Saf Sûresi 11. Ayet

تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَـكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ  ...

Allah’a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تُؤْمِنُونَ inanırsınız ا م ن
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 وَرَسُولِهِ ve Elçisine ر س ل
4 وَتُجَاهِدُونَ ve cihadedersiniz ج ه د
5 فِي
6 سَبِيلِ yolunda س ب ل
7 اللَّهِ Allah
8 بِأَمْوَالِكُمْ mallarınızla م و ل
9 وَأَنْفُسِكُمْ ve canlarınızla ن ف س
10 ذَٰلِكُمْ işte budur
11 خَيْرٌ en iyisi خ ي ر
12 لَكُمْ sizin için
13 إِنْ eğer
14 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
15 تَعْلَمُونَ biliyor(lar) ع ل م
 
Bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiği yani Allah’ın evrendeki mutlak egemenliği hatırlatılıp bu gerçeği dikkate alanlar açısından özü sözü bir olmamanın, hele Allah’a karşı zevâhiri kurtarma çabası içine girmenin ne kadar saçma olduğuna dikkat çekilerek başlayan sûrenin sonunda, kurtuluş yolunun samimi bir iman ve bu imana uygun davranışlardan geçtiği bildirilmekte; Hz. Muhammed’den önceki peygamber Hz. Îsâ’nın hayatından canlı bir örnek verilerek Allah’ın dinine içtenlikle destek olanlar büyük fetihler ve zaferlerle, sonunda da en büyük başarı olan âhiret mutluluğuna erişmekle müjdelenmektedir. 13. âyetin “Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi müminleri müjdele” şeklinde çevrilen kısmı, savaşlarda müslümanların morallerini yükseltici bir ifade olarak sık sık tekrar edilmiş; özellikle Osmanlı’da ordunun muzaffer olacağı inancını pekiştirmek üzere mehteranın icrâ ettiği mûsikinin arasında coşku verecek biçimde seslendirilmiştir. Hz. Îsâ’ya iman etmiş olanlar büyük sıkıntılara mâruz kalsalar da sonunda inkârcılara karşı büyük bir üstünlük elde etmişlerdir. 14. âyet bu tarihî gerçeğe gönderme yaparak müslümanların bundan sonuçlar çıkarmaları istenmektedir. Bununla birlikte gözden kaçırılmaması gereken bir husus, dünyada elde edilecek zafer ve üstünlüğün 13. âyette “hoşunuza gidecek bir şey daha” şeklinde nitelenmiş olduğu ve 12. âyette belirtildiği üzere asıl güzel sonucun, keza kurtuluş ve başarının Allah’ın hoşnutluğuna ve âhiret mutluluğuna erişmek olduğudur. 14. âyetin “Böylece üstün geldiler” şeklinde çevrilen son cümlesi, “Allah Hz. Muhammed’i gönderip iman eden o kimseleri onaylayan bildirimlerde bulununca, özellikle Hz. Îsâ’nın Allah’ın kelimesi olduğunu haber verince, onların delilleri açık hale geldi veya delillerinin üstünlüğü ortaya çıktı” gibi mânalarla da açıklanmıştır (bk. Taberî, XXVIII, 92-93; İbn Atıyye, V, 305; Râzî, XXIX, 319. İman temeline dayalı olarak can ve malla Allah yolunda cihad etmenin ticaret olarak nitelenmesinin izahı için bk. Tevbe 9/111; “cihad” hakkında bk. Nisâ 4/84, 95; Mâide 5/35; Tevbe 9/73; Hac 22/77-78; adn cenneti hakkında bk. Ra‘d 13/23-24; “Allah’ın yardımcıları olma”nın anlamı hakkında bk. Âl-i İmrân 3/52; “havâri”, Hz. Îsâ’nın havârileri ve aralarında geçen konuşma hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3-4, 19, 45, özellikle 52; Mâide 5/110-115). Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 339-340
 

تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  تُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  رَسُولِه۪  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 تُجَاهِدُونَ  fiili atıf harfi و ‘la  تُـؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  تُجَاهِدُونَ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و'ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  car mecruru  تُجَاهِدُونَ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 بِاَمْوَالِكُمْ  car mecruru  تُجَاهِدُونَ  fiiline mütealliktir.  كُمْ  muttasıl zamiri muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَنْفُسِكُمْۜ  car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  فآمنوا وجاهدوا ... şeklindedir.

تُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَـكُمْ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık belirten harf,  كُمْ  ise muhatap zamiridir. 

خَيْرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  خَيْرٌ ‘a mütealliktir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَعْلَمُونَ  cümlesi  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Önceki ayetteki ticaretin beyanıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُـؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  رَسُولِه۪  kelimesi lafza-ı celâle matuftur.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

رَسُولِللّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Aynı üsluptaki  وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti, lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  için şan ve şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Ayette lafzı celalin zamir makamında tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَب۪يلِ  kelimesi din manasında istiaredir.  سَب۪يلِ  aslında yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  din manasındaki  سَب۪يلِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  yol veya din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Ayetin başındaki, "Ey iman edenler..." ifadesinden sonra, "Allah'a ve peygamberine iman edersiniz" ifadesi ile, yeniden imanı emretmenin ne ifade ettiği şöyle açıklanabilir: Bu ifade ile, münafıklara hitab edilmiş olabilir. Çünkü onlar, zahiren iman edenlerdir. Yine bu ifadeyle, ehl-i kitabın, yani yahudi ve hristiyanların kastedilmiş olmaları da mümkündür. Çünkü bunlar, önceki kitaplara iman etmişlerdi. Buna göre Cenâb-ı Hakk sanki burada, "Ey önceki kitaplara iman edenler, Allah'a ve O'nun Resulü olan Muhammed'e de iman edin" demektedir. Bu tabir ile, gerçek mü'minlerin kastedilmiş olmaları da mümkündür ve buna göre ayet, tıpkı, ["Bu, onların imanını artırır"] (Tevbe, 124) ayetleri gibi olur. Bu, imanda sebatı emretmek olur ve bu bakımdan tıpkı, ["Allah iman edenlere sebat verir..."] (İbrahim.27) ayeti gibidir. Bu da, imanı yenilemeyi emretme olur. (Fahreddin er-Râzî)

تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  Zahiren ihbar tarzında olan bu ifAde (sebat edersiniz. Cihat edersiniz), aslında emirdir. Nitekim diğer bir kıraate göre "imanda sebat ediniz. Cihat ediniz" şeklinde emir kipi ile okunmaktadır. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hak,  تُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  "Allah yolunda mücahede edersiniz" buyurmuştur. Allah’a ve resulüne imandan sonra, üçüncü merhalede yer alan cihad, üç kısımdır:

a) Kişinin, kendisi ile nefsi arasındaki cihadı... Bu, nefse hükmetmek ve onu, arzuladığı, can attığı şeylerden (günahlardan) alıkoymaktır.

b) Kişinin, kendisi ile mahlukat arasındaki cihadı... Bu da, mahlukattan beklentilerini kesmesi, onlara acıması ve onlara merhamet etmesi demektir.

c) Kişinin, kendisi ile dünyası arasındaki cihadı... Bu da insanın, dünyasını âhireti için bir azık (hazırlık) vasıtası edinmesidir.  Böylece yapılması gereken şeylerin sayısı beşe çıkmış olur. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette,  اَمْوَالِ ”mal" önce söylendi. Çünkü cihadda mal önce gelir. Yahut da en aşağı mertebeden en yüce dereceye çıkmak için böyle yapıldı.

Âlimlerden birisi şöyle dedi: ”Evvela mal söylendi, çünkü insan bazen canını veremez ama malını verir. (Rûhu’l Beyân)

Ticaret, kâr elde etmek arzusuyla sermayede tasarruf etmektir. Tacir, alıp satandır.

İbn Şeyh şöyle söyledi: ”Allah'a iman edip Onun yolunda savaşmak benzetme yoluyla ticaret sayıldı. Çünkü bu, fazlalık ve ziyadeliğe nail olmak arzusuyla yapılan mübadele ve karşılıklı alış-veriş manasını içermektedir. Ticaret de, kâr elde etmek arzusuyla yapılan mal mübadelesidir. Allah'a iman ve O'nun yolunda yapılan cihat, Allah'ın azabından kurtulmak ve rızasını elde etmek arzusuyla mal ve canın harcanıp feda edilmesi yönüyle ticarete benzetildi." (Rûhu’l Beyân)


ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَـكُمْ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismi olan  ذلك  ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir. 

ذٰلِكَ  ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır. İşaret isminde istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, s. 190) 

خَيْرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.


اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.

كَانَ ’nin haberi olan  تَعْلَمُونَۙ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde كَان Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)

Öncesinin delaletiyle takdiri  فآمنوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وجاهدوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  (O halde Allah’a ve resulüne iman edin ve Allah yolunda savaşın) olan cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تَعْلَمُونَ  fiilinin mef’ûlu, kendisinden önceki kelimenin delaletiyle mahzuftur. Fiilin lâzım fiilerden sayılması da mümkündür. Yani, “eğer siz ilim ve tefekkür ehli iseniz.’’ manasındadır. (Âşûr, Ankebut/16)

Şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)