Saf Sûresi 6. Ayet

وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَـيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ  ...

Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 قَالَ demişti ق و ل
3 عِيسَى Îsa
4 ابْنُ oğlu ب ن ي
5 مَرْيَمَ Meryem
6 يَا بَنِي oğulları ب ن ي
7 إِسْرَائِيلَ İsrail
8 إِنِّي elbette ben
9 رَسُولُ elçisiyim ر س ل
10 اللَّهِ Allah’ın
11 إِلَيْكُمْ size (gönderilen)
12 مُصَدِّقًا doğrulayıcı ص د ق
13 لِمَا olanı
14 بَيْنَ ب ي ن
15 يَدَيَّ elimde ي د ي
16 مِنَ -tan
17 التَّوْرَاةِ Tevrat-
18 وَمُبَشِّرًا ve müjdeleyiciyim ب ش ر
19 بِرَسُولٍ bir elçiyi ر س ل
20 يَأْتِي gelecek ا ت ي
21 مِنْ
22 بَعْدِي benden sonra ب ع د
23 اسْمُهُ onun ismi س م و
24 أَحْمَدُ Ahmed’dir
25 فَلَمَّا zaman
26 جَاءَهُمْ onlara geldiği ج ي ا
27 بِالْبَيِّنَاتِ apaçık delillerle ب ي ن
28 قَالُوا dediler ق و ل
29 هَٰذَا bu
30 سِحْرٌ bir büyüdür س ح ر
31 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
 
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “ Sadece bana ait olan beş ünlü ismim vardır: Ben Muhammed’im, Ahmed’im. Bir adım Mahî’dir; Allah Tealâ inkarcılığı benim elimle mahvedecektir. Bir diğer adım Hâşir’dir; ben peygamber olduktan sonra ( veya kıyamet gününde) insanlar benim ardımda toplanacaktır. Bir başka adım da Âkıb’dır; ben son Peygamberim. “ (Buhari, Menakıb 17, Tefsir 61; Müslim, Fezâil 124,125,126).
 

وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَـيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf olan  اذكر  fiiline mütealliktir.

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a. إِذْ  mef'ûlun fih, mef'ûlun bih, mef'ûlun leh olur.

b. إِذْ ’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c. بَيْنَا  ve  بَيْنَمَا ’dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ  kelimesi  قَالَ  fiilinin failidir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. 

Mekulü’l-kavli  يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfidir.  بَن۪ٓي  münada olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dır. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِسْرَٓائ۪لَ  muzâfun ileyh olarak  cer alameti fethadır. Gayri munsarif kelimedir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayrı munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ ’ dir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  رَسُولُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَيْكُمْ  cer mecruru  رَسُولُ ‘ye mütealliktir.  مُصَدِّقاً  kelimesi  اِلَيْكُم ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubtur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

مَا  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مُصَدِّقاً ‘a mütealliktir.  بَـيْنَ  mekân zarfı ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir.  يَدَيَّ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti ي ’dir.  مِنَ التَّوْرٰيةِ  car mecruru mahzuf sılanın zamirinden haline mütealliktir. 

مُبَشِّراً  atıf harfi و ‘la  مُصَدِّقاً ‘a mütealliktir.  بِرَسُولٍ  car mecruru  مُبَشِّراً ‘a mütealliktir.  

يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُ  fiil cümlesi  بِرَسُولٍ ‘nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْت۪ي  fiili,  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يَأْت۪ي   fiiline müteallıktır.  اسْمُهُٓ اَحْمَدُ  cümlesi  رَسُولٍ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  اسْمُهُٓ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحْمَدُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 


 فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

جَٓاءَهُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl  zamir  هُمُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  بِاٰيَاتِنَا  kelimesi  جَٓاءَهُمُ  fiiline mütealliktir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ  cümlesi şartın cevabıdır.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. سِحْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.

مُب۪ينٌ  kelimesi  سِحْرٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

مُبْصِرَةً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَـيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ ’in, takdiri  اذكر (Hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ  cümlesi, nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan … اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً  cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Müsned olan  رَسُولُ اللّٰهِ  izafeti, lafza-i celâle muzâf olan  رَسُولُ  için şan ve şeref ifade etmektedir.

اِنّ۪ ’nin haberinin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamı taşıyan kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzâf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve istikrar ifade eden  مُصَدِّقاً  kelimesi haber olan  رَسُولُ ‘deki zamirin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlü, başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مُصَدِّقاً ’a  mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfi  بَـيْنَ يَدَيَّ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنَ التَّوْرٰيةِ  car mecruru, mahzuf sıladaki zamirin mahzuf haline mütealliktir.

بِرَسُولٍ ‘nin müteallakıolan  مُبَشِّراً , hal olarak  مُصَدِّقاً ‘a matuftur.

بِرَسُولٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.

مُصَدِّقاً - مُبَشِّراً  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي  cümlesi  رَسُولٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

التَّبْشِيرُ ; surur veren haber demektir. Burada da Hz İsa (as) İsrailoğullarına büyük fayda dokunacak bir nimetten haber getirmiştir. (Âşûr) 

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

اسْمُهُٓ اَحْمَدُ  cümlesi  رَسُولُ  için ikinci sıfattır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki ”Ahmed"den maksat, Hz  Muhammed Mustafa (sav)'dır. Hz Îsa, tebliğ ettiği dinin, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm kitaplarını ve peygamberlerini tasdik etmesini istiyor. Bunun için, peygamberlerin hüküm verdikleri semavî kitapların ilki olan Tevrat'ı ve nebilerin sonuncusu olan Hz Muhammed (sav)'i zikretti. (Rûhu’l Beyân)

Râğıb der ki: ”Ahmed ismiyle Peygamberimize işaret edilerek dikkatler şuna çekilmiştir: O'nun adı Ahmed olduğu gibi, aynı zamanda O, Îsa (as)'dan sonra ve ondan evvelkilerden daha çok Allah'a hamd eden kimse idi."(Rûhu’l Beyân)

Ayetteki,  اَحْمَدُۜ  "Ahmed" kelimesi, şu iki manaya gelebilir:

a) Bu kalıp, ism-i failin mübalağa kalıbıdır. Yani, "O, Allah'a başkasından daha çok hamdeder" demektir.

b) İsm-i mef'ûlün mübalağa kalıbıdır. Yani, "O, kendisinden ihlastan ve güzel huylardan dolayı, başkalarından daha çok övülmüştür." (Fahreddin er-Râzî,  Âşûr) 

Şayet  مُصَدِّقاً (tasdik edici olarak) ve  مُبَشِّراً (müjdeleyici olarak) ifadeleri ne ile mansub kılınmıştır; رَسُولُ ’deki “gönderilme” anlamıyla mı yoksa  اِلَيْكُمْ  kelimesiyle mi? dersen şöyle derim: Bilakis, “gönderilme” anlamıyla mansūb kılınmıştır; çünkü  اِلَيْكُمْ  ifadesi  رَسُولُ ‘nün sılasıdır ve bu yüzden hiçbir fonksiyonu yoktur; zira harf-i cerler bizatihi değil; fakat barındırdıkları fiil anlamıyla fonksiyoneldirler. Binaenaleyh, bunlar sıla olarak vaki olduklarında fiil anlamı içermezler; o halde nasıl amel etsinler? (Keşşaf)

Denilmiştir ki Hazret-i İsa’nın: Ey İsrâiloğulları! deyip de Hazret-i Musa gibi: Ey kavmim! dememesinin sebebi, onlarla kendisinin kavmi olmalarını getirecek hiçbir nesep bağının bulunmamasıdır. (Keşşaf, Âşûr) 

Îsa (as)'nın Tevrat'ı tasdik etmesi, İsrail oğullarının onu tasdik etmesini sağlayan en güçlü sebeplerden birisidir. Burada anlatılan mânâ şudur: Din ve dünya işlerinin düzgün yürümesi için mutlaka bulunması gereken hükümleri tebliğ etmek için size gönderildim. Aynı zamanda, benden evvel gelen Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra gelecek olan bir peygamberi müjdeleyici olduğum halde size gönderildim. (Rûhu’l-Beyân)

Bazı âlimler dedi ki: ”Îsa (aleyhisselâm) İsrailoğullarına Hz Muhammed (sav)'in geleceğini müjdeledi. Ta ki Resulullah gelince ona iman etsinler veya Resulullah ortaya çıkınca Hz Îsa'nın müjdesi bir mucize olsun. Resulullah (sav)’i müjdelemek, aynı zamanda Kur'an'ı da müjdelemektir. Tevratı olduğu gibi Kur'an'ı da tasdik etmektir. (Rûhu’l-Beyân,  Âşûr) 


 فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ


ف  istînâfiyye,  لَمَّا  şartiyedir.  لَمَّا  cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Şart üslubunda gelen terkipte, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müşriklerin sözünde müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, onların tahkir amacını belirtir.

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile mucizelere işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

سِحْرٌ  için sıfat olan  مُب۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

بِالْبَـيِّنَاتِ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

بِالْبَـيِّنَاتِ - مُب۪ينٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَأْت۪ي - جَٓاءَهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki,  فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ   "Fakat o, kendilerine açık açık burhanlar getirince" ifadesinin failinin, yani "getiren"in Hz Îsa (as) olduğu ileri sürüldüğü gibi, Hz Muhammed (sav) olduğu da ileri sürülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)