr ifade etmesi için sonra gelmesi gereken car mecrur takdim edilmiştir. Yani, bütün işlerimizde sana dayandık, tüm işlerimizi sana havale ettik, her çeşit günahtan tövbe edip sana döndük, ahiret yurdunda dönüş de varış da ancak sanadır ey Rabbimiz dediler. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Kirmani “el acaib” adlı eserinde ‘’Kur’an’da mevcut  رَبَّ  kelimesinden önce nida harfi olan  يا  edatı tazim ve tenzih gayesiyle çokça hazf edilmiştir. Çünkü nidada bir bakıma emretme ifadesi vardır.’’ der. (İtkan, cilt 2, s.170)