Mümtehine Sûresi 6. Ayet

لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  ...

Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 كَانَ vardır ك و ن
3 لَكُمْ sizin için
4 فِيهِمْ onlarda
5 أُسْوَةٌ bir örnek ا س و
6 حَسَنَةٌ güzel ح س ن
7 لِمَنْ kimseler için
8 كَانَ ك و ن
9 يَرْجُو arzu edenler ر ج و
10 اللَّهَ Allah’ı
11 وَالْيَوْمَ ve gününü ي و م
12 الْاخِرَ ahiret ا خ ر
13 وَمَنْ ve kim
14 يَتَوَلَّ yüz çevirirse و ل ي
15 فَإِنَّ şüphesiz
16 اللَّهَ Allah
17 هُوَ O’dur
18 الْغَنِيُّ zengin olan غ ن ي
19 الْحَمِيدُ övgüye layık olan ح م د
 
“Güzel bir örneklik” diye tercüme ettiğimiz üsve hasene tamlaması, günümüz davranış bilimleri incelemelerinde, özellikle liderde bulunması gereken nitelikler konusunda önemli bir yere sahip olan “davranış modeli” veya “numune, örnek kişilik” kavramını çağrıştırmaktadır. Bu tamlama Ahzâb sûresinin 21. âyetinde Hz. Peygamber hakkında kullanılmış ve müminlerin onu örnek almaları istenmişti. Burada 4. ve 6. âyetlerde aynı kavram, insanlık tarihinde tevhid mücadelesinin öncü isimlerinden olan Hz. İbrâhim ve ona uyanlar hakkında kullanılarak, şirk ve inkâr batağına saplanıp kalma olgusunun yeni olmadığına dikkat çekilmekte ve bu gibi kimselerle ilişkiler konusunda yararlanılacak önemli bir tecrübeye gönderme yapılmaktadır (Hz. İbrâhim’in, babasının bağışlanması için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114; Meryem 19/47). 4. âyetin “ona uyanlar” diye tercüme edilen kısmı için “Hz. İbrâhim’e iman edip ona uyan müminler” ve “Hz. İbrâhim’in döneminde ve ona yakın zamanda yaşayıp ona tâbi olan peygamberler” şeklinde yorumlar yapılmıştır. İbn Atıyye Hz. İbrâhim’le birlikte Nemrud’a karşı mücadele veren bir grubun varlığının bilinmediği gerekçesiyle ikinci yorumu daha kuvvetli bulur (V, 295). Hz. İbrâhim ve ona uyanların davranışı örnek gösterildiğine göre aynı âyette geçen, “Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır” anlamındaki sert ifadeyi –başka âyetler, özellikle bu sûrenin 7-9. âyetleri ve Resûlullah’ın tatbikatı ışığında– düşmanlık ilân etme, bunu alevlendirme ve nefreti kalıcı kılma amacıyla izah etmek mümkün değildir. Hz. İbrâhim ve tâbileri, inkârcılara onların yolundan uzak olduklarını ve bu tavrın sorumluluğunu paylaşmayacaklarını bildirirken kullandıkları bu ifadeyle, gerçeği açık yüreklilikle ve bütün çıplaklığıyla ortaya koymayı, bu konuda ödün vermeyeceklerini vurgulamayı, özellikle yeni iman etmiş olup bazı tereddütler yaşayanların mâneviyatını yükseltmeyi amaçlamış olabilirler. 5. âyetteki “Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma” şeklinde çevrilen cümle daha çok şöyle açıklanmıştır: “Onları bize galip getirme” veya “Bizi doğrudan yahut onlar vasıtasıyla cezaya çarptırma ki ‘Bunların iddiası doğru olsaydı, güvendikleri Allah onları desteksiz bırakmazdı yahut bu muameleye mâruz kalmazlardı’ şeklinde düşünmesinler ve bu yüzden kendilerinin hakikat üzere olduklarını sanmasınlar. Bizi böyle bir sınamaya, bir imtihana vesile kılma” (Taberî, XXVIII, 64; Şevkânî, V, 245). Bir yoruma göre burada Allah Teâlâ’dan, müminlere karşı inkârcıların imkânlarını genişletmemesi istenmektedir. Çünkü inkârcıların müminlerden daha fazla imkânlara sahip olmaları da müminler için sıkıntı, dolayısıyla bir imtihan sebebi olacaktır (Râzî, XXIX, 302).
 

  Veleye ولى: : 

  Velâ; iki şey arasına kendilerinden olmayan bir şeyin girilmesine izin verilmemesidir. Dolayısıyla yakınlık anlamına gelir. Bu yakınlık; mekân, soy, din, dostluk/arkadaşlık, dayanışma, inanç sistemi açısından olabilir.
  Tevellâ; min harfiyle lâfzen veyâ takdîren müteaddî yapılırsa yüz çevirme ve yakınlığı terk etme anlamlarını taşır. Bu yüz çevirme bedenle olduğu gibi kulak vermemek ve bağlılığı reddetmek şeklinde de olabilir.

  Tevellâ (تولى): Velâ (ولى): Aralarında bir râbıta olmak kaydıyla bir şeyin arkasında (وراء) başka bir şeyin vukû bulmasıdır.
Bu kelimedeki kurbiyet, sevgi, yardım ve tâbî olmak ma’nâları kullanım yerine göre bu asıl ma’nânın eserleridir.

Velâyet, velî, mütevellî kelimeleri hep birinin arkasında durmak ma’nâsını taşır. Aralarındaki irtibât; işleri yönetmektir. 
Mevlâ (مولى) kelimesi mekân ismidir ve velâyet mahalli demektir. Mevlâ kelimesi arkasında durulan, yönetilen kişiler için de kullanılır.
Tevliye (تولية) örfen mutlak olarak velâyet manâsında kullanılır. 
Tevellâ (تولَّى) velâyeti ihtiyâr etmektir.


Kur’ân’da geldiği anlamlar:  
1. Yakın olmak
2. Kaçmak
3. Dönmek
4. Yönelmek
5. Yüz çevirmek
6. Yönetmek
7. Dost 
(Müfredat-Tahqiq-Kur’ân-ı Kerîm’de Çok Anlamlılık)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 232 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri vâli, veli, evlâ, evliya, vilayet, eyalet, velayet, istilâ, Mevlâ, Mevlânâ, mevâli, molla, mütevelli, veli(aht) ve veli (nimet)tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

ف۪يهِمْ  car mecruru  اُسْوَةٌ ’un mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اُسْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.  حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  لَكُمْ ’den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  يَرْجُوا  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يَرْجُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْيَوْمَ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. الْاٰخِرَ  kelimesi  الْيَوْمَ ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَتَوَلَّ  şart fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda  مَنْ ‘in haberidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  cümlesi  اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamiri  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.

الْغَنِيُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْحَم۪يد  mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

الْغَنِيُّ  ve  الْحَم۪يدُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَلَّ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولى ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Ayette kasem fiilinin mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Mahzuf kasem ve  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ  cümlesi, kasemin cevabıdır.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  لَـكُمْ  ve  ف۪يهِمْ  car mecrurları, nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اُسْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismidir. حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اُسْوَةٌ  kelimesi nekre gelerek nev ve tazim ifade etmiştir. 

ف۪يهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla zamirin ait olduğu kişiler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kişiler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlar, örnek davranışları muhafaza eden bir kap olmuştur. Câmî’, yerleşme ve sabit olmaktır. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  لِمَنْ , harf-i cerle birlikte  لَـكُمْ ‘den bedeldir. Sılası olan كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin haberi olan  يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ  cümlesinin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayeti kerimede bedî’ sanatlarından cem meat taksim ( لَـكُمْ  ve  مَنْ ’lerde) vardır. Onların, kimler için örnek olduklarının sayılması taksim sanatıdır. 

Bu ayetle başlangıç bölümleri birbirine çok benzeyen dördüncü ayet arasında terdîd, tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada Allah müminler için ekstra bir anlatım ve pekiştirme olarak Hazret-i İbrâhim ve kavminin örnek alınması teşvikini tekrarlamıştır. Pekiştirmenin son derecesi olması bakımından cümleyi kasemle başlatarak getirmesi de bu yüzdendir. Allah’a ve son güne yönelik endişe ve ümitleri bulunanlar için ifadesini “sizin için”den bedel kılıp, hemen peşinden [Kim de yüz çevirirse, şüphesiz Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; bizatihi hamde layıktır] kısmını sevk etmiş ve böylece getirmediği tekid türü bırakmamıştır. (Keşşâf) 

“لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ اْلاٰخِرَ...” ifadesinden bedel-i kül veya bedel-i ba’z olup, iman ve cihatta Allah’a ve ahirete ümit bağlamanın önemli bir esas olduğuna işarettir. Çünkü ümitsizlik küfürdür. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Tekidde mübalağa için kasem lâmı gelmiştir. كانَ ‘nin ismi müennes olmasına rağmen tenis  تَ ‘sinin bitişmeme sebebi  أُسْوَةٌ  kelimesinin hakiki müennes olmamasıdır. Bu kelime lafzî müennestir. Ayrıca fiille ismi, aralarına car mecrurun girmesiyle birbirinden uzaklaşmıştır. (Âşûr)


 وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen terkipte, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  مَنْ يَتَوَلَّ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَوَلَّ  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Şartın cevabı olan  فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır.

اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedin, yani  الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir. 

هُوَ , cümledeki kasrı tekid eden fasıl zamiridir. İddiaî kasrdır. (Âşûr)

Kendisinden sonra gelen kelime sıfat değil haberdir. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  اللّٰهَ  maksur/mevsûf,  الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. 

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Kur’an Işığında Bel+âgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’nın  غَنِيُّ  ve  حَم۪يدُ  olması, göklerin ve arzın mülkiyetinde olmasına münasiptir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri önceki manayı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَنْ يَتَوَلَّ  cümlesiyle  كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ  cümlesi arasında, mukabele sanatı oluşmuştur.

يَرْجُوا  ve  يَتَوَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

كَان - اللّٰهَ - مَنْ  kelimelerinin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.